Rusya anti-emperyalist mi?

Kapitalizmin Büyük Güçleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılması için mücadelede “anti-emperyalist” bir taraf olamaz. Bu bölünmeden doğacak olan, “antiemperyalist bir denge” değil, emperyalist savaştır, demokrasinin yok edilmesidir, militarizmdir.

Açık emperyalist rekabet tüm dünyada, aktif savaş hazırlığı ve bölgesel savaşlar biçiminde gelişirken, solda bu süreci farklı algılayanlar da var.

Almanya Komünist Partisi’nin (DKP) genel başkanı Patrik Köbele, geçtiğimiz yıl, partisinin 25. Kongresinde yaptığı konuşmada, BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü üyelerini “emperyalist saldırganlık nedeniyle çoğu kez anti-emperyalist bir güç” olarak ilan ediyordu. Köbele, “çok kutupluluk” olarak adlandırdığı açık emperyalist rekabetin ise “selamlanması gerektiğini” söylüyordu! “Bu sosyalizmin zaferden zafere koştuğu bir aşama değildir henüz “(!!) ”Fakat, muhtemelen oraya giden yolu açacak olan bir aşamadır. Bu emperyalizmle anti-emperyalizm arasındaki güçler ilişkisinin daha dengeli olduğu bir aşama olabilir. Ve bunun bir ilerleme olduğu, Avrupa dışındaki birçok halk tarafından, oldukça net hissedilmeye başlanmaktadır.”[1]

Herhalde gömleğin yanlış iliklenen ilk düğmesi, Köbele’nin emperyalizm ile kapitalizmi suni olarak birbirinden ayıran ilk cümlesi olmaktadır. Devam eden düşünce hattının tüm halkaları da bu yüzden hatalı gelişmektedir.

Almanya gibi, Rusofobinin resmi siyasetin tüm katmanlarını sarıp sarmaladığı, sosyal demokratların, tıpkı 1914’te olduğu gibi militarizme aktif destek verip emperyalist savaş yanlısı hale geldiği bir ülkede, belki de Köbele’nin bu sözleri kulağa “ilerici” gibi geliyor da olabilir. Ancak kendi emperyalizmini eleştirmenin yolu, hasım emperyalistlerin övgüsü olamaz.

Tekelci kapitalizm zemini üzerinde duran ve tekelci burjuvazinin iktidarda olduğu Rusya’nın ve Çin’in, kapitalizmin Büyük Güçleri arasında yer aldığına hiç şüphe yoktur. Göreli ekonomik zayıflığını, Rusya, devasa askeri gücü ve nükleer silah tekeli ile dengelemektedir. Almanya ve Rusya’nın askeri güçlerinin kıyaslanması, bu konuda açık bir fikir verebilir.

BÜYÜK YANILGI

Kapitalizmin Büyük Güçleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılması için mücadelede “anti-emperyalist” bir taraf olamaz. Ya da geriden gelip, dünyanın yeniden paylaşılmasını talep eden Büyük Güçlerin, mevcut statükonun sahiplerine yönelttikleri eleştiride anti-emperyalist bir yan bulunmaz.

20. yüzyılın başlarında, yeni gelişen Alman emperyalizmi, İngiliz emperyalizmini, onun sömürge tekelini, denizcilik tekelini şiddetle eleştiriyordu. Ama bu eleştirinin amacı, sistemi değiştirmek değil, Almanya’nın sömürge ve nüfuz alanları paylaşımından “hak ettiği” payı almasaydı. Almanya’nın yeniden paylaşım talebi, İngiltere’yi “dengelemedi”, bir dünya barışı atmosferi falan da yaratmadı! Tersine, açık emperyalist rekabete ve nihayetinde 1. Emperyalist paylaşım savaşına yol açtı.

Tarih o güne değin böylesine kanlı bir savaşa şahit olmamıştı. 10 milyon insan, tekellerin çıkarları uğruna katledildi.

“Çok kutuplu” dünyayı “selamlamak”, yani açık emperyalist rekabetten, sanki halkların mücadelesi sonucu ortaya çıkmış ilerici bir durummuş gibi bahsetmek büyük bir yanılgıdır.

Emperyalizmin “normal hali” zaten “çok kutupludur.” 1991 sonrası ABD’nin tek kutuplu egemenliği, özel ve istisnai bir durumdu. Tekellerin dünyayı paylaşmak ve yeniden paylaşmak uğruna bitmez kavgası, emperyalist devletleri rakip kamplara böler – tıpkı itilaf ve ittifak devletleri bölünmesinde olduğu gibi. Bu bölünmeden doğacak olan ise, “antiemperyalist bir denge” değil, emperyalist savaştır, demokrasinin yok edilmesidir, militarizmdir.

FİLİSTİN ÖRNEĞİ ORTADA

Köbele, “Avrupa dışındaki birçok halk tarafından” bu “ilerlemenin” hissedildiği öne sürüyor. Örneğin, Filistin halkı, neden “çok kutuplu” dünyanın getirdiği “ilerlemeyi” (!) hissedemiyor? Çünkü mesele Filistin olduğunda, dünya hala fazlasıyla tek kutuplu! Filistin için harekete geçenler, sadece dünyanın demokratik, ilerici güçleridir. Rusya da Çin de, İsrail’le kurdukları güçlü bağların zedelenmesini istemiyor. Bu sebeple de, İsrail’in Gazze’deki soykırımını durumu değiştirecek herhangi bir hamle yapmaksızın – lafta İsrail’i eleştirip, pratikte İsrail’i destekleyerek – izliyorlar. 2020’den bu yana İsrail’in en büyük mal ihracatçısı olan ve İsrail’e 19 milyar dolar yatırmış olan Çin’in başka türlü davranması beklenebilir miydi?

Demek ki, bir halkın dünyanın gözü önünde vahşice katledilmesi gibi, Rus ve Çin tekellerinin çıkarlarıyla ilgisiz bir konuda, dünya “çok kutuplu” değil. Öyleyse, “çok kutupluluğun” emperyalizmi gerileteceğini sanmak niye?

[1] “In Welcher Epoche Leben Wir?” başlıklı konuşmadan akt. Birlik ve Mücadele dergisi, Sayı 47, Ocak 2024, sf. 82-83.

Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. "İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi'ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul'da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi'nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP Merkez Yürütme Kurulu'nda yer almıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi