Ragıp Duran
Sarı yeleklileri Türkî gözlükle okuyunca... Kah kih kah!
Önce Sarı Yelekliler hareketinin özelliklerine değinelim: Aslında Fransa için yeni bir sosyal girişim değil. 1950'lerde Poujade hareketinin birçok niteliği, doğal ki bugünün farklı koşullarında, yeniden canlanmış görünüyor.
Pierre Poujade sıradan bir taşralı. 2. Dünya Savaşı'nda hava kuvvetlerinde askerlik yapmış, Londra'ya gitmiş. Savaş bittiğinde Fransa'nın güneyindeki kasabasında bir kitapçı-kırtasiyeci dükkânı açmış orta çaplı bir esnaf. Sosyalistlerin iktidarda olduğu bu dönemde, Poujade, ''Esnafı Koruma Birliği'' (Dikkat sendika değil, birlik!) kurarak devletin vergi politikalarına savaş açmış.
Fransa'da vergi meselesi çok önemli. Vergiler genelde yüksek. Üst düzey bürokratları yetiştiren ENA'dan (Ulusal İdare Okulu) en iyi derece ile mezun olanlar Maliye Müfettişliği'ne atanır çünkü bu kadrolar en yüksek maaşı alır. Vergi kaçırmak büyük suçtur. Ve her vatandaş yılda en az yarım gününü gelir vergisi beyannamesini doldurmakla geçirir.
Poujade taraftarları kısa zamanda önce bölgede sonra bütün Fransa'da örgütlendi ve 1956 Genel Seçimleri'nde 595 sandalyeli Millet Meclisi'ne 52 milletvekili göndermişti. Kendisi sadece kasabasının Belediye Meclis üyesi olarak kaldı. Köylü, küçük ve orta sınıf temelli bu hareket aşırı sağcılar tarafından da destekleniyordu. 1958 seçimlerinde ise Poujade'ın bir tek milletvekili bile Meclis'e giremedi.
Köylü ve tarımsal nitelikleri yakın zamana kadar ağır basan Fransa aslında ''Kocaman bir küçük burjuva'' memleketi. Fransız küçük burjuvazisinin bugün hâlâ başat özellikleri arasında, bireyselliği aşan bir bencillik, sürekli olarak her şeyden şikâyet edip dırdır yapmak (Rouspéter), bir de otomobil sevdasını sayabiliriz. Fransa'da haftalık 19 (Evet on dokuz!) otomobil dergisi yayınlanıyor. Uluslararası Paris Otomobil Fuarı global otomotiv sektörünün önemli show alanlarından biri. Reklam olmasın, Fransa'nın en az üç büyük otomobil markası var.
Sarı Yelekliler gündemi işgal ederken Renault-Nissan Alliance'ının bir numarası Carlos Ghosn'un Japonya'da vergi kaçırmak, şirketin parasını özel işleri için harcamaktan tutuklanması ilginç. Sarı Yeleklilerle Ghosn'un iki ortak noktası var: Vergi ve otomobil. Ghosn, Marx'ı bir kez daha haklı çıkardı: Dünyanın en çok kazanan CEO'su, kapitalizmin doymak bilmez mülkiyet, güç ve para iştihanın kurbanı olurken, Tek Adam rejiminin otomotiv sektöründeki hazin mağlubiyetini de teşhir etti.
Sarı Yelekliler, Fransa'nın en ciddi ve acil sorunları olan işsizlik, yabancı işçiler, mülteciler, islami radikalleşme ya da AB gibi konularda üç maymunu oynarken, siyasi bir hareket olmadıklarını, ne sağcı ne de solcu olduklarını beyan ediyor. Gösterilerde Fransız bayrağını taşımaları da bir ipucu olsa gerek. Liderleri yok, sözcülerini bile henüz seçemediler. İnternet üzerinden örgütlenmeye başladılar. İlginçtir ilk örgütlendikleri bölgeler Le Pen seçmenlerinin çoğunlukta olduğu bölgeler. Sınırlı talepleri: Vergi zammı iptal edilsin, Macron istifa etsin! Bu arada genel olarak medyaya özel olarak da muhabirlere hiç iyi davranmıyor bu Sarı Yelekliler. Klasik sağcı ve solcu partiler, Sarı Yeleklilere açıktan destek vermiyor ama Macron'a karşı kitlesel bir hareket olması nedeniyle de içine girip güç kazanmaya çalışıyor. İşçi sendikaları ilk başta daha ihtiyatlı idi, hareketin kitlesel niteliği giderek sendikaları da etkiliyor. İlk kamuoyu araştırmalarına göre, Sarı Yelekliler arasında en çok aşırı-sağcı Le Pen ve bir miktar solcu görünümlü ''Boyun Eğmeyen Fransa'' seçmenleri aktif.
Fransa'da yaşayan siyahlar, Araplar, gençler, işsizler bu harekete uzak duruyor. Sarı Yeleklilerin, saklanan bir mülteci grubuyla karşılaştığında, onlara yardım edeceklerine, polise ihbar etmeleri de manidar.
Son iki Cumartesi özellikle Paris'teki gösterilerde şiddet içeren eylemler, araba yakmalar, banka ve dükkân cam çerçevesi indirmeler beklenen bir gelişme değildi. Ama bu tarz eylemler bu öndersiz hareketin kasıtlı/bilinçli tercihi değil. Ya kişisel öfke patlamaları ya bazı küçük örgütlerin planlı saldırıları belki de polisin provokasyonu. Zaten görüntülerde, dükkânları yağmalayanlar ya da polise saldıranların büyük bir çoğunluğunun sarı yeleksiz olduğu görülüyor. Onlarca yaralı ve gözaltı olması Macron'u köşeye sıkıştırıyor ama Fransız kamuoyunda Sarı Yeleklilere aktif+pasif destek hâlâ yüzde 70 dolaylarında.
İçeriden bir bakışla, meseleyi sosyolojik açıdan değerlendiren Fransızca bir makale önerisi burada.
Gazete Fersude'de Dr. Engin Sustam'la yapılan Sarı Yelekliler söyleşisi önemli.
Artı Gerçek'te de iktibas edilen Fehim Taştekin'in değerlendirmesi de ilginç yaklaşımlar içeriyor.
Macron, zaten uzun süredir popülaritesini kaybeden bir lider. Üstelik ''Zenginlerin Cumhurbaşkanı'' olarak anılıyor artık. Ve bu Sarı Yeleklilerle nasıl baş edeceğini bilemiyor. Talepleri olan benzin ve diesel fiyatlarını düşürüp ekoloji vergisini azaltsa yenilmiş sayılacak, kafasının dikine gitse Sarı Yeleklileri daha da güçlendirecek.
Bir nokta daha: Twitter'da rastladım. ''Kırmızı Eşarplılar'' grubu kurulmuş. Hah nihayet Sarı Yeleklilere solcu bir alternatif çıktı dedim. Okudum. Orange civarında İnternet'de 1 saatte iki bin taraftar toplamış yeni bir grup. Ama meğerse onlar da Sarı Yeleklilerin yolları kapatmasından şikâyet eden bir başka esnaf grubuymuş: Dükkânımızı açamıyoruz, çocuğumuzu okula götüremiyoruz, diye şikâyet ediyorlar. Hemen de eklemişler: Politik bir hareket değiliz. Halbuki çok da politikler ama farkında değiller... Çeşitli küçük burjuva kliklerin kendi içlerindeki çizgi mücadelesi!
Sonuç olarak Sarı Yelekliler amorf ve heterojen bir küçük burjuva hareketi. Fransız solunun büyük ölçüde gerilemesi, sağcı muhalefetin de etkisiz kalması nedeniyle, Macron'a karşı bir alternatif olma şansı yok, ama gündeme gelme şansı var. Sarı Yelekliler hareketi, çok az özelliği benzese de Arap Baharı, Occupy Wall Street, Gezi türü isyanlardan ayrı bir kategori. İktidara daha doğrusu Macron'a karşı koyma, kızgınlık, hatta isyan da var, ama iktidardan farklı bir perspektifi yok. Fransa'da mevcut muhalefetlerin zaafından ortaya çıkmış bir sosyal girişim. Sisteme ilişkin bir itirazı yok.
Gelelim şimdi bizdeki yandaş medyanın bu hadiseye bakışına: Yeni Şafak'tan Akit'e, Sabah'tan Star'a Erdoğanperver matbuat Fransız polisinin Sarı Yeleklilere karşı uyguladığı şiddeti teşhir ediyor, Gezi ile paralellik kuruyor ve ayan beyan yalan bir iddiayı öne sürüyor: Fransız ve dünya medyası Sarı Yeleklilere körmüş! Oysa ki dil bilmeye gerek yok, siz kendiniz kör değilseniz Fransız medyası 24 saat, dünya medyası da 12 saat boyunca Sarı Yelekliler eylemlerini yazdı, çizdi, gösterdi, aktardı. Hâlâ da yayınlıyor olup bitenleri. Kamu televizyonları dahil hiçbir Fransız kanalı Penguen Belgeseli göstermedi. Dinime küfür eden bari Müslüman olsa. Fransız ve yabancı tarihçiler, sosyologlar, siyaset bilimcileri de ilk verileri yorumlamaya başladı bile. Kendi ülkesindeki polis baskısını sansürleyen iktidar medyası, Fransız demokrasisinin eksiklilerini saptamakta çok başarılı, ama bir o kadar da ikiyüzlü.
Yandaşlığı da aşıp tam biat durağına uzanan çizginin önemli temsilcilerinden biri sayılan Haşmet Babaoğlu, Sabah'daki köşesinden derin analizler yumurtlamış. Gençliğinde iyi çocuktu. Bilgili, kültürlü, sağduyulu biriydi. Eskiden arkadaşımdı. Üç kuruş ve iktidar nezdinde şan şöhret uğruna ya da başka bir şey için seri ilanlar sayfasının sahibinden satılık kalemler bölümüne göbekten çerçeve içinde yazdırdı adını. Haşmet, Fransız medyasında yazılanlardan bihaber. Ciddi sosyolojik tahlilleri okumamış. Oturduğu yerden sallamış: ''Sarı Yelekliler, Trump'ın Macron'a 'Avrupa Ordusu'na mecburuz cevabı' imiş''. Anti-emperyalist ya! Trump'a bir vurayım da Reis sevinsin!
Her musibetin kaynağını dış güçlerde arayıp bulan komplocu, faşist zihniyetin entel görünümlü versiyonu. Haşmet'in bu parlak saptamasının önemli bir eksiği var: Fransız halkı, ne yazık ki Türkçe bilmediği ve Sabah'ın da Fransızca edisyonu olmadığı için, Haşmet'in bu dahice tahlillerinden yararlanamıyor. Halbuki okusalar, nasıl, nereden ve kim tarafından manipüle edildiğini anlayacak yüzbinlerce Fransız. Haşmet o kadar somut, belgeli ve ikna edici bir şekilde kaleme almış ki makalesini, sadece gazetecilik değil sosyoloji ödülleri bile alabilir.
Kendi sahasında dökülen bir takım, deplasmanda iyi oynayabilir mi ki?