Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Reichstag'tan Afrin'e uzanan cehennem yolu…

Cehennemin bugünkü baş zebanisi ise küçük yavrulara bile şehadet adı altında ölüm vaad eden imam-hatipli Recep Tayyip Erdoğan…

Bu yazının yayınlanacağı 27 Şubat günü benim de 82. doğum günüm… Gerçi 12 Şubat'ta doğmuşum ama tüm çocukluğumu yaşayacağım İç Anadolu kırsalının Irmak ara istasyonunda görevli babam Kalecik ilçe merkezine ancak iki hafta sonra gidebildiği için resmi kayıtlara göre doğum tarihim 27 Şubat 1936…

Bu karmaşık doğum tarihi yüzünden Türkiye'deyken hakkımda açılan basın davalarında savcılar ve sorgu yargıçları önünde az sorun yaşamamıştım.

Kimler yaşamamıştır ki… Kırsal kesimlerde doğmuş milyonlarca kişi hangi gün, hangi ay, hatta hangi yılda doğduğunu bile bilmezdi. Sırf resmi formaliteler için eline tutuşturulan kimlik kartında yazılı tarih ne ise, doğum tarihi de oydu.

Bizim Brüksel'de kurduğumuz çok kültürlü Güneş Atölyeleri'ne kaydolanlar arasında özellikle Güney Doğu Anadolu'dan gelen yüzlerce Kürt, Ermeni, Asuri'nin nüfus belgelerindeki tarih genellikle 1 Ocak olurdu.

Evet, çoğunun da doğum tarihi, yıllar farklı olsa da, 1 Ocak'tı. Gerçek doğum tarihleri bilinmediği için hepsinin doğumuna bürokrasimiz böyle tarih düşmüştü.

Ya Ermeni, Asuri ya da Kürt oldukları halde Türkiye'deki ırkçı ve şoven baskılar nedeniyle nüfuslarında kimlikleri ve soyadları "Türk" yazılanlar? Onları kaydederken bu kimliğini inkar ettirici baskıların yüksek tepelerdeki faillerine İnci'nin ve benim hıncımız daha bir bilenirdi.

Eskilerde doğum günü kutlamalarına, çoğunca "burjuva özentisi" görüldüğünden, hali vakti yerinde aileler dışında ya da "önder"lerini her fırsatta kutsamayı görev bilen partiler dışında pek önem verilmezdi…

Facebook icad oldu, töreler bozuldu… Facebook resmi doğum günlerini afişe etti edeli bir kutlama furyası… Dostlar, sevenler sağolsun, kutlayanlara da, kutlamayanlara da sağlık, mutluluk ve esenlik dolu daha nice yıllar…

Yazılarımı genellikle karamsar bulan dostlarımı memnun etmek için bu hafta sevindirici bir şeyler yazmak niyetindeydim. Tam da bilgisayarın önüne geçmiştim ki ekrana yine bir kara haber düştü.

Tayyip diktasının kırmızı renkli "aranan teröristler" listesine adını koyduğu Suriye Kürt liderlerinden Salih Müslim, halkının Afrin'de uğradığı saldırıya karşı uluslararası dayanışma sağlamak için gittiği AB ülkesi Çekya'nın başkenti Prag'da tutuklanmıştı.

Salih Müslim olayını geçen iki yazımda da işlemiş, özellikle Brüksel'de yaptığı basın toplantısına Belçika medyası tarafından yer verilmemesini, Belçika siyasal partilerinin, en solda geçinenler dahil, Türk Ordusu'nun Afrin'e saldırısı karşısında yeterince tepki göstermemesini eleştirmiştim.

Ulusal direniş mücadelesi veren bir halkın lideri pazar günü Prag'da tutuklandığında da aynı sessizlik. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Suriye geneli için "ateş kes" kararı almış. Suriye hava kuvvetlerinin bu karara rağmen Doğu Guta'da bombardımana devam ettiği görüntülerle birinci dış haber olarak veriliyor. Ama aynı ateş kes kararını Erdoğan'ın da hiçe sayarak Afrin'de işgal operasyonuna devam ettiğine dair tek haber ya da yorum yok.

Buna karşılık aylardır yolsuzluk skandallarıyla sarsılan Brüksel Anakent Belediyesi'nin verdiği izinle AB kurumlarının yanıbaşındaki bir alanda sadece Belçika'dan değil, civar ülkelerden özel otobüslerle getirtilen Tayyip bendesi göçmenler tam bir savaş histerisi içinde Türk bayraklarını dalgalandırarak dünyaya meydan okuyor.

Sabaha karşı internette Tayyip yalakası gazetelerin birinci sayfalarına bakıyorum. Yıllarca önce, 2 Şubat 1999'da. Abdullah Öcalan'ın uluslararası bir komployla Kenya'da tutuklanmasından sonraki zafer sarhoşluğunun yeni bir versiyonu yaşanıyor.

Sanki Salih Müslim illegalde, nerede oluduğu bilinmeyen gözü kanlı bir terörist! MİT'in zehir hafiyeleri ucuz Amerikan polisiye serilerine taş çıkartacak bir cengaverlikle bu tehlikeli "terörist"in Prag'ta bulunduğunu tesbit etmiş, Çek polisi de bu istihbarat sayesinde gecenin saat 2'sinde kaldığı otele baskın yapıp Müslim'i tutuklamış.

El insaf!

Yalancılığın, haysiyetsizliğin, basın ahlakını ayaklar altına almanın bu derekesine nadir rastlanır...

İki hafta önce yine Artıgerçek'te şunları yazmıştım:

"İçişleri Bakanlığı devletin tüm araçlarıyla vatandaşları 'terörist' olarak damgalanan muhalifleri para karşılığında ihbar etmeye çağırıyor. Bu rezil uygulamanın son hedeflerinden biri de YPG eski eş başkanı Salih Müslim… Üç dört yıl önce bu sıfatıyla Ankara'da devlet yetkilileri tarafından Suriye sorununun çözümünde muhatap alınan, günümüzde de TEV-DEM adına uluslararası planda Suriye kürtlerinin sözcülüğüne yapan Salih Müslim'in 14 Şubat günü Brüksel'de basın toplantısı yapacağı Brüksel Kürt Enstitüsü tarafından ayın 9'unda tüm medyaya duyurulmuştu. Duyurunun hemen ertesinde Tayyip yalağı Türkçe medyada bir Kürt teröristinin Avrupa Birliği merkezinde konuşmasına izin verildiği gerekçesiyle Belçika yöneticilerine bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu baskılar şimdilik sonuç vermedi ve Suriye Kürtlerinin iki temsilcisi hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan basın toplantısını yaparak barışçıl mesajlarını kamuoyuna ilettiler."

Bu bizim "Cingöz Recai" MİT'çiler nasıl oldu da herkesin gözü önündeki Müslim'in nerede olduğunu tesbit edip de Belçika polisine tutuklattıramadılar?

Anımsatıyorum... Aynı kırmızı listede KNK yöneticisi eski DEP milletvekilleri Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar da var... Nerede oldukları, ne yaptıkları cümlenin malumu...

Geçen yazımdaki sorumu tekrarlıyorum:

"Bu muhalifler Belçika sosyal ve siyasal yaşamının içinde son derece aktif, herhangi bir muhbir Türk vatandaşı tarafından ihbar edilmeyi gerektirmeyecek kadar nerede yaşadıkları ve ne yaptıkları Türk Büyükelçiliği tarafından bilinen kişiler…Yeni listeler yayınlandıktan sonra kendilerini tanıyan ve nerede olduklarını bilen kaç muhbir vatandaş tarafından ihbar edilecekler? Hele hele ihbar edenler için söz verilen milyonluk sadakalar kaç kişi arasında hangi oranlarda, nasıl paylaşılacak?"

Örneğin,  Salih Müslim'i yakalatmanın ulufesi olan 4 milyon kime gidecek?

Neyse, bu arsıulusal ve de şiddetle ulusal sorunun yanıtını bulmayı ortada "gazeteci" diye dolaşan Tayyip hafiyelerine bırakalım.

82 yaşını doldurduğum 27 Şubat günü, 85 yıl önce Almanya'da Reichstag'ın ateşe verildiği gün… O yangın sayesindedir ki Hitler ve avenesi yarım yamalak oturdukları iktidar koltuğunda korkunç bir anti-semit ve anti-komünist kampanya başlatarak birkaç ay sonra iktidarı tamamen ele geçirecekler, sadece Almanya'yı değil, tüm dünyayı onmilyonlarca insanın can verdiği bir kıyamete sürükleyecekti.

Bundan tam 52 yıl önce, Akşam Gazetesi'nin yöneticisiyken yazmış olduğum Faşizm adlı kitaba dönüyorum:

"27 Şubat akşamı Reichstag'da büyük bir yangın çıkmış ve Goering bu yangının da komünistler tarafından çıkartıldığını ileri sürerek solculara karşı büyük bir terör hareketine girişmiştir. Oysa ki bu yangının nazi SA'lar tarafından çıkartıldığına dair sonradan çok kuvvetli deliller ele geçirilmiştir. Hitler bu yangın olayından geniş çapta yararlanmış, 28 Şubat'ta cumhurbaşkanı Hindenbourg'a bir kararname yayınlattırarak anayasanın fert hürriyetlerini garantileyen yedi bölümünü kaldırtmıştır.

"Başka bir kararname ile de, eyalet devletlerinde iktidarın doğrudan merkezi hükümete bağlanması sağlanmış, böylece Hitler iktidara geçer geçmez 'komünist tehlikesi' gerekçesiyle bütün muhalefeti susturmuştur.

"Kararnamenin yayınlanmasından hemen sonra komünistler, sosyalistler ve liberallerin ileri gelenleri ile milletvekilleri tutuklanmış, kamyonlar dolusu SA'lar evleri basıp kurbanlarını kışlalara götürmüş ve tam bir işkence devri açılmıştır."

Bu kitabı yazdığım günler, Türkiye'de sol hareketin güçlenmesi ve Türkiye İşçi Partisi'nin Meclis'te güçlü bir sosyalist grup oluşturması karşısında zamanın başbakanı Süleyman Demirel'in AP'si ile faşist albay Alparslan Türkeş'in MHP'sinin demokratik açılımı önlemek için binbir kirli tertibe başvurmaya başladıkları günlerdi.

O kirli tertiplerden biz de nasbimizi alacak, kitabın baskıya girdiği günlerde Akşam'ı günlük medyada solun sesi haline getiren ekibimiz hükümetin ve sermaye çevrelerinin baskısıyla gazete yönetiminden uzaklaştırılacaktı.

Yıllar hızlı geçiyor…

Akşam'dan sonra solun sesini duyurmasına katkıda bulunmak üzere yayınladığımız Ant dergisi ve kitapları…

Ama karşımızda hep aynı düşman… Bu kez sadece Amerikancı sermayenin Morrisson Süleyman'ı ve NATO misyonlu faşist Alparslan Türkeş değil, bir de Suudi ve Emirlikler sermayesiyle Türkiye'nin siyasal yaşamına ve medyasına el koymaya başlayan islamcı faşist örgütler…

Ant Dergisi'nin tarihsel Tan matbaasında basımının islamcı işadamları tarafından "emri ilahi" gerekçesiyle yasaklanması, Amerikan 6. Filosu'nun ziyaretine karşı direnen işçilerin ve gençlerin üzerine Taksim'de ölüm kusan islamcıların Kanlı Pazar'ı…

60'lı yıllarda sosyalist hareketin gelişimine set çekmek üzere ABD destekli bir "Ortanın Solu" icad eden Bülent Ecevit'in 12 Mart sonrasında solun tüm potansiyelini islamcıların iktidar hırsına ve de militaristlerin Kıbrıs fütuhatına peşkeş çekmesi…

Ve de yüzyıl dönümünde Recep Tayyip Erdoğan namında bir imam-hatip'linin başını çektiği islamcı faşistlerin, bir kesim sol ya da liberal safdillerin de kutsamasıyla iktidar basamaklarını üçer beşer atlayarak tepeye tırmanması…

Bu yaş günümde geriye bakıyorum…

1933… Almanya'da Hitler nazizminin bir 27 Şubat gecesi Reichstag'ı kendi kahrevengi gömleklilerine yaktırarak "Vatan elden gidiyor" yaygarasıyla tüm dünyayı kana bulayacak faşist diktayı kurması.

1933'ü bilmem mümkün değil ama, Türkiye'nin çok birçok 1933'ünü yaşamışım…

Sondan bir öncesi 2016… Türkiye'de Tayyip islamcı-faşizminin 15 Temmuz 2016 gecesi çakma darbe tezgahlayıp Meclis binasını bombalatarak "Vatan elden gidiyor" yaygarasıyla o güzelim ülkemizi KHK'larla tam bir cehenneme dönüştürmesi…

Sonuncusu 2018… 20 Ocak, Afrin… Sözüm ona "Türkiye'nin sınır güvenliğini sağlama" bahanesiyle Kürt halkını yokedip islamcıları yerleştirerek Afrin'e elkoyma girişimi…

Suriye-Irak bütününde islamcı IŞİD ve El Kaide teröristlerine karşı gerçek bir halk savaşı veren ve de muzaffer olan Suriye Kürdistanı'nın yiğit erkek, kadın ve çocukları bugün Erdoğan'ın islamcı çapulcularla desteklenmiş askeri işgaline, kasaba ve köylerinin bombalanmasına karşı direniyor…

Ve de bu onurlu direnişin uluslararası sözcüsü Salih Müslim Avrupa Birliği'nin bir ülkesinde kahpece tutuklanıyor.

Veysel'in dediği gibi uzun ince bir yoldayız…

Bu uzun ince yol Reichstag'dan başlayıp 85 yıl sonra Afrin'e varan bir cehennem yolu…

Cehennemin bugünkü baş zebanisi ise küçük yavrulara bile şehadet adı altında ölüm vaad eden imam-hatipli Recep Tayyip Erdoğan…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi