Fehim Işık
Rakka ve Mınbiç’ten ‘evet’ çıkarmak
Dünyanın başka yerinde insanlar yaşatacaklarını beyan ederek oy için kampanya yürütürler. Türkiye’de ise "ölümün hamaseti" oy aracı olmuş.
Fehim IŞIK
Eğer Erdoğan’ın tek adam olma, her şeye karar verme, istediği gibi yönetme derdi olmasaydı, bugün gündemimizi işgal eden birçok konuyu konuşmuyor olacaktık.
Örneğin IŞİD Türkiye’nin başına bela olamayacaktı. Dolayısıyla IŞİD gündemimiz bugünden çok farklı olacak ve belki de tüm toplum birlikte IŞİD’in yok edilmesinin en etkili yol ve yöntemlerini tartışıyor olacaktık.
Belki PKK’nin 1984’te başlattığı silahlı mücadele sonlanmış, sorunların müzakere edilerek çözülmesi için ciddi ilerlemeler kaydedilmişti. Hatta bu 16 Nisan referandumunda Kolombiya’da olduğu gibi halka sorunların çözümü için hazırlanan müzakere anlaşmasının onaylanması soruluyor olacaktı.
Türkiye’de yargının sefaletini, Meclis’in işlevsizleştirilmesini, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, gazetecilerin tutuklanmasını, onbinlerce insanın işten atılmasını, hayalleri ellerinden alındığı için intihar eden akademisyenleri, diktatörlüğü, faşizmi, Hürriyet’in 3 günde 50 takla atmasını ve daha nice konuşulanların hiçbirini konuşmayacaktık şu anda.
Çünkü bu sorunlar olmayacaktı.
Elbet sorunsuz olmayacaktık ama bugün konuştuğumuz sorunların yerine çok daha farklı sorunlar gündemimizi oluşturacaktı.
Savaş ve şiddetin son bulmasıyla oluşan savunma harcamalarındaki fazlalığın asgari ücretin artırılmasına, sağlık ve eğitime harcanması için neler yapılacağına yönelik tartışmalar olacaktı, sorunlarımızdan biri.
Eğitimde farklı dillerin konuşulması için çalıştaylar toplanacak, buralardan çıkan sonuçlar pilot bölgelerde uygulanacaktı. Bunun nasıl olacağını gündeme getirecektik, köşe yazılarımızda.
Dinin devlet yönetiminde bir unsur olarak kullanılması topluma dayatılamayacağı için insanların inançlarını özgürce yaşamalarının yol ve yöntemleri televizyonların gündemini kaplayacaktı. Hatta din devletini güçlendirmek için Diyanet’e ayrılan devasa bütçenin azaltılmasıyla, herkesin kendi inanç vergisini nasıl vereceğini, şimdiye kadar gadre uğrayan inançlara nasıl pozitif ayrımcılık yapılacağını konuşacaktık.
Uzun yıllardır süren savaşın yol açtığı tahribatların giderilmesi için neler yapılabileceğini, nasıl yapılabileceğini her birimiz dört tarafından tutarak gündeme taşıyacaktık.
Kadınların, çocukların, gençlerin öznel sorunları gündemimizin diğer başlıkları olacaktı.
Bunların hiçbiri olmadı.
Olan ne?
Şehit edebiyatıyla oy toplayan bir iktidar, bu iktidarın arkasına takıldığı tek kişiyi bırakın Türkiye’ye tüm dünyaya ‘reis’ olarak kabul ettirme çılgınlığı, bu tek kişinin de herşeyi kendisine endekslediği bir anayasa değişikliği referandumunu ‘en demokratik anayasa" diye yutturma lafazanlığı…
Olan bunlar işte…
Bunları da zorla, şiddetle topluma dayatıyorlar.
Buna rağmen risk var. Tüm şiddet, baskı, hile, entrika ve korkutmalara rağmen yüzde elli bulunamayabilir.
Bu durumda yaşama geçirecekleri bir B planı var mı? Görünen o var ve B planının hesabını da –kanaatim o ki– yeni bir şiddet dalgası üzerinden yapıyorlar.
Aylardır ABD açıklama üstüne açıklama yapıyor, "Rakka operasyonunu Kürtler ile birlikte yürüteceğiz," diyor. Mınbiç’e yönelik olası bir Türkiye saldırısını önlemek için güçlerini Mınbiç’in batısına yığıp güvenlik duvarı oluşturuyor. Türkiye’ye çağrısı da açık: Kürtlerle yani YPG ve YPJ ile birlikte hareket edeceksen, buyur gel.
ABD’nin "buyur gel" demesinin elbet ince hesapları var. Konumuz bu olmadığı için, ayrıntılarına girmeyelim. Ama bilinen şu; Türkiye’nin Rakka’ya girmesi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın oy toplamak için çıktıkları meydanlarda ağızlarından düşürmedikleri "milli hamaset" gibi kolay değil. Ciddi bir risktir, karmaşadır, bir zümrenin çıkarı için Ortadoğu’ya sürülen genç askerlerin daha fazla batağa saplanmalarıdır, hergün onlarcasının hayatını kaybetmesidir.
Ne yazık ki bu da görülmüyor. Toplum o kadar körleştirilmiş ki, basın o kadar kontrol altına alınmış ki bunları görebilmek neredeyse mümkün değil.
İşin ilginci, bu hamasete güvenip ‘Evet’ demeye hazırlananlar da var.
Baksanıza Bahçeligillerin hezeyanına.
Baksanıza "vurun", "öldürün", "yok edin" derken ağzından salyalar akanların çılgınlıklarına.
Oysa dünyanın başka yerinde insanlar yaşatacaklarını beyan ederek oy için kampanya yürütürler. Türkiye’de ise "ölümün hamaseti" oy aracı olmuş.
Yok!
Hep birlikte "ölümün hamasetine" son vermeliyiz…
Bunun için yapılacak en akıllıca şey; kocaman bir ‘hayır’ demektir…
Hayır, binlerce kez hayır…
Yaşamak ve yaşatmak için hayır…