Koray Düzgören

Koray Düzgören

Saray’da Rusya ile savaşı kışkırtanlar mı var yoksa?..

'İdlib’de geri çekilmesi gereken Moskova' diyenler, açıkça Rusya’nın Türkiye ile çatışmayı göze alamayacağı hesabı üzerinden blofçülüğe soyunmuşlar savaş çığırtkanlığı yapıyor.

Şubat ayının sonuna şurada iki gün kaldı.

Bu iki gün içinde Şam yönetimi Erdoğan’ın verdiği ültimatoma uyarak ayın başından beri, İdlib’de cihatçı çetelerden temizlediği kendi topraklarından geri mi çekilecek?

Yoksa bu ültimatomu dikkate almayıp pozisyonunu korumaya devam mı edecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 Şubat’taki partisinin grup toplantısında;

Suriye ordusunun Şubat ayı sonuna kadar TSK’nın (Türk Silahlı Kuvvetleri) gözlem noktalarının gerisine çekilmemesi halinde Türkiye'nin ‘bu işi’ bizzat kendisinin yapmak zorunda kalacağını söyleyerek Şam’a ültimatom vermişti.

Bu ültimatom aslında bir savaş bildirgesi niteliği taşıyordu ve muhatabı da sadece Şam yönetimi değil, onu bütün gücüyle sahada fiilen ve siyaseten destekleyen Kremlin yönetimi idi.

Erdoğan da zaten, "Öncelikle İdlib'de rejimin bir an önce Soçi Mutabakatı sınırlarına, yani gözlem noktalarımızın gerisine çekilmesini dün akşam da Sayın Putin ile yaptığım görüşmede ifade ettim" diyerek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le gerçekleştirdiği görüşmeye de işaret etmişti.

Bu ültimatom niteliğindeki sert açıklamaya rağmen İdlib bölgesinde Suriye ordu birlikleri, Rusya’nın hava desteği ile operasyonlarına devam ettiler.

Bölgedeki cihatçı çeteler de TSK’nın açık desteği ile zaman zaman karşı saldırılara giriştiler.

Bugüne kadar ilan edilmemiş mevzii bir savaş durumu sürerken bir yandan da yoğun, "Şubat sonunda ne olacak?" tartışmaları yapıldı.

Hâlâ da yapılıyor.

Bu arada hem Moskova hem de Ankara kararlı bir şekilde geri adım atılmayacağı mesajları verdiler.

Hâlâ da veriyorlar.

Peki bu durumda şubatın son günü, 29 Şubat gece yarısından itibaren ne olacak? Ne olabilir?

ÜLTİMATOM ASLINDA NE MANAYA GELİYORDU?

Aslında Ankara, ne olabileceğinin ipuçlarını önce Putin’le görüşme yollarını arayarak vermeye başladı. Putin o noktada ikili zirveye yanaşmayınca heyetler arasında görüşmeler yapıldı. Ama bir sonuç çıkmadı. İki taraf da pozisyonlarını korudular. Karşı tarafın geri adım atmasını beklediler.

Sonra Erdoğan’ın, Merkel ve Makron’la Putin’i buluşturacağı bir dörtlü zirve önerisi ortaya atıldı.

Ankara, toplantının 5 Mart tarihinde yapılacağını açıkladı.

Toplantı 5 Mart’ta olacağına göre, Ankara’nın verdiği ültimatomun süresi de ister istemez bu tarihe göre biraz daha uzatılmış oluyordu.

Fakat kısa bir süre sonra böyle bir toplantıya Putin’in karşı olduğu, liderler zirvesi yerine Erdoğan’la ikili görüşmeyi tercih ettiği anlaşıldı.

O günlerde toplantının kesinleştiğini söyleyen Erdoğan’dı. Yapılmayacağını da dün Azerbaycan’dan dönerken açıklayan yine kendisi oldu.

Cumhurbaşkanı dönerken Şam yönetimine verdiği ‘Şubat sonu’ ültimatomuna da açıklık getirdi.

"Bizim Şubat sonu tabirimiz tamamıyla bizim gözlem noktalarımız ile alakalıdır" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çünkü gözetleme noktalarımıza yönelik bir kuşatma söz konusu ve bu kuşatmaya müsaade edemeyiz. Bunların geri çekilmesinin gereğini biz kendimiz uyguladık. Bu arada da gözetleme kulelerimizi tahkim ettik, tahkim etmeye de devam ediyoruz. Buradan bu unsurların güneye çekilmelerini söyledik. 'Çekilmemeleri halinde gereğini yaparız' dedik. Soçi Mutabakatı bu konuda neye amir ise biz gereğini istiyoruz. Bunun gereğinin yerine getirilmesi lazım ve bu konuda taviz vermemiz mümkün değil."

Daha önce de Saray’ın sözcüsü İbrahim Kalın, ültimatomun İdlib ve civarındaki gözlem noktalarından geri çekilmeyecekleri anlamını taşıdığına ilişkin bazı açıklamalar yapmıştı. Kalın, bu açıklamalarının birinde şunları söylemişti:

"İdlib çatışmasızlık sınırları bellidir. 12 askeri gözlem noktası, harita esas alınarak konuşlandırılmıştır. Oradaki askeri gözlem noktaları ve onların güvenliğidir. Türkiye’nin kimsenin bir karış toprağında gözü yoktur. Askerlerimize yönelik bir saldırı ya da taciz olduğu durumda geçen haftalarda cevabını verdiğimiz gibi en sert şekilde karşılığını vereceğimizden kimsenin şüphesi olmasın."

Şubat ayının son günü gece yarısından sonra ne olur?

TSK ile Rus ordusu karşı karşıya gelir mi? Savaş kimsenin öngöremeyeceği boyutlara tırmanır mı?

Bu kritik sorulara Erdoğan ve sözcüsü Kalın’ın açıklamaları bir ölçüde cevap veriyor.

SARAY’DAN GELEN SAVAŞI TEŞVİK EDEN SESLER

Buna karşılık Saray’ın içinden yapılan bazı başka açıklamalar da var.

Bu açıklamalarda Ankara’nın İdlib’de ne pahasına olursa olsun geri adım atmaması gerektiği belirtiliyor, gerekirse Rusya ile bir çatışmanın göze alınabileceği fikri savunuluyor.

Ankara’nın değil, Moskova’nın geri adım atması gerektiği yazılıp çiziliyor.

Açıkça savaş isteniyor. Savaş çığırtkanlığı yapılıyor.

Bunlardan biri, iktidarın yazıcılarından A. Selvi’nin geçen hafta Saray’daki bazı kaynaklardan edindiği bilgilere dayanarak yazdığı yazı.

Soruyor iktidarın kalemi:

"Peki Ankara’da hava savaşa mı, yoksa çözüme mi yakın?

Rusya’nın son anda bunu göze alamayacağı düşünülüyor."

Poker masasına sürülen meseleye bakar mısınız? Ülkeyi yöneten kadroların

-hadi hiç olmazsa bir kısmının diyelim- analizleri, öngörüleri bu kadar.

Kumarcı anlayış ile oluşturulan blöfçülüğün geldiği nokta bu.  

Devam ediyor:

" (..) Rusya ile müzakereler sürerken, -Bu müzakerelerden de hiçbir sonuç çıkmadı- sahada tahkimat artırılıyor. Rusya ne yapar? Hava sahasını açar mı, açmaz mı?"

Bu soruyu yetkililere yöneltmiş:

"Bu sorulara takılırsak hiçbir şey yapamayız. Rusya ile hava sahası konusunda zaten 1 yıldır zaman zaman sorun yaşanıyor ama aşılıyor. İdlib konusunda da masada çözümü zorlarız ama sonunda karar verdikten sonra ‘Rusya ne yapar, hava sahasını açar mı’ demeyiz. Biz planımızı uygularız." karşılığını almış.

Ve kendisine dikte edilen sonucu da açıklıyor:

"Demem o ki Ankara gerekirse Rusya’ya rağmen harekâtta kararlı?"

Diğeri ise Saray’ın danışmanı ve Saray broşürlerinden birinin yazarı Burhanettin Duran, o da benzer şeyler söylüyor:

"Ankara, Moskova'nın Suriye'de sürekli oldu bitti yapmasından ziyadesiyle rahatsız. İdlib, sabır taşının çatladığı nokta. Zorlayıcı diplomasiden başka seçenek kalmadı (yani savaş demeye getiriyor). Tıpkı Barış Pınarı Operasyonu öncesi yapıldığı gibi. Şu an sahada da bu gerçekleşiyor. Diğer bir ifade ile Türk ve Rus askerleri arasında sıcak çatışma olmaması için asıl sorumluluk artık Moskova'da."
Belki de A. Selvi’ye o yazıyı yazdıran danışman budur. Yaklaşım, mantık aynı.

Aynı danışman bir başka yazısında da şunları söylüyor:

"Herhalde Kremlin bu kadar yatırım yaptığı bir ilişkinin kaybedilmesini arzulamayacaktır. Bu aşamaya gelmeden bir uzlaşının üretilmesi için Putin'in daha önce yaptığı gibi bürokrasisini dizginlemesi gerekir. Zira sahadaki gerginlik aradaki güveni yıkacak aşamaya çoktan geldi. ‘Uçurum kenarı’ politikası için yer kalmadı. Geri çekilmesi gereken Moskova..."

Başka yazılar, açıklamalar da var. Açıkça Rusya’nın İdlib’de Türkiye ile çatışmayı göze alamayacağı hesabı üzerinden blofçülüğe soyunmuşlar savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.

‘Uçurum kenarı’ politikasını asıl savunanlar onlar.

Bakalım Şubatın son günü gece yarısından sonra, bir ülkenin kumar masasına sürüldüğü, ‘Uçurum kenarı politikası’ mı, yoksa ricat ve biat politikası mı uygulanacak göreceğiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi