Baskın Oran
S. Arabistan’daki ezanı mı yeğlersiniz Bodrum’dakini mi?
Ben kesinlikle Suudi’dekini isterim. Hem de hiç tereddütsüz.
Bütün Türkiye’de sonuna dek açılmış cami hoparlörleri insanı dinden soğuturcasına kulak yırtıyor ama Bodrum’un ezanı sanki kulak parçalıyor. Dersiniz ki Diyanet, Eski Ahit’e göre günahkar oldukları için Tanrı'nın gazabıyla yok edilen Sodom ve Gomore’yi bir kez daha cezalandırmak için özel olarak yapıyor bunu.
Aslında bizim eve yakın cami veya apartman-altı mescidi filan yok. Ama ne fark eder, daha önce de bahsetmiştim, üç yüz metre kadar yukarımızda Manastır Oteli'nin hemen altında müftü lojmanı var ya, oraya hoparlör koymuşlar, ortalığı inletiyor. Ünlü otelin yanı sıra, elli metre altındaki yargıç, savcı ve polis lojmanları ile onların karşısındaki kaymakam evini gümbürdetiyor.
“Laik” Türkiye’de durum böyleyken şeriatçı S. Arabistan’da çok ama çok farklı. Adamlar üç sene önce (Haziran 2021) ezanın, camilerdeki tüm hoparlörlerin azami ses seviyesinin en fazla üçte biri yüksekliğinde okunması kararı aldılar. Muhafazakarlardan tepki gelince de İslami İşler Bakanı aynen şunları söyledi:
“Bu kararı halktan gelen tepkiler üzerine aldık. Yaşlıların ve çocukların uykularının bölündüğünden şikayet ediyor aileler. Zaten namaz kılmak isteyenlerin imamın sesini beklemesine gerek yoktur; önceden camiye gitmiş olmaları gerekir".
Ezan sonrasında camilerde okunan dualar veya verilen vaazlar da artık hoparlörden yayınlanmayacak; ezandan sonra hoparlörler kapatılacak.
Bazılarının kulağına gitsin diyorsanız, dahası da var:
Suudi bakan bu karara karşı çıkanları “Suudi krallığının düşmanı” olarak niteledi ve bu kişilerin sorun çıkarmak ve ulusal bütünlüğü bozmak istediklerini söyledi.
***
Şeriatçı S. Arabistan’dan devam edeceğiz de, “laik” Türkiye’de sadece bu Ağustos ayı içinde oluşan gelişmelere göz atalım önce.
Özel hayat dersen: “Vali Bey istemediği için” turistik Amasya’da içkili restoranlar birer birer kapatılmaya başlandı. Yeşilırmak kıyısındaki o güzelim Yalıboyu evleri arasında bulunan Avukatlar Evi’ne de içki ruhsatı reddedildi.
"Kıyafeti açık kadınlar geliyor ve müzik çalınıyor" diye Diyarbakır kafelerine ve sahiplerine sürekli saldırılıyor ve failler ânında serbest kalıyor.
Milli Eğitim dersen: Liselerde 8 saat zorunlu olan din dersi, ayrıca 4 saat zorunlu seçmeli, 4 saat de tercihe bağlı seçmeli olacak şekilde toplamda 16 saate yükseltildi. Diyanet’in son Cuma hutbesinde üzerinde özellikle duruldu: “Adab-ı Muaşeret, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı ve Temel Dinî Bilgiler derslerini çocuklarımızın seçmeleri için gerekli hassasiyeti gösterelim ki dünyamız huzur ve mutlulukla dolsun. Ahiretimiz cennet olsun” denildi.
Yargı dersen: Bebeğin topuğundan alınan birkaç damla kandan; doğuştan zeka geriliği, beyin hasarı, kas hastalıkları ve ölümlere yol açabilen hastalıkların taranması yapılabilirken, Kars’ta bir aile karşı koydu. Sağlık İl Müdürlüğü konuyu mahkemeye taşıdı. Yargıç Muhammed Koç talebi reddetti ve gerekçeli kararda anne-babanın topuk kanı vermeme özgürlüğünü savundu.
Daha da ilginci (bu “ilginç” kelimesini burada aile terbiyemi muhafaza etmek için kullanıyorum), gerekçeli kararda; kendini “İslami tıpçı” olarak tanımlayan biyolog Aidin Salih’in kitaplarına atıfta bulunuldu. İnternetten baktım, bu hanım 1943’te Ukrayna’da doğmuş, kırk yaşından sonra Müslüman olmuş, 2005’te giriş izni aldığı Türkiye’de 2014’te ölmüş. Hatırladım: “Mühtediler [dönmeler] Daha Mutaassıp Olur”.
Ekonomi dersen: Geçen hafta da yazmıştım, Türkiye’de %27,37 nüfus işsiz, kısa vadeli dış borç 236 milyar dolar. Böyle bir ülkede Diyanet günde 260.000 TL harcamakta. Yine de fazla sayılmaz çünkü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin harcaması günde 11 milyon TL, cumhurbaşkanının koruma giderleri de günde 8,1 milyon TL (Ocak 2024).
Dış politika dersen, rezil İsrail mezalimini lanetlemek hususunda dünyada en öne çıkan ve Hamas’ı koşulsuz destekleyen CB Erdoğan, bir ay önce (27 Temmuz) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas için şunları söyledi:
“Sayın Abbas kusura bakmasın önce bizden ayrıca özür dilemesi lazım. Davet ettik gelmedi. Bekliyoruz bakalım gelebilecek mi?".
AKP’li eski İzmir İl Başkanı Ömür Kabak’ın, "Ezan ibadete çağrı yapan İslam’ın sesi mi, yoksa bebekleri 5 kez uykusundan uyandıran, ağlatan cazgır gürültüsü mü?" diye isyan etmesinde arayalım teselliyi ve dönelim yine şeriatçı S. Arabistan’a:
***
Ülkeyi fiilen yöneten Veliaht Prens Muhammed bin Selman bikaç yıldır çok dikkat çeken şeyler yapıyor. Son olarak, 450 milyon dolara almış olduğu ve L. da Vinci’ye atfedilen Salvator Mundi (Dünyanın Kurtarıcısı) adlı Hz. İsa tablosunu Riyad’daki müzede sergileyeceği haberleri çıktı.
Daha önce, 2017’de Suudi Menkul Borsası'na ilk kez bir kadını atamıştı. Bir kadın şarkıcının ilk halka açık konserini gerçekleştirmişti. 2019’da din polisinin yetkilerini kısıtlamış ve kadın haklarını artırmıştı. E-vize sistemi getirerek ülkeyi uluslararası turizme açmıştı.
2018 yılı en geniş reformlara sahne oldu: Kadın sürücü yasağı kaldırıldı. İlk halka açık sinema faaliyete geçti. Cidde’deki spor stadyumu kadınları kabul etmeye başladı. Suudi kadınların bir erkeğin izni olmadan kendi işlerini açmaları yasallaştı. 21’ini bitirmiş kadınların erkek vasilerinin izni olmaksızın pasaport almalarına ve yurtdışına seyahat etmelerine cevaz veren yasa çıkarıldı. Anneler boşandıktan sonra herhangi bir dava açmak zorunda kalmadan çocuklarının velayetini alma yetkisine sahip oldular.
Bilmem, sırf süreç yani gidişat mukayesesi açısından, siz Bodrum’daki ezanı mı tercih edersiniz, Riyad’dakini mi?
***
Bodrum derken, çoktan Bodrum dedikodusu yazamadım. Hem Dalavera Memet abim artık yok ki her sabah taze haber getirsin, ayrıca dizler eskisi kadar iyi değil ve pek hevesim yok dışarı çıkacak.
Gerçi bina yapımı açısından merkez Bodrum, ilçelerdeki gibi bozulmadı aynı kaldı, sivrisinek de bu yıl iyice azaldı; ama bu yıl gürültü ve çöp artık ziyaretçi sayısıyla fena halde katlanmış vaziyette. İnsan-ı nâşerifler plastik su şişesini iki adım ötedeki çöp kutusuna değil yere fırlatıyorlar, nerde ki sigara izmaritlerini plaja hatta denize atmayacaklar. Hani, Venedik’e ayakbastı parası koymuşlar ya, önce acayibime gitmişti, o geldi aklıma.
Bizim Z. Müren Caddesi bu yıl bir gürültü ve kargaşa yumağı halini aldı. Çünkü tek gidiş tek geliş olan bu çok işlek caddeye arabalar burun buruna park ediyor ve sonuçta gidiş-geliş tek şeride kaldı. Yol her an tıkanıyor, durmadan kornalara abanılıyor, ardından da erkekliğin icabatından olan kavgalar. Çekilir gibi değil.
Trafik polisleri ne yapıyor diye sormayın, Haziran’dan bu yana sadece 1 kere müdahale ettiler ve ondan sonra bu hüdayinabit berbatlığı kendi haline bıraktılar. Söylendiğine göre, “Park edilmez, çekilir” levhalarını dinlemeyen bu arabalar dizisine internetten ceza yazıyorlarmış, güya. Kardeşim, madem engellemeye gücünüz yetmiyor, bükemediğiniz bileği öpün ve bu levhaları kaldırıp yerine “Park etmenin saati şu kadardır” diye levhalar koyun da devletin namusu kurtulsun bari.
Neyse, moralmanımızı bozmayalım. Buyurun, Feyhan’ın 13.30’da benim ise 17.30’da indiğim Paşatarlası Plajı'ndaki çok değişik bir sentezi temaşa edin. Derilerinin her bi cm2’sini tepeden tırnağa resimleten ve gerine gerine teşhir eden insansı’ları saymazsak, değişik iki tür var:
Bu yıl çok sayıda kadın, mayo imalatçılarının (herhalde maliyeti asgariye düşürmek amacıyla) arka kısmını bir ip’e indirgedikleri tangaları giyiyorlar. Bu ip, rahmetli Dalavera abimin “yanak” dediği şeftaliyi tam ortadan yarıyor.
(Bu meyanda, anlatmasam çatlarım, sol yanımızda yatan tangalı çok güzel bir genç kadın var, benim gözüm takıldı rabbim neler yaratıyor yaratınca, diye. O sırada Feyhan demez mi, kıza dikkat ettin mi, ayakları 6 parmaklı! Serçeye bitişik bir parmağı daha varmış ayaklarında. Rabbim ayrıca ne değişik ilgi alanları yaratıyor…)
Diğer bazı kadınlar ise, “haşema” da neymiş ki, tepeden tırnağa çarşafla yüzüyorlar; evet bildiğimiz çarşafla. Yanlarında kendilerine anne diyen, bildiğimiz mayolu kız çocukları. Bazıları da başlarında kapüşon bacaklarında tayt olmak şartıyla, uzun kollu elbiseyle yüzüyorlar, su voleybolu oynuyorlar.
Arka üstü yüzdükten sonra yirmi dakika kadar suda yürüyorum dizlerim için, o sırada çarşafla girenlerin yanından geçerken konuşmalarını duydum, Arapça marapça değil, Türkçe konuşuyorlardı neredeyse hepsi.
Bilmiyorum başka yerlerin başka plajlarında böylesi bi sentez var mıdır ama Bodrum’da var. Ezan sesinin tacizine karşılık bu da var Bodrum’da, aslan Bodrum’da…
Baskın Oran kimdir?
1945 İzmir. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Genelkurmay başkanına (2009), cumhurbaşkanına (2017) ve içişleri bakanına (2018) davalar açtı ve kaybetti. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/).