Enver Topaloğlu
Şairin ütopyası: ‘Göl Yazması’
“Göl Yazması” Esat Şenyuva’nın (1976), Pikaresk yayınlarından Ekim 2023’te çıkan dördüncü şiir kitabı. Şenyuva’nın yayımlanmış üç şiir kitabı daha var. Onları da sırasıyla hatırlatalım: “Hangi Felsefe Tedavi Eder Yaralarımı” (2016), “Öksüz Kelimeler” (2017) ve “Hiçlik Yokuşu” (2019).
Şairin dördüncü kitabı olarak okurla buluşan “Göl Yazması” için hacimli kitap denilebilir. Yüz otuz sekiz sayfadan oluşan kitap, üç bölüme ayrılmış. Üç bölüm pekâlâ ayrı kitaplar da olabilirmiş.
Kitabın “Ben Çok Gittim” başlıklı ilk bölümünde elli iki şiir var. Bu bölümün ilk şiirinin başlığı “Sevgilim Korkunç Buluyor Yaralarımı”. Alıntımız o şiirden:
buluttan gayrı bayrak görmedik
kervanların korkusuz yürüdüğü vadilerde
kuzuların kurtları yediğini duymadık
kara cehennem yakılmadan önce
kızıl bir ıslık yargılandı sonra
ekinlerin ortasında ağaç dibinde
dilimizi usturayla kesti babamız
suya karışıp gitti kuramadığımız her cümle
ölülerin kemikleriyle göklere gerilen
neydi devraldığımız pankartlar
kanla boyanmış bir güneş indi bize gökten
avuçlarında yanaklarımı yakan mermi sıcaklığı
sevgilim neden korkunç buluyor yaralarımı
SAMİMİYET VE ŞAİRANELİK
“Göl Yazması”nda şairin yoğun anlatma isteği, paylaşma arzusu ilk dikkat çeken özelliklerden biri. Ayrıca samimiyetle dil arasındaki mesafenin de boyu hayli kısaltılmış durumda. Samimiyetle şairanelik genellikle çatışır. Dilin yüceltici, mübalağalı, aşırı süslemeci bir tarzda kullanılması anlamına gelen şairanelik, aslında bir tür inkârcılıktır. Duyguların, düşüncelerin inkârı. İnkârsa şairi, dolayısıyla dilini nesnellikten, daha doğrusu “nesnel bağlaşıklıktan” çoğunlukla uzaklaştırır. Şiirde samimiyet o nedenle önemlidir ve “nesnel bağlaşıklık”la birlikte değer kazanır.
İlk bölümde şairin hem bireysel, hem toplumsal bağını, ağını ve ilişkilerini sorunsallaştırdığı, mercek altına aldığı şiirlere yer veriliyor. On iki şiirin yer aldığı ikinci bölümün odağındaysa “aşk” var. Bu bölümün başlığı “Aşka Külhan”. Önce “külhan”ın bugünkü anlamıyla, hamamların “kazan dairesi” olarak açıklanabileceğini belirtelim. Tanımlamayı da şairin aşk anlayışını yansıtan bir işaret, ifade olarak değerlendirebiliriz. Öyleyse şairin kendisini “aşkın kazan dairesi” olarak düşündüğü yorumu yapılabilir. Bölüme adını veren “Aşka Külhan” başlıklı şiiri aktarıyoruz:
çeşmelerin sesiyle yıkadım güneşin yaktığı yüzümü
gül kokan avlularda kaldı çocukluğum
kapalı kapılar ardındaki loş dünyam
bahçesinde gül cenazeleri ve saksı kırıkları sonbaharın
gizli kalmış zevklerin sofrasında kahrımı tatmin ediyor
ey kalbimin altında eskimiş külhan karanlığa damlıyor
erittiğim inciler
hangi veli mezarımı aydınlatıyor alevin, közün,
olmasaydı nerde yanacaktım ben
ŞAİRİN ÜTOPYASI
İkinci bölümün sonunda, kitabın hemen hemen dörtte üçü bitmiş oluyor. Oradan, ikinci bölümün sonundan başa, kitabın adına dönmek istiyoruz.
Kitabın adı için, Şenyuva’nın şiirlerin anlam ve yorum sahanlığına açılan kapılardan biri, hatta ilki diyebiliriz. Okumaya ve yorumlamaya birçok şiir kitabı gibi “Göl Yazması” da okurunu oradan, adından başlamaya davet ediyor. “Göl Yazması” adlandırmasını, “yazma”yı sözlük anlamıyla aldığımızda “göl kitabı” olarak çevirip okuyabiliriz. Şiir okumak, aynı zamanda dili içi çeviri yapmak değil midir? “Yazma”nın bir de başörtüsü, yemeni, bohça anlamları var. Bu anlamları dikkate alırsak bize göre “göl yazması” tamlamasına en çok yaklaşan ”göl bohçası” olabilir. Şair bunların tümünü kastetmiş olabilir. Ama biz kitabın adının oluşturduğu bir başka çağrışımın üzerinde durmak istiyoruz. Önce irdeleyeceğimiz çağrışımın ne olduğunu kaydedelim: “Göl ayazması”.
Devam edeceğiz ama arada bir şiir okuyalım. “Çoğaldıkça Issızlaşan” başlıklı şiirden iki betik aktarıyoruz:
kendine ait olmayan hayatlar yaşıyor insan
tanrının bile çaresiz kaldığı hayatlar
aden bahçesinden, gılgamıştan, babilden,
nuh’un gemisinden, göbekli tepeden
iki nehir arasında filizlenen yaşamdan
üzerimde insanlığın doğumuna ait kan lekeleri var
(…)
hayat gürültüyle devam ediyor
bizi çiçekler kışkırtıyor her bahar
dilimizin esrimesiyle uyanıyor sular
renkler, gök, deniz, dağlar ve mavi
lal bir kavmin neferleriyiz, her şey kışkırtıyor bizi
sussak, nesneler konuşacak dilimizi
Acaba şair gölün yanına ayazmayı getirmiş, ama sonra “göl ayazması” adlandırmasındaki “ayazma”dan ilk harfi çıkarmış olabilir mi? “Göl ayazması”nı kitabına ad olarak düşünmüş, sonra vazgeçmiş olabilir mi? Yazmayı ayazma olarak da okunmayı okurun ferasetine bırakmış olabilir mi? Meşgul olmaya değer sorulardan biri diye düşünüyoruz. Çağrışımın getirdiği şu ayazmanın ne anlama geldiğine, ne olduğuna da bir bakalım.
Ayazmanın sözlükteki anlamı soğuk su kaynağı, pınar, çardak ve serinlenilen yer. Sanat tarihçisi Mustafa Semavi Eyice ise ayazmayı İslam Ansiklopedisi’ndeki yazısında şöyle tanımlanıyor: “Türkçedeki ayazma adı Grekçe hagiasmadan gelmiştir. İncil’de ‘mübarek, kutsal yer’ manasına gelen bu kelime, sonraları içinde kutsallaştırılmış su bulunan yerleri ifade etmek için kullanılmıştır.”
“Göl Yazması” adlandırmasındaki “yazma”yı, çağrışım yoluyla gelen “ayazma” olarak okuma edinimini yorumumuza niçin eklemeliyiz sorusuna gelecek olursak. Şiiri okurken metnin söyledikleri kadar açıkça söylemedikleri ya da söyleyemediklerini de dikkate almak gerektiği biliniyor. Bunu gerekçelerden biri olarak kaydedelim.
Şenyuva’nın anlatma isteğine dikkat çekmiştik. Onun yaşamla, dünyayla ilgili arzusunu, dileğini, amacını, duygu ve düşüncelerini gizlemeden şiirlere yansıtan bir şair olduğunu da ekleyelim.
Esat Şenyuva, kitabın özgeçmiş bölümünde şairlik deneyimini, şiir anlayışını paylaştığı metinde, şiirlerin oluşum sürecinden edindiği deneyime değinirken yaptığı yolculuklardan da söz ediyor. Yazının bir bölümünü okuyalım:
“Her şiiri yeni bir başlangıç saydı. Bu kitabı oluşturan şiirler, muhtelif zamanlarda kendine ve başka insanlara, diyarlara yaptığı dinmez yolculukların içinden kabardı. Yazı ile yazgı arasında, üstü ayrılıklardan, aşklardan, kayıplardan, sorgulamalardan dökülen sözcükler tarafından örtülmüş, o ince sınırda hâlâ inandığı birkaç şeyden biri olarak şiir kaldı elinde. Şiir elinde kalmak, eski bir tanıdıkta sabahlamaktan farklı değildi. Eski olduğu için her an yeni kalabilen bir tanıdık. Çünkü kalanlar, şiirin dışında başka bir dil tarafından yaşamaya ikna edilemiyordu. İşte bu şiirler, biraz da yaşamaya ikna şiirleridir diyebiliriz. Diyebiliriz elbet, dinleyenler var oldukça, yol yolcuyla birleşip kaybolmaya ve harfler en yaralı yerine düşmeye devam ettikçe insanın.”
Şairin dile getirdiği yolculuklarla, kitabın adının çağrışımından gelen “ayazma” arasında da bir ilişki kurmak mümkün diye düşünüyoruz. Kısaca yolculuklarla ilgili dile getirilmeyen, ancak arka planda itici güç olarak yer alan bir amaçtan ya da hedeften söz edebiliriz. Şair doğrudan dile getirmiyor belki ama şiirlerden bir “sükûnet ve huzur” arayışı içinde olduğu çıkarımı yapılabilir. O nedenle “ayazma”nın şairin ütopyası olarak yorumlanabileceğini düşünüyoruz. Amacın gerçekleşebileceği, menzil olarak düşlenen yer ve ortamı. O yerin şairin imgelemindeki karşılığı.
Huzur ve sükûnet mümkün mü ki? Azapta olmayan şair ruhu var mı ve benzeri soruları geçiyoruz. Her yorumda, istense bile aşılamamış bir subjektif boyut kalır. Hele de şiirin yorumunda. Elbette eleştirel metinler daha nesnel, daha objektif görüşlere, düşüncelere yer verir. Bizim yaptığımız yorumdan ibaret.
Şairin, ayazmayı acılarını dindirebileceği, yasın savuşturulabileceği, kısaca yaşanılan dünyanın, çağın neden olduğu ıstıraplardan uzaklaşılabileceği, iyileşecek bir “konak alanı”, bir “sığınak” gibi düşündüğüne ilişkin yorumumuzda da subjektif bir boyut vardır. İhmal edilmeyecek bir ihtimal olduğunu belirtelim.
ANNENİN KAYBI VE YAS
Şairin seslendiği coğrafya acılı, yaslı bir coğrafya. “Göl Yazması”nda o coğrafyanın yaslı, acılı sesinin, sözünün okurun önüne serilen haritası da söz konusu. Aslında kitaptaki şiirlerin geneline hâkim olan bir yastan bahsedilebilir. Yirmi bir şiirin yer aldığı üçüncü bölümde, şairin ve şiirlerdeki yasın kaynağı daha anlaşılır biçimde açığa çıkıyor, belirgin hale geliyor.
İkinci bölümde şair aşk için, nasıl söyleyelim, “çağcıl bir kitabe” oluşturmuştu. Hafız’ın, Mevlana’nın, Yunus’un da sesinin karıştığı, onlardan esinlenen bir aşk anlayışı ve anlatısı söz konusuydu. Üçüncü bölümdeyse, “O Meryem’e Ağıtlar” başlığından da anlaşılacağı üzere ağıtlar yer alıyor. Şair bu bölümde hem annesine hem de “O Meryem”e ağıtlar yakıyor. Kaybettiği annesinin acısını, yasını o süreçte yaşadıklarını dile getiriyor. Acısının, yasının kapsamını da dinsel anlatıların önemli bir kişisine, karakterine, şairin deyişiyle “O Meryem”e değin genişletiyor. Bu bölümdeki “Taşlara Kazılı” başlıklı şiirden iki betik paylaşalım:
ey meryem
ak sütüne bandığım gibidir hâlâ
sicilin
taşlara kazıdım
vukuatlarını çocukluğumun
binbir hasta yatıyor
yürek revirimde
odun yığınları değişmiyor
beni yakan ateşin
eğilirim yine önünde
tutuşuyor parmaklarım bu cemin alevinde
ah! nerde
ben çocukken
ince bir harkta hırıldayan o sular
ŞAİR ARADAN ÇIKTIĞINDA
Şair şiirle okur arasından çıktığında yapıtı “çıt” diye kırılmıyor. Oysa birçok şair, belki de bu kaygıyla okurla şiir arasında bazen duvar bile oluyor.
Okurunu rahat, serbest bırakan, bırakabilen şairlerin yapıtlarında genişleme, derinleşme bakımından okurun önü daha açık oluyor. Okuma edimi “üretici okuma”ya dönüşebiliyor. Okurla şiir arasından bir türlü çıkmayan ya da çıkmak istemeyen şairlerin yapıtları belki seslerini, sözlerini dahası iletilerini aktarıyorlar, ama aması var işte. Okuru dar alana sıkıştırıp bırakıyor diyebiliriz.
Şiirde okurun gereksindiği soluklanma imkânını bulması çok şey ifade eder. O soluklanma anlarında okur, şiirin derinliğine ve genişliğine doğru açılıma yönelir.
“Göl Yazması” bu imkânı veriyor mu? Yanıtını merak edenlere karşılığımız, şiirleri okumaları olabilir…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.