Rabe

Enseyi karatmayan çocukların “Rabe”si hep güçlü, sağ salim bir tebessüm sunuyor hepimize. Ayağa kalkmanın gücü sadece içimizde değil, en çok birbirimizde saklı çünkü.

Yıkık bir ülkenin umut enkazında yaşamaya çalışıyoruzdur belki de hepimiz. Kavga etmekten yorgun düşmüşüzdür ama kabul etmek ağrımıza gidiyordur.

Duygularımız kırık dökük değilmiş gibi yapmak işimize geliyordur.

Her gün dostluklarımızı, sevgilerimizi yalanlıyoruzdur birbirimize ama hala dost, hala arkadaş, hala sevgiliymişiz gibi davranarak kandırıyoruz belki de gerçeğimizi.

Nefes alıp vermekten yorgun, umut etmekten ezik, yoldaş olmaktan mahcubuzdur. Olamaz mı?

Küçük ruhlarımız kendini boğazlıyordur belki bulduğu karanlık bir tenhada. Duyduğumuz hırıltıların hep başkalarına ait olduğunu sanmalarımızdan ukalalığa, ukalalıktan hadsizliğe geçişimiz kötülüğün aranan ince çizgisidir belki de.

Belki de en masum sandığımız yerimiz, en zalim yanımızdır.

Dostlarımızın katilleriyle oturup eğlenen, sevdiklerimizin acısını satarak hayatını kuranlar belki de bu yüzden hiç de az değildir? Bedel ödeyenin sırtından yükselen bu yüzsüzlük de neyin nesi? Belki de bu yüzsüzlük gammazlıyordur bir başkasının masumiyetini haysiyet cellatlarına.

Ne kadar da alçaltıcı tüm olup bitenler. Ne kadar da utanç verici tüm bu yaşananlar, bu gevezelikler.

Çıkarların her şeye, her şeyimize tecavüz ettiği o sistemin altından geçiyor, geçiriliyoruz hepimiz.

Kapkaççıya dönüşen diller, sürekli bir başkasının cüzdanını, gücünü yalamakla muteber oluyor.

Daha büyük, daha parıltılı, daha yüksek, daha güçlü olmak için onuru ayaklar altına alanlar, çiğnenen haysiyetleri eğlenceye dönüştürenler, her şeyimizi ama her şeyimizi haraç mezat satışa çıkardılar gücün siyaset pazarında.

Çiğnendiğimiz yerde üzerinden atlayarak geçtikleri o cesetler evet bize ait. Dönüp bakabilseydik kendimize, yüzleşebilseydik yenilgilerimizle, onurumuzu ayaklar altından çekip alabilirdik belki de.

Pespayeliğe afilli cümleler kurmayı, şair, edebiyatçı, sanatçı havasında bağrımızı güçten yana havalandırmayı ne kadar da hızlı seçtik. Meğer ne kadar da dünden gönüllüymüşüz.

Böyle olmasa kırılmazdı bu kadar çabuk hayatın omurgası. Bu kadar çok rehin, bu kadar çok tutsak düşmezdik güç pezevenklerinin eline, diline. Ağır bir toplumsal ihanet işte böyle sardı benliğimizi ve dehşetin gönüllü şakşakçıları böyle doğdu içimizden.

Ve biraz ötemizde,

“Derdi varsa ağlar insan” diyen bir ılık ses çıtırdıyor küllerinden. Ağlamaya cesareti olandan korkar mı hiç insan?

Başlar birbirinin omuzuna düşüyor. Koca bedenler bir an için küçülüyor, ses kalpte dağlanıyor. Sığmıyor yürek kabına duygular. Ağladıkça ıslanıyor omuzlar.

“Sayılı gün çabuk geçer” sloganlı mahkûm üretimi sıcak çaylar soğuyor. Gözyaşları diniyor. Başlar omuzlardan kalkıyor.

Yarına sözler veriliyor, hayat kaldığı yerden devam ediyor. Maviye açılıyor duygular, Ferahlanıyor dostluk, yoldaşlık, vefa…

Biraz daha ötede,

Kurumuş kanlı bir çaputu cebinde taşıyor bir anne. Oğlunu arıyor her Cumartesi bir “meydan” yerde.

Kalkanlar kuşatıyor etrafını, bir avuç ses kalkanların arasından sesini duyurmak için kaldırıyor başını.

Seslerinin alın çizgileri her yıl biraz daha derinleşiyor, biraz daha çoğalıyor ve en çok söz verenlerin ve en çok “unutmayacağız” diyenlerin ve en çok kadraja girmenin en tehlikesiz anını kollayanların… Neyse ne…

“Derdi varsa ağlar inşan”

Bilen bilir, bağırarak tükenmek kahredicidir. Kendi sesinizin boşlukta dolanıp tekrar size dönmesi kadar kahredici bir şey yoktur. Bu yüzden yumruğunu ısıranların dünyasında her sızı “bu da gelir bu da geçer ağlama” diyen bir türküden ibarettir.

Bir başkaldırıdır bu.

“Rabe” diyen duvarların, sokakların, meydanların çırılçıplak ateşe tutuşması biraz bundandır.

Sessizliğin utanmazlığı parçalansın, onur, haysiyet kendini hatırlasın diye bu kaçıncı yanıştır kim bilir.

Kendini tutuşturanlar, kendini bilmezlerin teslimiyetinde daha çok harlarlar ateşlerinin altını.

Namertliği görmeden ölmek evladır çünkü.

Enseyi karatmayan çocukların “Rabe”si bu yüzden hep güçlü, sağ salim bir tebessüm sunuyor hepimize.

Ayağa kalkmanın gücü sadece içimizde değil, en çok birbirimizde saklı çünkü.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi