ayşe düzkan
sadece yazarak olmaz!
ankara garı katliamı’nın üzerinden en fazla iki ay geçmişti, gece geç bir vakit galatasaray’dan taksiye bindim, taksim tarafına gidiyordum, trafik tıkandı. taksici sanki durumu kendisi sağlamış gibi gururlu bir ifadeyle, "millet çıkmaya başladı tekrar," dedi. "ankara’dan sonra bir süre herkes evine çekilmişti, ama sağ olsun polisimiz pkk’lıların dersini verdi, herkes tekrar çıkıyor," dedi. "ne alakası var?" dedim, "ankara’daki patlama ışid’in işi!" "ben pkk’nın yaptığına inanıyorum," dedi adam suçlayıcı bir tavırla. "yahu olur mu, savcı ışid diyor!" diye ısrar ettim, şoför tekrar, "ben pkk’nın yaptığına inanıyorum," dedi.
dediği şeye inandığından şüpheliyim. ama o sırada başbakan olan davutoğlu’nun, 10 ekim davası savcısının bile dikkate almadığı "kokteyl örgüt" tanımlaması, ışid’e toz kondurmak istemeyenler için bir can simidi olmuştu.
ülkelere ve kültürlere özellikler atfetmeyi çok makul bulmuyorum ama bazı şeyler toplumsal hayata yerleşiyor. türkiye’nin çok az ortak noktası var, bunlar daha da azalıyor. ve kendini kandırmayı da içerecek şekilde ikiyüzlülük bunlardan biri.
geçen hafta, cumhuriyet gazetesi, ankara garı katliamıyla ilgili önemli bir haber yaptı. mit’in katliam sonrasında savcılığa gönderdiği gizli raporda ışid’in türkiye’ye yönelik eylem tehdidinin arttığına dair istihbaratlara yer verilmiş ve "pkk-kck çıkarlarına karşı" eylemler gerçekleştirebileceği uyarısında bulunulmuş. ışid bünyesindeki türk radikal unsurların eylemlerine devam edebilecekleri yönünde uyarı da yapılmış. çünkü ankara’dan önce diyarbakır ve suruç patlamaları var. haberde yer alan belgeler dava dosyasından ve haber çıktıktan sonra herhangi bir yalanlama da gelmedi. şimdi burada, "göz göre göre bombalanmamıza göz yummuşlar," desem, bu ve benzer belgeleri dikkate almayan savcılar gücenip dava açar! daha vahimi şu bence; o dönemde görevli biri çıkıp, "biliyorduk ama engellemedik!" dese, "devlet işini bilir," diye düşünecek, bu bilgiyle memnun olacak, kendini güvende hissedecek, itaat ettiği için sıranın asla kendisine gelmeyeceğini düşünecek milyonlar var.
gerçi bu ceylanpınar davasının yanında devede kulak kalıyor. ceylanpınar’da görevli polis memurları 24 yaşındaki feyyaz yumuşak ve 25 yaşındaki okan acar’ın kaldıkları evde başlarından birer kurşunla öldürülmeleri hadisesi, türkiye’de büyük infial yaratmıştı. o zamana kadar, çözüm sürecine taraftar olmasalar da hayırhah bakanların önemli bir kısmı bu olaydan sonra fikir değiştirmişti, kürtlere demediğini bırakmayanlar da çoktu. dava sonuçlandı ve tutuklu ve tutuksuz yargılanan bütün sanıklar cinayetten beraat etti! tutuklulara, sanırım boşa yatmış olmasınlar diye, sosyal medya paylaşımlarından ceza verilmiş ki 2015’te tutuklanan insanlar ceza alacak sosyal medya paylaşımlarını, herhalde ketıldan yapmıştır. ama türkiye’nin kaderini değiştiren ceylanpınar olayının failleri meçhul! (benzer bir şeyin, rahmetli yasin börü ve arkadaşlarının öldürülmesiyle ilgili de söz konusu olacağına inanıyorum. o dava ile ilgili de bol ajitasyon yapılıyor ama mesela, sığındıkları evdeki bir kadının 155’i defalarca aramış olmasına rağmen yardım gelmemesini açıklayan bilgilere rastlanmıyor.) türkiye’nin bir ortak noktası da malum, komplo teorilerine olan merak. fakat bu merak nedense bu tür olaylarda işlemiyor. bütün bu hadiselerde başbakanlık görevini ifa eden ahmet davutoğlu’nun konuya en yaklaşan açıklamasıysa, "selam olsun öso’nun yiğitlerine!" oldu.
bunları zaten okumuş olma ihtimaliniz yüksek ama bunların, türkiye’de olup biteni akşam yorgun argın karşısına oturdukları televizyondan takip eden insanlara ulaşması ihtimali var mı? hadi diyelim, haber yapıldı, en basit bağlantıların, mesela ceylanpınar’daki cinayetin çözüm sürecini bitirdiğinin açıklanması mümkün mü? ne yapacağız biz?
haklıyız ve haklı olanın kazanacağı yönünde bir itikadımız var. ama haklılığımızı sadece biz bilirsek, kazanmadan önce çok kaybederiz gibi geliyor bana, umarım yanılıyorumdur. ama yine de, halka mutlaka açıklamamız gereken gerçekler, ulaştırmamız icap eden bilgiler, yae’ciler, murat belge ya da ulusalcılar ile ilgili değil diye düşünüyorum. türkiye’nin her kahvesinde, her fabrika tezgâhında, her ofiste, her kuaför salonunda, kabul gününde, çocuk parkında bütün bunları bir de bizden dinleseler fena mı olur?