Koray Düzgören

Koray Düzgören

Savaşa (İktidara) verilen destek CHP’de yol ayrımını tetikler mi?

CHP, 31 Mart ve 23 Haziran'da Kürtlerin verdiği desteği bir daha alamayacağını bildiği halde Kürtlere karşı yapılan savaşa niçin ‘evet’ dedi?

İşine geldiği zaman kendisine sosyal demokrat diyen, hatta Sosyalist Enternasyonal’e de üye olan bir parti savaş savunuculuğu yapar mı?

İktidarın savaş politikalarının destekçisi olabilir mi?

"Söz konusu devletse gerisi teferruat" diyebilir mi?

Soruları çoğaltmak mümkün.

Cevabı malum: Bu partinin adı CHP ise her şey olabilir.

Cumhuriyetle yaşıt CHP bir yandan iktidarın ayakta kalabilmek uğruna giriştiği ve ülkeyi bir bataklığa sürüklediği Suriye savaşına evet diyerek onay veriyor.

Bir yandan da, neredeyse bütün dünyanın tepki gösterdiği bu savaşa yönelik eleştiriler ya da uluslararası kuruluşların Türkiye’yi kınayan kararlarına karşı iktidardan fazla iktidar savunuculuğuna soyunuyor.

Bunları yaparken, daha birkaç ay önce gerçekleşen yerel seçimlerde Kürtlerin, HDP seçmeninin verdiği büyük ve karşılıksız destekle başta İstanbul olmak üzere büyük belediyeleri kazandığı gerçeğini önemsemiyor.

Belki de önemsiyor ama, devletçi refleksleri ağır bastığı için devleti uğruna her şeyi göze alabilen fedakar bir militan gibi bütün köprüleri yıkmayı göze alabiliyor.

Bunun da ötesinde AKP-MHP-Devlet Koalisyonuna karşı oluşmaya başlayan demokrasi cephesini berhava ederek gerçek bir muhalefetin önünü kesiyor. Demokrasi güçlerinin biraraya gelmesini, yan yana durmasını engelliyor.

CHP bunu hep yapıyor. En kritik zamanlarda, "Devletin menfaatleri he rşeyden önce gelir" anlayışı ile hareket ettiği için iktidara destek oluyor.

AKP-MHP-Devlet Koalisyonunun ömrünü uzatan hamleler yapıyor. Yapmaya devam ediyor.

Artık CHP’nin vukuatlarını saymaya gerek yok.

Dokunulmazlıklar kaldırıldığı sırada hangi gerekçe ile hareket ettiyse savaş tezkeresine ‘Evet’ derken de aynı gerekçeye sarıldı. Devletin istediği doğrultuda hareket etti.

Devlet CHP yöneticilerine ya da belki sadece Kılıçdaroğlu’na, "Bu bir beka meselesidir. Mesele Kürt meselesidir. Burada siyasi parti menfaati gözetilmez" demiş olmalı.

Kılıçdaroğlu’nun her iki olayda da söylediği sözler aşağı yukarı aynı anlamı taşıyor.

Birinde, "Anayasaya aykırı ama evet" diyeceğiz" dedi.

Savaş tezkeresini desteklerken de, "İçimiz yanarak evet diyeceğiz" dedi.

KILIÇDAROĞLU İÇİN CHP İKTİDARINDAN ÖNEMLİ ŞEYLER VAR

Bunlar ne manaya geliyor?

"Bizim, seçmenlerimizden önce, partimizin hedeflerinden önce bağlı olduğumuz kurallar var, odaklar var. Biz onların yörüngesinin dışına çıkamayız." demenin dik alası…

Kılıçdaroğlu belli ki bir misyonun adamı. Bağlı olduğu başka odaklar, başka ilkeler var.

Devletin değişmez paradigmalarına sıkı sıkıya uyuyor. Ne pahasına olursa olsun bu paradigmaların, yaklaşımların ve reflekslerin dışına çıkmıyor. Çıkamıyor.

Ya da daha kestirmeden söyleyelim, böyle bir derdi yok.

Hala körü körüne Kılıçdaroğlu’nun arkasında olan CHP’liler için (Biraz acı olacak ama) daha açık söyleyelim: Onun derdi iktidar olmak falan değil. Misyonunu yerine getirmek. Yeri ve zamanı geldiğinde devletine sadakatla hizmet etmek.

Yoksa mantıklı düşünürsek, bir siyasi parti 21 Mart seçimi ve özellikle 23 Haziran İstanbul seçiminden sonra oluşan havaya rağmen böyle bir şey yapabilir mi?

Başta İstanbul olmak üzere birçok büyük şehrin belediyesini Kürtlerin, HDP’nin açık desteği ile kazandığı gerçeğini gözardı edebilir mi?

Giderek zemin kaybeden, oyları hızla düşüşe geçen ve kendi içinde bölünme sürecine giren bu otoriter yönetimden kurtulma umudunun yeşerdiği bir süreçte, iktidarın kendi geleceğini sağlamlaştırmak amacıyla başlattığı bu savaşı destekleyebilir mi?

Üstelik de bu savaşın Kürtlere karşı yapılacağını ve sonuçlarının Türkiye Kürtlerini de yakından etkileyeceğini bildiği halde böyle bir adım atabilir mi?

Savaşı destekleyerek, bu muhalefet bloğunun en önemli destekçisi olan ve -eğer yapılırsa- önümüzdeki seçimlerde de sonucu belirleyici bir oy potansiyeline sahip olan Kürtler ve HDP seçmeni hesaba katılmadan böyle bir kararı alabilir mi?

Eğer alınmışsa, hiç kuşkusuz bu yukarıda sıraladığım bütün etkenlerin hesaplandığını ve bu kararın buna rağmen verildiğini söylemek gerekir.

Yani bu karar, bu gerçekler bilindiği halde alınmış bir karardır.

Bu kararı veren irade, bu nedenle Kürtlerin, HDP seçmeninin bir daha asla CHP’ye ya da adaylarına oy vermeyeceğini ya da herhangi bir işbirliğine yanaşmayacağını tahmin etmez mi?

Kolayca tahmin edilebilen bu gerçeğin, kamuoyu araştırması yapan uzmanlar tarafından da teyit edilmesine şaşmamak gerekir.

"CHP YEREL SEÇİMDE KÜRTLERDEN ALDIĞI DESTEĞİ ZOR ALIR"

Bakın, ülkenin en önemli araştırma kurumlarından biri olan KONDA’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır bu konuda ne diyor?

"CHP, 23 Haziran'da Kürtlerden aldığı desteği bir daha zor alır".

Ağırdır, Suriye harekâtı süreci bittiğinde bütün partilerin ve kurumların bu savaştan etkileneceğini ifade ediyor:  "CHP, 23 Haziran'da Kürtlerden aldığı desteği zor alır. CHP'nin bu süreçteki pozisyon alışı, bu süreç bittiğinde CHP içindeki önceki arayışları ve gerilimleri yeniden tetikler. Kürtlerin dünyasındaki duygusal kırılmaların ülkeye ve geleceğimize bir bedeli olacaktır."

Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu için bu muhtemel bedelin hiçbir önemi bulunmamaktadır.

Suriye’de Kürtlere yönelik katliamlar, linç olayları, işlenen insanlık suçları ve etnik temizlik bütün dünyanın ilgisini çekiyorken, dünya medyası hemen hergün bu olayları yansıtıyorken CHP yönetiminin suskunluğu da bu gerçeği gösteriyor.    

"Biz nasılsa daha sonra Kürtlerin gönlünü alır, yeniden desteklerini talep ederiz, onlar da kuzu kuzu gelip bize yine desteklerini sunarlar" iyimserliğine sığınamayacaklarını onlar da çok iyi biliyorlar.

Genel Başkan ve onun güdümündeki CHP üst yönetimi partide en ufak bir farklı ses, eleştiri çıkmasını da istemiyor. Herkes iktidara açıkça payanda olan genel başkana biat etsin isteniyor.

Ama etmeyenler var ve konuşmaya başladılar.

Bunlardan biri insan hakları savunucusu İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu.

CHP'nin Salı günü gerçekleştirilen kapalı Meclis Grubu toplantısında söz alarak bu konuda partisini eleştirdi.

CHP'nin sosyal demokrat bir parti olarak barıştan yana olması gerektiğini söyledi ve Suriye-Irak tezkeresine CHP’nin "evet" demesinin yanlış olduğunu dile getirdi.

Tanrıkulu, Suriye'ye yapılan saldırıda gelinen noktada Türkiye’nin ve CHP’nin kaybettiğini, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın kazandığını söyledi.

HDP’li belediye başkanlarının görevden alınması konusunda da CHP’nin daha fazla tepki göstermesi gerektiğini ifade ederek bu konuda komisyon kurma önerisinde bulundu.

Bir diğeri, Parti Meclisi Üyesi Aksünger, "Türkiye barışın tarafında olsaydı bu kadar cinayet işlenmezdi" diyerek partisinin kararını eleştirdi.

Aksünger, katıldığı bir televizyon programında Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri operasyon tartışılırken, "PYD konusunda ilk günden diyorum görüşülmesi gerekiyordu. Terör örgütü değil benim gözümde" ifadelerini kullandı.

Bu cesur sözleri nedeniyle partisinin soruşturma başlattığına ilişkin haberler var.

CHP’de kuşkusuz başka isimler de var gerçekleri dile getirip partisinin karar ve uygulamalarını eleştiren.

Bu çıkışlar, neredeyse 100 yıllık bu partinin kalıplaşmış ilkelerini -Başta altı ok olmak üzere- devlete endeksli reflekslerini, yaklaşımlarını ve bağımlılığını değiştirebilmek için bir yol ayrımını tetikleyebilir mi?

Böyle bir süreci gündeme getirebilir mi?

Benim şahsen böyle bir umudum yok.

İktidar talep etmeyen, faşizme karşı bir demokrasi cephesi oluşmasını sürekli engelleyen ve savaşı destekleyen bu partinin artık atacağı hiçbir adımın inandırıcılığı kalmadı.

Türkiye’nin muhalefet sorunu devam ediyor ve çözülmediği sürece de gerçek bir demokratik muhalefetin örgütlenebilme şansı bulunmuyor

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi