Koray Düzgören
Seçimin meşruiyeti tartışması Saray’a kadar gider!
İktidar Koalisyonu’nun ortağı Devlet Bahçeli, seçim öncesinde uyarmıştı. Cumhur İttifakı’nın başarılı olamaması durumunda, en başta Kürtler olmak üzere muhalefetin sonuçları referandum olarak değerlendireceğini ve ardından tek adam rejiminin meşruiyetinin sorgulanmaya başlanacağını söylemişti.
Bu nedenle yaptığı hemen her açıklamada seçimi bir beka meselesi olarak gördüklerini vurgulamıştı.
Sonunda korktuğu başına geldi.
Bütün gücüyle destek çıktığı koalisyon seçimi kaybetti. AKP’nin elinden birkaç küçük kenti almış olsa bile, onun partisi MHP de Mersin, Adana gibi milyonluk metropolleri yitirdi.
Cumhur İttifakı olarak oyların görece çoğunu toplamış olsalar da neredeyse bütün büyük şehirleri muhalefete kaptırdıkları, ayrıca da oy da kaybettikleri için seçimin mağlubu olmaktan kurtulamadılar.
Üstelik de bu mağlubiyet, etkisizleştirmek için ellerinden geleni yaptıkları, her türlü baskı yöntemini uyguladıkları HDP’nin muhalefete verdiği destek sayesinde gerçekleşti.
Ne diyordu Bahçeli?
"Kürtlerin sesini kısamazsak, bellerini bükemezsek, onların kayyımları göndermelerini engelleyemezsek, bunun sonucunda yeni kurduğumuz tek adam rejiminin meşruiyeti tartışmaya açılır. Bu seçimi referandum olarak değerlendirirler. Halimiz kötü olur."
Seçim sonucunda, devletin silah zoruyla bazı şehir ve kasabalara el koymuş olmasına rağmen bölgedeki kayyımların çoğu gönderildi.
HDP seçmeni Türkiye’nin batı ve güneyinde de muhalefete oylarıyla destek vererek, bu illerde iktidar koalisyonunun yenilgiye uğramasını sağladı.
Koalisyon’un yine HDP oylarıyla Ankara ve İstanbul’u kaybetmesiyle de iktidarın dengesi tamamen bozuldu.
Bu sözlere bakarsak durumları çok kötü olmalı.
Özellikle İstanbul olmak üzere kaybettikleri yerlerde mağdur rolü oynayarak yaptıkları itirazlar ve seçim sonuçlarına ilişkin ileri sürdükleri bazıları komik(!) iddialar yine Bahçeli’nin endişelerini doğruluyor.
Seçimlerin üzerinden neredeyse 10 gün geçmesine rağmen iktidarın bir organı gibi çalışan Yüksek Seçim Kurulu’nun, başta İstanbul olmak üzere hâlâ seçim sonuçlarını açıklamaması, Kürt şehirlerinde kazanan HDP’li başkanlara mazbatalarını vermemesi ve seçimlerin iktidar tarafından geçerli sayılmayıp iptal edileceğine ilişkin söylenceler ve iddialar ülkeyi tam bir kaos ortamına sokmuş bulunuyor.
SONUÇLARI TANIMAMAK AÇIK FAŞİZME GEÇİŞ Mİ?
İktidar seçimle, sandıkla işbaşına geldiği halde ve sürekli sandık demokrasisine vurgu yapmasına rağmen ilk sandık yenilgisinde sonuçları kabul etmek istemiyor.
Seçim kurullarına baskı yaparak, özellikle İstanbul’da oyların tekrar tekrar sayılmasını talep ediyor. Oylar sayılıyor. Sonuç değişmiyor ama iktidar bu sefer de seçimin iptal edilerek yeniden bir seçim kararı alınmasını sağlamaya çalışıyor.
Aslında iktidar bunları yaparken tam da bir meşruiyet çıkmazına saplanmış gibi görünüyor.
Sonuçları tanımayıp bir şekilde İstanbul’u muhalefete bırakmazsa o çok önem verdikleri sandık demokrasisine de paydos demiş olacaklar.
Böylece iktidarın meşruiyeti, özellikle uluslararası düzeyde daha fazla tartışılacak. İçerde de bunun etkileri kuşkusuz ağır olacak.
Aslında hukuki kılıfına -Artık ne kadar hukuk kaldıysa memlekette- uydurmaya çalıştıkları seçimlerin iptali ve yeni seçim de aynı kapıya çıkıyor.
İptal de yeni seçim de sandık demokrasisine paydos anlamını taşıyor. Yani örtülü faşizmden açık faşizme geçiş anlamına geliyor.
Bunların hiçbiri olmasa ve YSK mecburen ya da korkarak yasalara uyma konusunda kendisini zorlasa ve iktidarın bütün baskılarını reddederek mazbatayı CHP’nin adayı İmamoğlu’na verse bile durum değişmez.
Şimdiden sorulmaya başlanan şu soru sorulmaya başlanır:
Yerel seçimdeki mağlubiyeti bile kabul etmeyen bu iktidar genel seçimde ya da cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapar? Yönetimi nasıl gönül rahatlığı ile muhalefete devreder?
Devreder mi?
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Bahçeli ve iktidarın sözcüleri bir ağızdan yenilgiyi kabul etmeyerek bin dereden su getirerek, özellikle İstanbul’un yönetimini bırakmak istemiyorlar.
Şimdi bir ağızdan seçimin yenilenmesini talep ediyorlar.
Çünkü İstanbul iktidar demek. Düşüş İstanbul’dan başladı mı durdurmak mümkün olmuyor. Onlar da gidişatı pek hayra alamet görmedikleri için mukadder akıbetlerini değiştirmeye çalışıyorlar.
Üstelik İstanbul demek rant demek, para demek, milyarlık ihale demek, güç demek… Bilindiği gibi Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı’nda güçlendikten ve palazlandıktan sonra iktidara yürüyebildi.
CUMHURBAŞKANI’NIN MEŞRUİYETİ DE TARTIŞILABİLİR
Bu itirazlar ve yeni seçim talebi aslında iktidar cephesinde kendi içlerinde de büyük bir tartışmayı beraberinde getirdi. İlk defa iktidar kanadında farklı sesler çıktı ve "Yenilgiyi kabul etmemiz gerekir. Hukuka uymamız gerekir" diyenler oldu. Bunların sayısı giderek artıyor.
Bu görüşü savunanlar sonuçları kabul etmeme durumunun tehlikeli bazı tartışmaları da beraberinde getireceğini görmüş olmalılar.
Nitekim anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun konuyla ilgili bir soruya verdiği cevapta, seçimin meşruiyeti ile ilgili tartışmalara ilişkin, "Seçimle ilgili bir meşruluk tartışması başlarsa esasen Cumhurbaşkanı'nın meşruluğu tartışılmalıdır" demiş olması ciddi bir uyarıdır.
Erdoğan’ın, "İstanbul'da seçim sonuçlarının neredeyse hepsi usulsüz, kimsenin 13-14 bin oyla kazandım havasına girmeye hakkı yok" ifadeleri bu tartışmayı haklı kılmaktadır.
Kabaoğlu, seçim kurullarının oluşturulmasının idari makamlar, İçişleri ve Adalet Bakanlığı gibi devletin ana kuruluşları tarafından işletilen mekanizma olduğunu belirterek, "Hepsinin başında kendi yer almakta. Meclis açılış konuşmasında 'Yürütme benim' diyen kişi bunu diyorsa bence seçimin meşruluğundan çok anayasal düzenin meşruluğunu tartışmak gerekiyor" dedi.
Böylece iktidar, seçimin meşruiyetini tartışırken kendisinin ve tek adam rejiminin meşruiyetini tartışır hale getirmiş bulunuyor.
İktidar içinde sayıları fazla olmayan bazı isimlerin bu gidişi iyi görmedikleri anlaşılıyor. Çünkü artık tartışılan, Türkiye’nin geleceği falan değil, apaçık AKP-MHP Koalisyonu’nun ve tek adam rejiminin geleceğidir.
Bu seçim HDP’nin, demokrasi tarihine geçecek hamlesi sayesinde iktidar için bir referanduma dönüşmüş ve koalisyon seçimi kaybederek kendisine, tek adam rejimine ilişkin bir tartışmayı başlatmıştır.
Erdoğan’ın, Bahçeli’nin ve iktidarın bu yenilgiye karşı cevabı, ancak sonuçları geciktirmek ve seçimin, o da sadece İstanbul’da yenilenmesini sağlamaya çalışmak olmuştur.
Bahçeli’nin seçim öncesi söyledikleri gerçekleşmiştir.
Evet, Kürtler geriletilememiş, dirençleri kırılamamıştır. Kayyımların önemli bölümünün Kürt şehir ve kasabalarından kovalanması engellenememiştir.
HDP seçmeninin desteği ile Türkiye’nin en büyük kentlerinin belediyeleri iktidar partilerinin elinden alınmıştır.
İktidarın bu kentleri elinde tutmadan ülkeyi yönetebilmesi çok zordur. Bu kentlerin belediyelerine çıkarılacak engeller ve uygulanacak baskılar ters tepecek ve iktidar bloğunun oylarını etkileyecektir.
Evet, bu seçim bir referanduma dönüşmüştür ve hukuksuzluk, baskı ve şiddet politikaları ile tek adam rejimini yerleştirmeye çalışan iktidara vatandaş, ‘Hayır’ demiştir.
İktidar bu seçimi beka sorunu olarak görmüştür ama ortaya çıkan sonuç kendi beka sorunu olmuştur.
Şimdi bu kazanımları koruma süreci başlamalıdır.
Demokratik bir hak olarak, en barışçı yöntemlerle kitlesel olarak sokağa çıkmadan ve şu sıralarda il, ilçe seçim kurulları önünde devam eden demokrasi nöbetleri yaygınlaştırmadan bu belediyeler, bu kazanımlar korunamaz.