Aysuda Kölemen
Sığınmacılar ve hayatta yapılması gereken bazı şeyler
Artık yaşlı bir adam olan Bert, neden 2. Dünya Savaşı sırasında Naziler’den kaçan Yahudileri evinde saklayarak hayatını tehlikeye attığını soran araştırmacıya dedi ki, "Yardım ediyorsun, çünkü insansın ve görüyorsun ki bir ihtiyaç var… Hayatta yapılması gereken bazı şeyler vardır ve yaparsın."*
***
Fatih’te rutubetli bir bodrum dairesinde, koridordan hallice ama birkaç ailenin salon olarak kullandığı odanın soğuk tabanının üstüne yerleştirilmiş yastıkların önüne çay tepsisini koyuyor ev sahibi. İnsanı utandıran bir minnettarlıkla gülümsüyorlar, ikram ettikleri çayı beğenip beğenmeyeceğimizi merakla bekleyerek. Minnettarlık sadece onlarla sohbet ettiğimiz için. Yaralarını kanatacağını bilerek soruyorum "geldiğiniz köye ne oldu?" İçlerinden Türkçesi en iyi olanı "köyümüz kalmadı artık" diyor. "Kim yok etti?" diyorum. "Hepsi" diye yanıtlıyor. "Herkes ayrı ayrı bombaladı."
Kumral esnaf bana oturmam için bir tabure uzatıyor, yardımcısı ile karşıma geçip oturuyorlar. "Suriyeliler bizim din kardeşimiz, elbette yardım edeceğiz" diyor kendinden emin bir tavırla. "Ama nerede kalacak bu kadar insan abi?" diye soruyor çekingence yardımcısı. "Ne var ki, yaparız bir sürü konut, yerleştiririz gerekirse. Hükümetimiz her şeyi halleder, sağolsun. İcap ederse, bizim ev büyük mesela, beş odalı, biz de alırız birilerini. Ha belki ikinci eş olarak alırım mesela" derken gülümsemesi keyifli bir kıkırdamaya dönüşüyor. "Sana da Suriyeli bir kadın buluruz" diyerek dönüyor yanındaki adama. Yardımcısı kaşını çatıyor. Dükkân sahibi içeride çalan telefona yetişmek için koşuyor. Yardımcı fısıldar gibi "ben karımdan başka kadın istemem. Zaten ben Karadenizliyim. Karadenizliden başkasıyla evlenmek yok bizde" diyor kararlı bir ifadeyle. Dükkân sahibi dönüyor, kaldığı yerden devam ediyor, "hem bizimkiler tembel. Suriyeliler iş çalıyormuş. Yok öyle bir şey. Dünya kadar para veriyor burada esnaf, çalışacak adam bulamıyor. Kimse çalışmak istemiyor. Fena mı işte, Suriyeli gelip çalışıyor." "Peki din kardeşiniz olmayan Suriyeliler?" diyorum. "Suriyeliler Müslüman değil mi?" diyor hayretle. Cevaplıyorum, "hepsi değil, mesela Ezidiler var." "Sorun değil, onlar da burada Müslüman olur" diyor hızla. Yardımcısı "abi" diyor "Suriye’de o kadar zaman Müslüman olmamışlar, burada niye olsunlar?" "Olur olur." "Ben açıkçası sevmiyorum bu işi. Hastaneler dolmuş diyorlar, onlara bedava ya. Üzülüyorum bir yandan da. Çok fakiri var, bizim mahallede dileniyorlar," diyor yardımcı. "Yahu fırsat işte bu, o dilenecek, sen de vereceksin bir liranı, kazanacaksın sevabını, cennete gireceksin" cevabını alıyor.
Kahvehanede oturan ve kendini solcu olarak tanıtan ince, esmer adam büyük bir yük taşıyormuş gibi düşürüyor omuzlarını ben Suriyelileri sorunca, "çok kötü durumları, burada çok hasta bir adam vardı. Hastaneye gidemiyordu, sigortası yok. Ne yapalım, bir yolunu bulup götürdük, paramız yettiği kadar, tedavi ettiriyoruz ama bizim de paramız yetmiyor ki. Sigorta ettirebilsek, rahatlarız ama olmadı. Ne yapacaksın? Ortada mı bırakacaksın?"
Bir haber okuyorum. Amerika’da oturma izni olmayan bir göçmeni sınırdışı etmek üzere evine gelen görevlileri gören komşu koşarak bütün mahalleliyi topluyor. Mahalleli evin önünde insan zinciri oluşturarak götürülmelerini engelliyor. Komşuluk bağı pasaport bağını yeniyor bir günlüğüne.
Okuldasın. Bir anda kulaklarını sağır eden bir patlamayla bilincini kaybediyorsun. Yaraların iyileşiyor ama artık okulun yok, arkadaşlarının cesetleri var aklında. Abinin savaşırken öldüğü haberi geliyor. Kimle savaştığından emin değilsin, kimin saldırdığını bilmediğin gibi. Ne sokakta güvendesin, ne evde. Annen hayatı boyunca biriktirdiği paraları toplayıp, hepinizi sonunun nereye varacağını bilmediğiniz bir yolculuğa çıkarıyor. Bir mülteci kampına vardınız. En çok annenin yaptığı güzel yemekleri özlüyorsun. Yok, en çok okul arkadaşlarını. O da değil, yüzlerini hatırlamakta zorlandığın abini, babanı özlüyorsun en çok. Evini. Mahalleni. Şehrini. Yan çadırda kalan kadın diyor ki, "bir koltuğa yaslanarak oturmayı özledim." Köyü işgale uğramış, sayısız kez tecavüze uğramış, insandan çok hayaleti andıran bir genç kız var, hikâyesini bilmiyor gibi yaptığınız. Bazı aileler kızlarını öldürmüş, tecavüze uğrayıp, köle yapılmasınlar diye, duyuyorsun. Haline şükrediyorsun. Buradan çıkmayı istiyorsun. Annen bir yolunu bulup, sizi kamptan çıkaracak, şehre götürecek. Orada bir eve yerleşebilirsiniz. Artık bir şey umut etmekten korkuyorsun. Sadece hayatta kalmaya yetiyor gücün. Belki tuvaletsiz bir kömürlükte yaşayacaksın. Belki yaşanılabilir bir evin olur. Belki evlenirsin, çocukların olur, sen okuyamadın ama o okur, mutlaka okutacaksın. Belki savaş biter, dönersin o zaman. Belki dönecek hiçbir şey kalmamış olur. O ihtimali düşünmemeye çalışıyorsun. Bir gün mutlaka eve döneceğine inanıyorsun. Şehirde olsanız bir parka gidersin, bahar güneşini, çiçek kokusunu içine çekersin. Bir arkadaşın bir şaka yapar, kahkahalarla gülersin. Yanından geçen bir kadın tiksinerek bakar yüzüne. "Geldiler bindiler tepemize pis Araplar, ülkeleri savaşta, bunlar keyifte."
Önümde veri dosyasına bakıyorum. Kimse istemiyor Suriyeli sığınmacıları. AKP'liler ve CHP'liler, dindarlar ve dinsizler, zenginler ve yoksullar. Eğer partiyle, eğitimle, sosyal sınıfla ilgisi yoksa, neyle ilgisi var diye arıyorum. En çok neyle ilgisi var? Buluyorum. Ermenileri arkadaş ve komşu olarak istemeyenler, en çok onlar düşman Suriyeli sığınmacılara. Ermenileri istemeyenler…
***
Bert eve geldi, içeride Yahudi bir tanıdığını buldu. Birden anladı neden orada olduğunu. Bir Yahudi saklarken yakalanırsa öldürüleceğini biliyordu. Bunu önemsemedi. Yıllar sonra neden önemsemedin diye sorulduğunda, "hayatta yapılması gereken bazı şeyler var ve yaparsın" diyecekti. Ama o an sadece "Kalıyor" dedi.
*Bert’in hikâyesi bu çalışmadan alıntılanmıştır: Monroe, K. R., Barton, M. C., & Klingemann, U. (1990). Altruism and the Theory of Rational Action: Rescuers of Jews in Nazi Europe. Ethics, 101(1), 103-122.