İrfan Aktan
Prof. Naci Görür: Ciddi araştırma yok ki deprem tarihlerine ilişkin bir şey söyleyebilelim!
Artı Gerçek - Büyük felaketlerden aldığımız her dersin notlarını bir sonraki felakete kadar rafta tutma konusunda üstümüze yok. 6 Şubat’ta on şehri, onlarca ilçeyi, yüzlerce köyü derinden etkileyen Pazarcık merkezli deprem sırasında, önceki depremlerden hiçbir ders alınmadığını, deneyimlerin tedbire dönüşmediğini gördük. Fakat köprünün altından sular aktıkça, bu büyük felaketten de hiçbir ders alınmadığı görülüyor.
Dahası, bizi yeni felaketlerin beklediği de bilimsel bir gerçek. Başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi için beklenen depremin yaratacağı sonuçlar Türkiye açısından tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir yıkıma yol açabilir. Peki kimler ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Türkiye’nin en güvenilir deprem bilimcisi Prof. Naci Görür’e kulak veriyoruz…
25 Temmuz’da Adana-Kozan’da meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremi siz epey zaman önce öngörmüş ve bu konuda uyarılar yapmıştınız. 25 Temmuz Adana bölgesinde daha büyük bir depremin habercisi mi, yoksa bu depremle birlikte Adana için tehlike atlatıldı mı?
Buna dair net bir ifadede bulunmak bilimsel olmaz, zira elimizde yeterince veri yok. Fakat 6 Şubat depremlerinden hemen sonra Hatay’a, hatta Kıbrıs’a dikkat etmek, Adana havzasına daha özenli davranmak lazım demiştim. Bunu söylememin nedeni, 6 Şubat depremlerinin büyük bir enerjiyi ortaya çıkarmış olmasıydı. Açığa çıkan bu enerjinin önemli bir kısmının 6 Şubat’ta deprem üreten faylara komşu olan veya onlarla geometrik ilişkisi bulunan faylara transfer olabileceğini, dolayısıyla faylar içinde yeterince stres biriktirip de deprem üretmek için bahaneye bakan fayları tetikleyip yeni depremler üretebileceğini söyledim. Bunu söyledikten yaklaşık 15 gün sonra (20 Şubat) Hatay’da 6.4 büyüklüğünde deprem oldu. Adana bölgesini de aynı gün uyarmıştım. O günden beri ufak ufak, 4’lük depremler oldu ama esas 25 Temmuz'da Saimbeyli fayıyla Savrun fayının birbirine yaklaştığı bölgelerde, Kozan’da 5.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Oysa Adana havzasında, o geometriye, sisteme bağlı örneğin Yumurtalık fayı, Osmaniye fayı, Ceyhan fayı başta olmak üzere epey fay var.
Peki Pazarcık merkezli 6 Şubat depremi tüm bunlar üzerinde bir tesir yarattı mı?
Tabii, zaten bilimsel öngörü yaparken dayandığımız nokta da o. 6 Şubat depremi aşağı-yukarı 5 milyon ton TNT’nin aynı anda patlamasına denk gelen bir enerji açığa çıkardı. Dolayısıyla bu enerjinin yüzde 20’si transfer edilecek; başka bir yere gitmeyecekti.
Nereye transfer oldu bu enerji?
Ya deprem üreten fayın kırılmayan kesimlerine veya ona komşu alanlardaki faylara. Bu transfer de yerüstünden değil, özellikle yeraltından oluyor. Yeraltı da çok kırıklı, heterojendir; depremle birlikte yeraltı sularının olduğu bölgelerde müthiş bir stres meydana geliyor.
KOMŞU FAYLARDAN STRES TRANSEFRİ BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLADIR
Stres ne demek?
Stres dediğimiz, birim alana düşen birim kuvvet demektir. Belli faylar enerji biriktirmiştir; deprem üretmek için zamanını, biraz daha enerji biriktirmeyi bekliyordur.
Peki siz bilim insanları olarak enerji biriktirmiş fayların deprem üretmek için beklediği zamanı kestirebiliyor musunuz?
Hayır, şu anda o zamana dair öngörüde bulunamıyoruz. Ama zaten birikmiş enerji depremi yaptı-yapacak duruma gelmiştir, komşu faylarda meydana gelen depremlerden gelen stres transferi de bardağı taşıran son damladır. Dolayısıyla orada ya deprem ürettirir veya depremin tarihini öne çeker. İşte biz bu endişeden dolayı o uyarıyı yaptık.
CİDDİ ARAŞTIRMA YOK Kİ DEPREM TARİHLERİNE DAİR BİR ŞEY SÖYLEYEBİLELİM
Fayların ne kadar stres ürettiği hesaplanabilir mi?
Tabii, fayların ne kadar stres ürettiği hesaplanabilir, ne zaman deprem üreteceği de hesaplanabilir. Ona paleosismoloji dediğimiz ayrı bir yöntemle, araştırmayla ciddi ciddi, uzun uzun çalışacaksın. E şu anda öyle ciddi araştırma yok ki, deprem tarihlerine dair bir şey söyleyebilelim! Onun için “olabilir” diyerek halkı uyarıyoruz. Yoksa öyle hemen bir-iki günde araştırmak mümkün değil. Bunlar zaman alan işler.
Yani şu anda Türkiye’de hangi fayın ne zaman deprem üretebileceğini araştıran, öngörüde bulunmayı sağlayan bir merkez yok mu?
Türkiye’de üniversiteler var, MTA (Maden Tetkik ve Arama) var… Onlar para buldukça, proje aldıkça, TÜBİTAK desteği gördükçe, o hocanın konusuna bağlı olarak çalışmalar yapılıyor. MTA devletin kurumu; maden, su arıyor, jeoloji haritası yapıyor, belki kimi yerlerde depremsellik etüdü yapıyor. Ama bütün yapılanlar, edilenler uluslararası nitelikte, dünyanın ilgisini çeken, yeni keşiflere, buluşlara götüren yoğun araştırmalar değil. Ülkemizde böyle bir şey yok yani. Bizde ciddi araştırmalar yapılan üniversiteler bir elin parmağını geçmez. Ama ona bakarsan profesör çok, konuşan çok, her şeyi bilen çok. Buna mukabil evrensel standartta, nitelikte ciddi araştırmalar ve araştırma sonuçlarıyla ortaya çıkan, bütün dünyanın takdir ettiği bir yoğunluk bizde yok.
ŞU AN TÜRKİYE’DE DEPREM AÇISINDAN EN RİSKLİ BÖLGE MARMARA BÖLGESİ
Şu anda Türkiye’nin deprem açısından en riskli bölgesi neresi?
Bir kere riskli alanlar dediğin zaman orada birtakım olaylar olması ve senin de onları bilmen lazım. Şu anda Türkiye’de deprem açısından en riskli bölge, İstanbul da dâhil olmak üzere Marmara Bölgesi’dir. Keza Güneydoğu Anadolu’da Diyarbakır’dan Hakkâri’ye uzanan bindirme zonunda da sıkıntı olabilir. Belli ölçüde Adana sıkıntılı olabilir. İzmir yarımadası da faylarla kesilmiş durumda. Fayların deprem tekerrür periyodunu bilmiyoruz ama orada da nüfus yoğunluğu fazla; endişemiz var. Aslında Türkiye’nin her yerinde deprem olabilir ama buralar ön plana çıkıyor.
MARAŞ BÖLGESİ GEÇTİ GİTTİ
Maraş ve çevresi için hâlâ risk var mı?
6 Şubat öncesine kadar Maraş bölgesini sayıyorduk, o geçti, bitti. Ama ülkemizin hemen her yeri deprem açısından riskli. Zamana bağımlı olarak konuşmanın da anlamı yok. Yani “Burada daha yakın zamanda, şurada daha geç bir zamanda deprem olacak” deyince rahatlayacak mıyız? Yarın olsa bizi ve çocuklarımızı, elli sene sonra olsa torunlarımızı, onların çocuklarını öldürecek. Önemli olan depreme dirençli yerleşim alanları yapmak. Yani deprem ne zaman olacak, neresi riskli gibi sorulardan ziyade Türkiye’nin tümünün deprem riskli olduğunu düşünüp, deprem dirençli yerleşim alanları yapmak ve bir anlamda bu deprem belasından kurtulmak gerekiyor.
İSTANBUL’DA DEPREMDE EN FAZLA HASAR GÖRECEK YERLER DEĞİL, EN ÇOK PARA KAZANILACAK YERLER DÖNÜŞÜME TABİ TUTULDU
6 Şubat depreminden sonra başta İstanbul olmak üzere deprem riski yüksek bölgelerde insanlar evleriyle, apartmanlarıyla ilgili incelemeler yaptırmaya başladı ama zaman ilerledikçe deprem kaygısı da azalmış görünüyor. Sizce gerek hükümet gerekse yurttaşlar 6 Şubat depreminden kısmi de olsa ders çıkarmış görünüyor mu?
Ben genelde umutsuzum. Tabii depremlerde insanlarımız ölünce halk üzülür, korkar, bir şeyler yapılsın der. 1999 depremlerinde depreme ilişkin bütün deniz araştırmalarını yapan ekibin başkanıydım. O zamanın hükümetlerinin bizim bağırtılarımız sonucu nasıl davrandıklarını, belediyelerin nasıl hummalı çalıştıklarını, doğru şeyler yaptıklarını gördüm. Önemli şeylerdi yapılanlar da. Ama 1999’dan 2006’ya kadar böyle gelindi, ondan sonra her şey tavsadı, unutulup gitti. Yapılanlar bile doğru dürüst olmadı. Hükümetiyle, valisiyle, belediyesiyle, vatandaşıyla kol kola girip ulusal, uluslararası finans kaynaklarını ortaya sürerek, depreme inanarak, bir seferberlik havasında bu işler yapılmadı. Nitekim yapılanlar iyi, güzel ama yetersizdi. Ondan sonra kentsel dönüşüm başlatıldı, o da rantsal dönüşüme kaydı. Yani İstanbul’da depremde en fazla hasar görecek yerler değil, Bağdat Caddesi’ndeki gibi satınca en fazla para kazanılacak yerler dönüşüme tabi tutuldu. Bakın, Elazığ’a deprem geliyor diye şahsen ben 2003 yılından beri bağırdım durdum. Bununla ilgil cilt cilt kitapçıklar var. Ben de Elazığlıyım. Nerede deprem olacağını, nereyi vuracağını söylememe rağmen Elazığlının kılı bile kıpırdamadı. Bunu ben Elazığ’da Fırat Üniversitesi’nde anlattım, Elazığ Valisi'ne, belediye başkanına, Malatya Valisi'ne, belediye başkanına anlattım. Oradan gittim Kahramanmaraş’ta, Bingöl’de anlattım. “Deprem geliyor, dikkatli olun, çalışma yapın” diye basbas bağırdım. TÜBİTAK’a projeler verdim, reddedildi. DPT’ye (Devlet Planlama Teşkilatı) projeler verdim, reddedildi.
“MARAŞ’A DİKKAT” DİYE BAĞIRDIM, NE HALK DİNLEDİ, NE YEREL YÖNETİMLER, NE DE HÜKÜMET
Ne tür projelerdi bunlar?
Projelerin amacı, gelecek olan Elazığ ve Maraş depremleri öncesinde neler yapmak gerektiğini hazırlayıp belediyelere dağıtmaktı. Ne merkezi hükümet, ne belediyeler ne de halk bir şey yaptı. Deprem önce Elazığ’ı vurdu (24 Ocak 2020), üçte ikisi şu an yıkık, harap. Elazığ’dan sonra “Maraş’a dikkat, dikkat, dikkat! Deprem geliyor, önemlidir bu” diye bağırdım. Sadece ben değil, diğer arkadaşlar da uyardılar. Yine ne halk dinledi bizi, ne yerel yönetimler, ne de merkezi hükümet. Onbinlerce insanımızı kaybettik; e ondan sonra bir seçim oldu ama memlekette bir değişim de olmadı yani. Olan ölenlere oldu. Şimdi de bu Adana depremi olunca birazcık konuşuyorlar. Yani ben bu işin ciddiyetle, partiler üstü, siyaset üstü devlet iradesiyle, devlet politikasıyla hummalı bir şekilde yapıldığını görmedim.
Şu an Hakkâri-Yüksekova’daki köyümdeyim. Siz Hakkâri için de uyarılar yapıyorsunuz. Sizinle söyleşi yapacağımı öğrenen ailenin 11 yaşındaki ferdi “devlet bir şey yapmıyorsa, biz ne yapabiliriz ki” diye sormamı istedi. Bu soruya yanıtınız nedir?
Yok, o yanlış. Çünkü bu, milletin lafı hiç ciddiye alınmadan, önemsenmeden ülke idare ediliyor anlamına gelir. O zaman millet hiçbir niteliği, gücü, ağırlığı olmayan bir toplum gibi algılanır. Padişahlık gibi rejimlerde millet kul gibi idare ediliyordu, padişahın astığı astık, kestiği kestikdi. Şu anda ülkeler demokrasiyle idare ediliyor, çağdaş bir dünyada yaşıyoruz. Bugün milletler kendi iktidarlarını kendileri seçiyor. Ona göre partilere oy veriyor. Beğenmediğini devre dışı bırakıyor, iktidardan indiriyor, beğendiğini iktidara getiriyor. Hükümet bir yanlış yaptığında halk ona kök söktürüyor, hesabını soruyor. Memleketin sahibi millettir. Yani şimdi parti kuran üç kişi gelip milletin efendisi, ülkenin sahibi mi olacak! Siyasi bir partidir, bugün var, yarın yok. “Devlet bir şey yapmıyorsa, biz ne yapabiliriz?” Biz çok şey yapabiliriz. Milleti ciddiye almayan, deprem konusunda bir plan ve programı olmayan, bu konuda kapasitesi olmayan, söz vermeyen, çalışmayan siyasi partiye oy vermeyiz, götürür sandığa gömeriz, tarihin çöplüğüne atarız. Bu konuda bilinçli olan parti kimse, onu da iktidara getirtir, oturturuz. Ama tabii demokrasiyi futbol takımı tutar gibi ölümüne, inatla, bir garabet şekline getirirsek, ki o da toplumun eğitimsizliğini gösteriyor, 11 yaşındaki çocuğun dediği gibi olabilir. Halbuki deprem partiler üstü, siyaset üstü bir olaydır. Öyle ki, enkaz altından CHP’liyi de çıkartırsın, AK Parti’liyi de, MHP’liyi de. Bizim insanımızdır, anamız, babamız, çocuğumuzdur. Onun için depremde siyaset güdülmez. Hangi partiye oy verirsen ver, oy verdiğin gruplardan depreme karşı ciddi tavır beklersin. Aksi halde de cezalandırırsın. Dolayısıyla halkın yapabileceği çok şey var.
BAŞKA YOL YOK; YA BAŞARACAĞIZ, YA ÖLECEĞİZ
Evet ama 6 Şubat’tan sonra seçim oldu ve bunun böyle işlemediğini gördük… Siz epey zamandır Afet Bakanlığı kurulması yönünde de çağrılar yapıyorsunuz. Aslında popülist politikalar gereği böylesi bir bakanlık kurmak lehine olabileceği halde hükümet bu çağrıya hiç yanaşmıyor. Sizce bu direncin nedeni ne?
Bilmiyorum nedenini. Ben bunun olması halinde bir yerlere gidilebileceğini söylüyorum. Onun için de bizim toplumumuzun çok bilinçli olması, bu konuda sivil toplum örgütleri oluşturup depremin bir devlet politikası haline getirilmesini istemesi lazım. Bütün demokratik çabalarla, depremlerde insanımızın ölmemesi için herkes üzerine düşeni yapmalı. Başka bir yol yok. Ya başaracağız, ya öleceğiz. Ne zaman öleceğimiz de belli olmaz. Bir sabah bir uyanırsın, bilmem nerede, şu kadar insanımız gitmiş. Deprem mekanizması 13 milyon senedir işliyor, milyonlarca yıl daha da işleyecek. Eğer bu topraklarda bağımsız, sağlıklı, özgür nesiller yetiştireceksen, bu işi çağdaş ülkeler gibi halledeceksin. Yoksa bize yakışmayacak şekillerde, belli zamanlarda onbinleri toprağa gömeceksin.
İSTANBUL DEPREMİ İÇİN YAPILABİLECEK ÇOK ŞEY VAR
Siz İstanbul konusunda uyarıda bulunurken, 7,2 - 7,6 büyüklüğünde bir deprem beklediğinizi söylüyorsunuz. Kimi bilim insanları 2045’ten önce Marmara depreminin gerçekleşmeyeceğini, zaten bu konuda hazırlık da yapılamayacağını söylüyor. İstanbul'un ne kadar zamanı kaldı? Daha doğrusu realist bir gözle baktığınızda, sizce İstanbul için yapılabilecek bir şey var mı?
Yapılabilecek çok şey var tabii. Bir kere sizin kullandığınız “bilim insanları” lafını bir düzeltelim. Siz bir gazeteci olarak “o marangoz, şu terzi, bu da bilim insanı” diyebilirsiniz. Peki niye bilim insanı diyorsunuz; çünkü profesör, çünkü doçent! Oysa profesör veya doçent olursun ama bilim insanı olabilmen için evrensel nitelikte, ciddi araştırmalar yapman lazım. Araştırma yapmadan konuşmak, ancak bilim literatüründe başkalarının yaptığı çalışmaları okuyup kendininmiş gibi konuşmaktır. Dediğim gibi, bilim insanı olabilmen için uluslararası nitelikte saygın dergilerde yayınlar yapıyor olman, atıf alman, dünyada araştırmacılarla aynı platformlarda, diyalog içinde bulunman lazım. Bak unutma bu dediğimi; Türkiye’de o nitelikte bilim insanlarının oranı da yüzde 10’u geçmez. Dolayısıyla Marmara depremi konusunda “o öyle diyor, bu böyle diyor” kısmını geçelim. Diyen kim ve torbasında ne var; ona bakın. Gelelim İstanbul dâhil bütün kentler için yapılması gerekenlere. Bir kere yönetimi deprem bilinci olan bir yönetim haline getirmek lazım. Bütün deprem kentlerinde önce yönetim!
“ALLAH GAZAP VERDİ, ÇÜNKÜ ONLAR GÜNAH İŞLEDİ” DİYEN BİR YÖNETİCİYLE DEPREME HAZIRLANAMAZSIN
Ne demek bu?
Yani “filankes yaramazlık yaptı diye Allah ceza verdi, ondan dolayı deprem oldu” diyen bir yöneticiyle kenti depreme hazırlayamazsın. Bizim ülkemizde öyle yöneticiler var. “Allah gazap verdi, çünkü onlar günah işlediler” diyen bir adamı yönetici seçersen, yetkiyi de ona verirsen, depreme hazırlanamazsın. Demek ki önce yönetim. İkincisi halk. Her zaman kaçak-göçek bina yapan, yetkililer sırtını döndüğü zaman kaçak kat çıkan, bir şekilde imardan, iskândan kaçan, zemini fay hattı olsun olmasın kuleler diken, imar-iskân affı yapanları sırtına taşıyan, çığlıklar atan bir halkla deprem dirençli kent yapamazsın, bu iki. Demek ki yönetimi deprem dirençli, bilinçli, halkı da deprem kültürlü yapacaksın. Üçüncüsü; altyapı. Yani yol, köprü, viyadük, kanalizasyon, içme suyu, baraj vs, deprem gelmeden önce incelenecek ve deprem dirençli hale getirilecek. Bak, Maraş depreminin olduğu bölgede, Güneydoğu’da içme suyuyla kanalizasyon birbirine karıştı, şimdi hastalık gırla gidiyor, insanlar ölüyor. Yolun, köprün, havalimanın çöktükten, içme suyuna kanalizasyon karıştıktan sonra binan sağlam kalmış ne yazar! Demek ki altyapıyı da deprem dirençli yapacaksın. Sonra dördüncü olarak yapı stoğunu…
YAPI STOKUNU NİYE BU KADAR ÖNEMSİYORLAR; ÇÜNKÜ RANT VAR RANT!
Evet, deprem hazırlığı denince genellikle akla sadece yapı stoğunun durumu geliyor…
Bizde bütün insanlar bunun üzerine atlıyor. Peki şimdi Hatay’da mesela; binan sağlam olsa ne yazar! Yol yok, köprü yok, çevre alabildiğine kirli, kanalizasyon içme suyuna karışmış, salgın hastalıklar alıp başını gitmiş, fareler, yılanlar, çıyanlar ortalığa saçılmış, iş yok, güç yok. Ee neymiş, evi sağlammış! İnsan bazen “ölseydik de kurtulsaydık” diyor.
Nitekim 6 Şubat’tan sonra gittiğimiz deprem bölgesinde, Adıyaman’dan Maraş’a ve Hatay’a kadar bu sözü o kadar çok duydu ki…
Tabii, dolayısıyla her şey yapı stoku değil. Bu yapı stokunu da niye bu kadar önemsiyorlar, biliyor musun; müteahhitlik çünkü, para kazanıyorlar, rant var rant! Bu ülkede her şeyin önüne rantı koyarsan, ülke her şeyini kaybeder, kaybediyor. Bakın bugün Adana’da, dünyanın en verimli turunç bahçelerinin olduğu, tarımın envai türlüsünün yapılabildiği o güzelim sahayı dikilen gökdelenlerle kaybettiler. Hem depremde silleyi yiyoruz hem de tarımda. Böyle bir anlayış olur mu!
‘SAĞLAM EV YAPTIM, DEPREMDEN KURDULDUM’ DİYENLER, AL O EV SENİN OLSUN!
Deprem öncesi hazırlık konusunda saydığınız dört başlığın haricinde ne yapılmalı?
Dördüncüsü yapı stoku dedik; beşincisi de çevre ve ekosistemi güzelleştireceksin. Unutma; İstanbul gibi büyük kentlerde yüzmilyonlarca deprem molozu, atık çıkar ortaya. Bunun içinde kâğıdından demirine, bakırından asbestine, kimyasallardan patlayıcılara kadar, kanserojenler, toksikler dâhil her türlü madde vardır. Sen bu atıkları ciddi bir şekilde geri dönüşüme tabi tutacağın bir hazırlık yapmaz, uluslararası standartlara göre önceden belirlenmiş alanlara götürüp gömmez, usulüne uygun bertaraf etmez de gider akarsuların, nehirlerin kenarlarına gömüp üzerini örtersen, o gömünün içinde başlayan fizikokimyasal, biyolojik olaylar zamanla bütün ağır, kanserojen metalleri oluşturur. O ağır metaller zamanla toprağa, sonra yeraltı suyuna, oradan akarsuya, göle, denize karışır. O maddelerden etkilenmiş toprakta yetişen domatesi manavdan alır, yersin. Balıkçı o denizde tuttuğu balığı getirip sana satar, sen de o kanserojen maddeden etkilenmiş balığı afiyetle yersin. Deprem ilk başta on kişiyi öldürmüşse, bu türden çevre kirliliğiyle yıllar içinde yüzlerce insanı süründürerek, hastalandırarak öldürürsün ve kimse neden öldüğünün farkına bile varmaz. Dolayısıyla ekosistemi ve çevreyi koruyacak tedbirlerin depremden önce alınması hayati önemdedir.
MARMARA DEPREMİ EN BÜYÜK ÇEVRE FELAKETİNİ OLUŞTURDUĞUNDA İSTANBUL'DA YAŞAYAMAZSIN
Fakat ne devlet ne de toplum deprem sonrasını düşünüyor. Herkesin temel önceliği deprem anında hayatta kalabilmek…
Bunu bilmeyen toplum zaten şu anda İstanbul’u, Marmara’yı yaşanmaz hale getirmiş durumda. Hele ki beklenen Marmara depremi en büyük çevre felaketi oluşturduğunda sen İstanbul’da yaşayamazsın. Öyle ‘ağlam ev yaptım, depremden kurtuldum’ diyenler, al o ev senin olsun!
Bakın, bir başka mesele de ekonomiyi depreme hazırlamak.
TÜSİAD, MÜSİAD, İTO, ATO’NUN EKONOMİYİ DEPREME DİRENÇLİ HALE GETİRDİKLERİNİ Mİ SANIYORSUNUZ!
Nasıl yani?
Kentin ekonomisini de depreme dirençli hale getirmelisin. Bizde TÜSİAD’ın (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği), MÜSİAD’ın (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği), İTO’nun (İstanbul Ticaret Odası), ATO’nun (Ankara Ticaret Odası) ekonomiyi depreme dirençli hale getirdiklerini mi sanıyorsunuz! Maalesef öyle bir hazırlıkları yok, ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Zannediyorlar ki, bizim binamız çökmezse depreme hazırız! Güneydoğu’ya bak; 6 Şubat’la birlikte ekinin yüzde 40’ı öldü, ekipmanın tamamı bozuldu, pazarı, müşteriyi, depodaki bütün ürünleri, rekabeti kaybettiler, dünyadan uzaklaştılar. Üretim yok, işçi yok, çalışan yok, ihracat bitti. Bir zamanlar Anadolu’nun aslanları olan deprem bölgesindeki o 10 şehirde şimdi ekonomi mi var! Git bak bakalım şimdi ne durumdalar. Gayrisafi Milli Hasıla’nın yüzde 60’ının üretildiği Marmara’da deprem olur da ekonomi durursa, bütün ülke ekonomik olarak diz üstü çöker. Türkiye diz üstü çöktüğü zaman ekonomik bağımsızlığını da, siyasi bağımsızlığını da yitirir. Çünkü “borç alan, talimat alır” bizzat cumhurbaşkanının sözüdür.
İKLİM KRİZİYLE DEPREMİN ALAKASI YOK
Son günlerde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli bölgelerde hiç görülmemiş sıcaklar yaşanıyor. Küresel ölçekte yaşanan iklim krizinden kaynaklanan aşırı sıcak ve soğukların birtakım tektonik veya fay hareketlerini etkileyebileceğine dair tevatürler dolaşıyor. Bunlar ne kadar bilimsel?
Bilimsel filan değil. Bilmeyen adamlar da bunları konuşuyor işte. Eğer inançlıysan, “Biz Adem ve Havva’dan olduk, dolayısıyla ikimiz kardeşiz” dersin. Yani bu inançtan hareketle insanların kardeşliğini nasıl bağlıyorsan, iklim kriziyle depremi de öyle bağlıyorlar, alakası yok! Oysa depremin oluş mekanizması böyle değil. Sıcak olduğu zaman kayalar da dâhil cisimler genleşir, soğuk olduğunda büzülür. Bu genleşme-büzülme bir hareket sağlar. Güya böyle hareketler depremi tetikler! Bunlar gülünç olmanın ötesinde anlam taşımıyor.
Genel olarak çok mu karamsarsınız?
Yok, doğrular neyse onu söylüyoruz. Bizim bütün amacımız insanımızın ölmemesi. İnsanımıza hizmet edebildiğimiz kadar edeceğiz. İnşallah bir faydamız olur.