Siyasetteki DNA ve Aleviliği zimmete geçirmek

Erdoğan’ın açıkladığı Alevi değil “Sünni” açılımı, özeti şu: Bakın, Alevileri devlete bağladık, hegemonik Sünniliğimize şirk koşacak kimse kalmadı. Artık semah izlemek için cemevlerine tur düzenleyebiliriz.

Garip günler. İktidarı ayrı garip, muhalefeti ayrı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “baş örtüsü hamlesi” mesela. Hamle garip çünkü yasal düzenleme gerektirmeyen işlerde yasal düzenleme yapmak hedefi tutturmaz, tersini davet riski taşır. Elbette “Bunlar iktidara gelirse baş örtüsünü yasaklar” propagandasına cevap üretmek gerekir ama en yanlış cevabı bulmak da bir tür maharet.

Tabii Kılıçdaroğlu yasa demişse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasa demesi şart, el yükseltmeden siyaset mi olurmuş? Yasaya girmemesi, anayasaya hiç girmemesi gereken şey anayasaya girerse, sonra o hükmü istediğin yere bükme kolaylığı Erdoğan’ı heveslendirmez mi hiç? Erdoğan garip öneriye anayasa değişikliği diyerek daha garip cevap verirken işin içine bir de Alevi açılımı sıkıştırmayı ihmal etmedi; o açılım da dün geldi, oraya döneceğiz ya önce bazı genetik meseleleri konuşmak lazım. DNA tartışması çünkü garibin de garibi bir tartışma. Garabet olimpiyatları var sanki, maksat vatandaş eğlensin.

IRKÇILIK MİNDERİNDE DNA ELENSESİ

DNA tartışmasında da işin başlangıcı yine Kılıçdaroğlu’nun bir hamlesi var. Malum, CHP genel başkanı Mersin’de polise yönelik saldırıda öldüğü açıklanan saldırganın DNA test sonucunun açıklanmasını istedi. Çünkü adı açıklanan kişi ile ölen kişinin aynı olmadığını düşünüyordu. Haklıydı da. İçişleri Bakanı, “Biri ilk defa terörist DNA’sı istiyor” diyerek işi mugalataya dökmeyi tercih etti.

MHP lideri Bahçeli ise kendisinden en beklenecek biçimde konuyu ırkçılık minderinde ele aldı: "Kendi DNA testini yaptırırsan ölen teröristin test sonuçlarını görürsün."

Öyle ya Kılıçdaroğlu madem Kürt kökenli ve madem iktidara muhalif, demek ki terörist. Kemal bey ise bu gollük pası ne yazık ki ırkçılık minderinden ayrılmadan cevapladı: "Güzel bir öneri ama bir şartım var. Beraber DNA testi yapacağız, kimin ne olduğu çıksın ortaya."

Hani Kılıçdaroğlu’na ırkçı demek yerinde olmaz elbette, fakat ırkçı bir hamleyle karşılaştığında (hem ırkçılığı teşhir edecek hem de mahkûm edecek bir cevap aramak yerine) neden ırkçı kodları kabul etmiş gibi cevap veriyor anlamak zor. Zor ama imkânsız değil: Aşırı sağ bir iktidara karşı mücadelede söylem ve eylem hattını yine sağ minderde kabul ederseniz, sağcı görünmekten de sağcılaşmaktan da kurtulamazsınız. Sen kakasın diyen kreş çocuğuna sen daha kakasın diyen diğer kreş çocuğu misali, senin DNA bozuk diyene seninki daha bozuk cevabı. Buradan nereye gidilir? Mesela DNA testi yapılsa ve ikisi de Türk çıksa ne olur? Kürt çıksa ne olur? Bir sosyal demokrat lider, o ya da bu etnosla genetik bakımdan bağlantılı çıksa ne olur? Tabii ikisi de Ermeni ya da Rum çıkarsa gayet eğlenceli olurdu doğrusu!

“BENİM KÜRT ARKADAŞLARIM VAR!”

Hasılı burada teyit edilen tek şey var: Irkçılık, Türkiye ana akım siyasetinin ana minderlerinden biri olmaktan neredeyse hiçbir zaman çıkmadı; DNA’sında var. Çıksaydı, “Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyecek kadar ileri gitmiş bir Erdoğan’ın bugünkü ırkçı/dinci koalisyonda yeri olmazdı. Erdoğan o sözü, 2002’de iktidara geldiğinde siyaseten çözme sözünü verdiği Kürt meselesi vesilesiyle ve doğrudan Bahçeli’ye cevaben söylemişti. Başörtüsü meselesi nedeniyle polemiğe giriştiği Kılıçdaroğlu’na cevap verirken o meseledeki yeni yerini güzelce işaretledi: “Bizim Kürt meselemiz yok, kabinemde iki Kürt arkadaşım var.” Hiç kullanmayan varsa denesin, Kürt arkadaşınız varsa, Kürtlerin konuşmasına gerek olmadan Kürt meselesinde istediğiniz gibi konuşabilirsiniz. Şu Kürt meselesi siyasal gündeme oturduğu yıllardan beri “Kürt arkadaş sahibi olmak” öyle bir güçlü argüman kabul ediliyor ki, Kürt arkadaşı bulunan, ailesinde Kürt damat ya da gelin bulunan herkes Kürtlerin taleplerini küllen reddetmek için bu sakızı çiğnemeye başlıyor. Öyle ya madem çarşı pazarda çok güçlü bu argüman, “kabinede iki bakan”ı bulunan bir hükümet başkanı niye kullanmasın?

TURİSTİK ALEVİLİK?

Şimdi gelelim “başörtüsü” tartışmasına ve içinden çıkan Alevi açılımına. Açılan paketten ne çıktı? “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı.” Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde. Niye? Niye Gençlik ve Spor Bakanlığı değil? Hatta niye Hazine ve Maliye Bakanlığı değil, oranın bakanı “heterodoks” demeyi biliyor ya neden olmasın! Kültürü diyelim anladık, neticede o bir yanıyla da bir “kültür” ve fakat ya turizm? Turistik Alevilik?

Erdoğan’ın sözlerine geçmeden önce Aleviliğin cumhuriyet sonrası konumlandırılışına az bakmakta fayda var:

Diyanet’in kuruluşundan sonra, yani devlet onaylı bir Sünniliği “resmi din” olarak benimsedikten sonra Aleviliğe biçilen konum açıktı: Sünnileşmeyecekse, bir tür folklorik öğe olarak ne kadar yaşayabilirse o kadar yaşasın. İnancın kendisini yeniden üretebilmesinin bütün yolları itinayla tıkandı. Devletin arzuladığı Sünnilik ile onun dışında kalan ve devleti arzuladığı hale getirmek isteyen Sünnilik arasındaki çekişmede en son Erdoğan’ın AK Parti’sinin iktidarının zuhur ettiği finale geldik.

EŞİT VATANDAŞLIK TALEBİNİ ÇÖZER Mİ?

Laiklik, devletin inançlara kör olmasını değil, bir inancı özenle kayırması anlamında kabul edilip uygulanınca daha farklı bir yere gitmek zaten şaşırtıcı olurdu. Şimdi artık laiklik kaygısı hiç olmayan ve yenilenen devletin arzuladığı Sünniliği yerleştirmeye çalışan iktidar iş başındayken, Alevilik konusunda yeni bir hazırlık başlatılıyor anlaşılan.

Bu açılımda Kızılbaş/Alevi toplulukların taleplerini karşılayan ne var? Zorunlu din dersleri kalkıyor mu? Hayır. Alevilerin Aleviliği yeniden üretmesini sağlayacak eğitim/öğretim kurumları öngörülüyor mu? Hayır. Alevilerin eşit ve özgür yurttaşlar olarak inançlarını arzuladıkları gibi yaşamalarının önü açılıyor mu? Hayır. Peki ne yapılıyor? Görmek zor değil: Taleplerin bazı ekonomik görünümleri devlet eliyle karşılanabilir hale getiriliyor, elektrik su filan gibi faturalar, bazı kadrolar filan. Kurulan bürokratik birim, Alevilerin eşit yurttaşlar olarak görülmediğini teyiden ilan edecek biçimde, bir bakanlık bünyesine yerleştiriliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı mesela doğrudan Cumhurbaşkanlığına, yani hükümet başkanına bağlı, Alevilik ise bu yerleştirmede Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kalıyor.

Teklifin özeti şu: Gelin bu başkanlığa bağlanın, elektrik su faturalarını öderiz, arzu edenlere dede, baba filan maaş da bağlarız. Kültürünüz kabul, turizm de var işin içinde, misler gibi yaşar gidersiniz. Kapiş?

AÇILIM DEĞİL KAPANIM

Ne bu? Alevi/Kızılbaş toplulukları tek kuruma bağla. O kurumu bir bakanlık bünyesine yerleştir. Aleviler toplansın gelsin. Soran olursa, canım kültürel turistik işler de, inanç meselesini soracak olursan, onu başkanının elinde kılıçla gezdiği Diyanet İşleri Başkanlığı belirleyecek elbette. Daha doğrusu, kılıcı başkanın eline tutuşturan kimse o belirleyecek.

Çocuk kandırmak için bile daha çok efor sarfetmek lazım. hedeflenen şey basitçe Aleviliği zimmete geçirmek. Devletin ödediği faturalara ve vereceği maaşa ikna olacak birileri çıkar muhakkak fakat bu bir “açılım” değil, bir kapanım hamlesi. Alevileri devlete kapatmak hedeflenen şey. Kabinede Kürt bakan var madem, Kürt sorunu bitmiştir. Devletin Alevi başkanlığı var madem, Alevi sorunu bitmiştir. İktidar, devletin DNA’sını yenilerken, eski DNA’daki kusurları allayıp pullayıp cilalayıp yeniden dolaşıma sokma peşinde. Tabii bir fark olacak: önceki DNA’da Alevilerin payına düşen dışlanmaktı, yenisinde devlet zimmetinde Sünni üstünlüğünü açık biçimde kabul ederek susma mecburiyeti olacak.

Açık ki bu Sünni üstünlükçü anlayış sahipleri için bir açılım: Bakın, Alevileri de devlete/maaşa bağladık, hegemonik Sünniliğimize şirk koşacak kimse kalmadı. Beraber cemevlerinde semah izlemek için turlar düzenleyebiliriz artık rahat rahat.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi