Aris Nalcı
Seçimler, elçiler, amiralar ve yakılan dönüş biletleri
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasındaki bu ilk yazım. Bundan önceki yazdıklarıma ve şimdi muhalefetin etraflıca eleştiri yapma kanalları açılınca okuduklarımdan anlıyorum ki baştan beri içimi kemiren şeyler ne yazık ki gerçekmiş.
Kılıçdaroğlu ve CHP eleştirileri bir yana dursun bu hafta, biraz günlük hayattan bahsederek umudumun neden kırıldığını ve geldiğim yeri anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle gelin Saray'da giderek güçlenen iktidarın ve sayın 'Padişah'ın buyruklarının Ermeni toplumuna nasıl sirayet ettiğine bakalım.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde seçilmiş AKP'li MYK üyesi ve milletvekili Sevan Sıvacıoğlu üzerinden üstü kapalı olarak Ermeni toplumuna mesaj göndermişti. 26 Mayıs'ta Agos'ta yayınlanan İşhan Erdinç imzalı haberde, Türkiye'nin en zengin Ermeni vakfı Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı'nın yeni seçilmiş başkanı Aksel Topalyan'ı arayarak oy istemiş.
Hani doğrudan oy istememiş ama tercümesi “Sizin Ermeni mahallelerinden bize az oy çıkıyor. Tebaaya iletiniz sandığa gitsinler” demiş.
AKP Türkiye'de ne kadar az sayıda Ermeni kaldığını biliyor. Seçim sonucu değiştirecek bir büyüklükte oyumuz yok. Ama gelin görün ki varlığımız her zaman gerekli.
Zamanı gelir şeytanlaştırmak için gerekliyiz, zamanı gelir oy istemek için. Bu aslında Erdoğan ve kurduğu sistemin 'biz'lere nasıl baktığını da gösteriyor.
Yap deyince yapacaksın, tebaasın... Buyur etmiş saray...
Agos'tan İşhan Erdinç'e konuşan Aksel Topalyan'ın dikkatle seçilmiş kelimelerini aktaralım:
“Sevan Sıvacıoğlu yolda gelirken beni aradı, ‘Cemaatimizden rica edebilir misin’ dedi. ‘Milletvekili tarafında oylama bitti. Bir tane AK Parti’de milletvekilimiz var. Şimdi gelecek günlerde daha iyi işler yapabilmek için bizim partiyi destekleyin’ dedi. Elçiye zeval olmaz, bana söyleneni cemaatime söylüyorum.”
AFEDERSİNİZ ERMENİLER!
Osmanlı'daki gibi işlediğini sanıyor her şeyin. Kendi Amiralarını seçmek ve toplumu onlara kanalize etmek aslında en kolay yol. Erdoğan bunu daha önce Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi üzerinden yapıyordu.
10 yıl kadar önce, Ermeni vakıfları ilk kez bir arada hareket etmeye çalıştığı zaman bir VADİP (Vakıflar Arası Diyalog Platformu) toplantısında vakıf başkanlarından biri, malum kişi için “Karşısında tek bir kişi ile muhatap olmak istiyor” demişti. İşte o dönemden sonra en büyük vakıf başkanı aynı zamanda Ermeni toplumu başkanıymış gibi bir algı yaratıldı iktidar tarafından ve bugüne kadar da kullanılıyor.
Bunun siyasi temsiliyeti ise bir iktidar partisinden bir Ermeni vekil olabilir tabii ki.
GELELİM GELECEK KAYGILARIMIZA
Öyle ya da böyle, çala ve çırpa bu ülkenin önemli bir kısmı metrolarda durup dururken Erdoğan bağırttıracak kadar delirtildi.
Ekonomik krizin de belli ki AKP'ye oy verenlere bir etkisi yok, depremlerin de.
Karşısındaki muhalefet ise 20 yılda %50'yi geçemedi ise biraz oturup düşünmekte fayda var.
Bir Ermeni olarak şunu sordum kendime.
Ben 43 yaşındayım.
Büyük oğlum 10.
Şimdiki seçimde olmadı. Olsaydı da zaten ben memlekete dönebilmek ve oğluma benim deneyimlediğim Türkiye'yi göstermek için, insanların bir 5 yıl kadar normalleşmesi gerekiyordu. Zira milliyetçi tuşların hepsine birden basıldığında insanlar öyle bir zıvanadan çıktı ki Ermeni'nin 'E' sini Suriyeli'nin 'S'sini Kürt'ün 'K' sini duyduklarında evinizi barkınızı yakmayacaklarının bir garantisi yok. Avrupa'da büyüyüp de Türkiye'ye dönen bir çocuğun burada normal gördüğü birçok şeyi Türkiye’de bu şartlarda yapmasına imkan yoktu. Ama hadi o 5 sene rahatlama ve normalleşme dönemi olaydı bizim oğlan 15'inde memleketi görmüş, çocukken ona Kürt böreği yediren köşedeki börekçiyle belki tekrar karşılaşma şansına erişirdi. Olmadı...
Şimdi Avrupalının 'tepeden bakışı' diyeceksiniz belki buna, ama değil. Burada olmayı o değil biz seçtik. Onların velileri. Gezi protestoları zamanında Türkiye'de balkondan gaz yemiş bir çocuktu bizimkisi.
Bizi zorunlu sürgünlere yollayanlardır aslında Türkiyeli olup da Avrupalı olan gençlerin sorumluları.
Onlar her seçim sonrasında bizlere 'e şimdi gidiyor muyuz?' diye soruyorlar ve biz iki seçimdir heveslenip gidemiyor oluyoruz.
Şimdi bir 5 sene daha beklemek özendiriliyor bizlere. 2028'de ise Erdoğan'ın yerine kendi ailesinden bir cumhurbaşkanı bırakması çok olası bir ihtimal. Şimdiye kadar seçmenin tüm kodları ile oynamış bir sistem bir 5 sene daha kim bilir nerelere nüfuz eder? Bilemiyorum.
Muhalefetin bile “bizi de kendine benzetti” öz-eleştirilerini getirdiği bir dönem sonrasında Türkiye siyaseti gelecek için biz seçmenlere nasıl bir çözüm sunacak bekleyip göreceğiz.
Ama 2028'de de aynı senaryolar yaşanırsa biraz yukarıda bahsettiğim delirmiş kitlelerin normalleşme süreci daha da uzayacaktır.
Haydi yine 5 sene de o normalleşmeye ver. 2033...
Ben oldum 53 oğlan 20...
Bu hesaplarla bir yere varamayacağımızı anladım bu seçimde.
Hani bizim büyüklerimiz bazen derlerdi. Benim torunumun torunu görür ancak bu memleketin düzeldiğini o da belki.
Şimdi ben de size aynı şeyi yazacağım.
Benim içinde rahatça, korkmadan ve gelecek kaygısı olmadan (maddi değil can güvenliğinden bahsediyorum) yaşayabileceğim bir ülkeden giderek uzaklaştık.
Avrupa'nın insan hakları konusunda örnek alınası çok az yeri kalsa bile yine de burada sağlanan insani özgürlüklere biraz olsa yaklaşacağımıza, giderek bambaşka bir evrene evrildi Türkiye.
Muhalefeti ve iktidarı ile.
İktidar hastalığı kanser gibi yayılmış.
Bir daha bizi sandığa çağırdıklarında bakalım hangi Amira'lar aracı sokulacak.
Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir