Ragıp Zarakolu
Sahi, Sovyetler ne istemişti?
Babam Remzi Zarakol, 1946-49 yılları arasında Adalar Kaymakamı iken, Türkiye tek parti rejiminden sınırlı çok partili rejime geçiş sürecinde idi.
Ondan önceki dönem de az ilginç değildi, 1945 yılında Bulancak’tan Sovyet sınırındaki Arpaçay’da kaymakam olmuştu. O sırada ordu, Erzurum’a geri çekilmişti, bir Sovyet askerî harekâtı beklendiğinden dolayı.
Ankara, Sovyetler Birliği ile eski dostluk ve işbirliği antlaşmasının yenilenmesini istediğinde, 2. Dünya Savaşı sonrasının değişen dünya koşulları nedeniyle, bazı taleplerde bulunduğunu ileri sürmüştü Moskova.
Aslında bu Türkiye’ye özgü bir olgu da değildi. Sovyet yönetimine göre, Ekim devriminin zor günlerinde, iç savaş döneminde Romanya, Polonya, Finlandiya, Çekoslovakya azımsanmayacak toprak parçalarını ele geçirmişlerdi.
Buralarda Sovyet Cumhuriyetlerine önemli toprak iadelerinde bulunuldu. Bu dönemin Çarlık dönemi vilayetlerinden yitirilen Kars ve Ardahan da vardı. Karelya ya da Moldavya gibi bu eski Rus vilayetleri iade edilmeliydi.
Sovyet yönetimi Batum’u bir anlamda yeni dünya dengesinin koşulları altında Kars ve Ardahan’ı tartışma konusu yapmazken, Almanlar Sovyet devriminin gırtlağını sıkarken, İttihat hükümetinin Brest-Litovsk Anlaşması'nda geri aldığı Kars ve Ardahan’ın Ankara’ya kalmasını sineye çekerken, üstüne üstlük Çarlık Rusya’sının İran’dan almış olduğu, Osmanlı yönetimi altında olmayan Iğdır ve çevresini de, Sovyet-Ankara Hükümeti Dostluk Anlaşması'nın bir çeşit sosu olarak hediye ediyordu.
1945 yılında Arpaçay ve Kars’ın hâlâ Çarlık dönemini andıran yaşam tarzını, kızaklı at arabalı kışlarını, Malakanları, sınır sorunları nedeniyle Sovyet tarafında geçişlerinin, oradaki Sovyet yetkilileri ile yemeklerin, votka kaldırmaların hikâyelerini babamdan çok dinlemiştik, çocukken.
Ve aslında o dönem soğuk savaş öncesi dönemdi. İngiltere, Fransa ve Amerika ile Sovyet ilişkilerinde anti-Nazi ittifakın hâlâ yansımaları vardı. Almanya ve Avusturya dört işgal bölgesine sahipti. Başkentleri Berlin ve Viyana’da 4 parçaydı. Örneğin Nazilerin Sovyetler Birliğine karşı, savaş esiri eski Sovyet yurttaşlarından oluşturduğu brigatlara katılanlar, Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizler tarafından yakalandıklarında, Sovyetlere iade ediliyorlardı. Bunlardan bir grup eski savaş esiri brigat mensupları Türkiye üzerinden Sovyetlere iade edildiğinde onların tren, sınıra yaklaştığında, nasıl bütün eşyalarını, vagon pencerelerinden nasıl olsa "vatan haini" olarak kurşuna dizileceğiz diye pencerelerden attıklarını anlatmıştı babam.
Bunu yapan Sovyet müttefiklerinin Kars/Ardahan için sıkıntı çıkarma ihtimali pek yoktu. Bunu bilen Ankara da zaten orduyu Erzurum’a çekmişti. Yani bir anlamda bunu kabullenmişti. Babam, astığının altında bir tabanca bulundurduğunu, Sovyet ordusunun girmesi halinde, bunu ma’aile intihar için kullanacağını söylemişti. Dolayısıyla ben bu yazıyı şimdi yazamayacaktım.
Sovyetler, bu iki vilayeti Brest-Litovsk Anlaşması ile iade etmeyi kabul ettiğinde, halk oyuna başvurulması koşulunu da ileri sürmüştü. O zaman Moskova elçisi olan Selim Sarper, bu öne sürüldüğünde, halk oylamasının yapıldığını belirtmişti. Ama nasıl bir oylama? Kazım Karabekir ordusu, bu 2 vilayeti Ermenileri, Pontos Rumları ve az sayıda da olsa var olan Süryanilerden arındırdıktan sonra. Nasıl olduysa Hristiyan olarak bir avuç Volga Almanı, Malakan ve hatta Litvanyalı kalmıştı.
Nazizm karşısındaki zaferden sonra, 1915 soykırımından sağ kurtulanlar, müttefiklerden, bu arada Moskova’dan vatanlarına geri dönüşün sağlanması için taleplerde bulunuyorlardı. Aradan henüz 30 yıl geçtiği düşünülecek olursa bu talebin hiç de şaşırtıcı bir yanı yoktu.
Bir başka talep ise, Boğazların statüsünün Sovyetleri tehdit etmeyecek bir hale sokulması idi. 2. Dünya Savaşı'nda Türkiye, Boğazların bunu ihlal edip, Nazi Almanya’sına savaş malzemesi yollamak yanında, Holokaust'tan kaçan Yahudilerin serbest geçişini engellemişti.
Selim Sarper’in dehşetle dile getirdiği bir başka talep ise, tek parti rejiminden sonra kurulacak hükümette sosyalistlerin de yer alması isteği idi. Buna da şaşırmamak lazım. Bizzat, Fransa ve İtalya’da Komünist Partileri, 1947 yılına kadar koalisyon hükümetlerinde yer almamışlar mıydı?
Öte yandan Sovyetlerin daha çok Türkiye için Finlandiya tarzı bir tarafsız ülke statüsü öngördüğü düşünülebilir, ki 1944 yılına kadar yasaklı olan KP, Fin Halk Demokrasi Ligi olarak (% 17-24 oyu vardı) koalisyon hükümetinde yer almaktaydı. Churchill’in "Demir Perde"yi indirmesinden sonra, 1947 yılında Fransa ve İtalya’da KP’ler koalisyon dışında bırakılırken, Çekoslovakya’daki koalisyon hükümetinde bunun tersi olacaktı.
Bizde CHP’nin gardını çok önceden aldığı söylenebilir. 1945 yılında dillendirilen TKP de değildi, zaten likide edilmişti çoktan ve ancak legal sosyalist partilerin koalisyon hükümetine katılması söz konusu olabilirdi.
Zaten bu partiler de, herhalde ne olur ne olmaz endişesiyle önce dokunulmayıp, ancak 1946 yılı Aralık'ında sıkıyönetim tarafından kapatılacaklardı. Sonuç olarak 1946 seçimleri esas olarak, CHP’nin A ve B takımları arasında geçmişti. B takımı da 1945 Aralık'ında Tan gazetesi baskını ile "Ayağını denk al!" mesajı almıştı. 1944 yılında müttefiklere yaranmak için Nazi yandaşlarını tutuklayan Ankara, onlarla birlikte sosyalist basını ve kitapevlerini dümdüz etmişti.