'Siz çoksunuz, onlar bir avuç!'

İngiltere'de Jeremy rüzgarları esiyor. Shelley görseydi sevinirdi. Orwell de herhalde sırıtırdı. Devasa bir canlı gibi kımıldamaya başladı orada bir şeyler. Burada yürürken adalet...

Ben ilkokula İngiltere'de başlamıştım (Cambridge, 1959). Çok sonraları 3-4 yıl Londra'da BBC'de çalıştım (1983-87). Thatcher yılları idi. Kelle Vergisine karşı onbinler Trafalgar Meydanında toplanmıştı. Tarihi Madenciler Grevini yaşadım.  Murdoch, geleneksel gazetecilik merkezi Fleet Street'i yıkarken, biz Docklands bölgesinde atlı polislerin saldırısına uğramıştık.

Unutamadığım karelerden biri de, Etiyopya'daki açlara yardım için organize edilen ''Live Aid'' kampanyası ve konseri (1985) oldu. Bob Geldof'un ''I Don't Like Mondays'' parçasıyla başlayan Wembley'deki konser sırasında telefonla bağış yapılıyordu. Milyonlarca pound toplanmıştı bir gecede. Benzeri kampanya ve konserler başka Avrupa ülkelerinde de düzenlenmişti ama hiç biri Londra kadar başarılı olamamıştı.

Londra, ayrıca Marx'ın ölüm kentidir. Bizim solcu Türkler, başkente vardıklarında, muhterem dedemizin mezarına mutlaka uğrar. ''Bir Kapital, ikiGrundrisse'' okumak farzdır. Ben de Londra'ya taşınınca Highgate'den bir ev buldum kendime. Sakallıya değsek belki bir şeyler geçer...

Az buz değil, İngiltere dediğin, Marx'ın ilk proleter devrimi öngördüğü memlekettir. Çünkü hızlıca sanayileşmekte ve işçi sınıfı güçlenmekteydi o zamanlar. Tabi üstad, öyle mekanik bir tahlil ve tahminde bulunmadı herhalde. Öngörüsü doğru çıkmasa da, önemli değil.

İngiltere toplumunda güçlü bir kolektif bilinç var. Artık adacıllıktan mı, yoksa Fransa ile yüzyıllardır kapışmaktan mı, yoksa benim bilmediğim yüzbir sosyolojik, tarihi, siyasi, kültürel ve ekonomik sebeple mi...daha toplulukçu bir toplum. İngiliz aristokratının centilmenliği dillere destandır ya... Çünkü Güneş Batmayan İmparatorluğun dört bir yanındaki sömürgelerden sağlanan zenginliklerle rahattır Sir'ler, Lady'ler, Baron ve Baronesler...Ama İngiliz işçi sınıfının mücadeleciliği de yabana atılamaz.

İşçi Partisi sol kanadının aktif bir milletvekili olan Jeremy Corbyn o günlerde, bizim ve Kürtlerin bütün mitinglerine, toplantılarına katılır, konuşmalar yapardı. 12 Eylül rejimine karşı elinden geleni yapmıştı.

''Sınıf'' sözcüğü ve kavramı bugün İngiltere'de ve ingilizcede hala sözcüğün gerçek anlamıyla kullanılır. Henüz tedavülden kaldırılamamıştır.    

Fransa'dan mesela müzikte, Trenet'den Montand'a, Brassens'den Renault'ya çoğunlukla solistler çıkar da, İngiltere'den Beatles, Rolling Stones ya da Pink Floyd gibi gruplar çıkar.

Neyse gelelim güncele...

Son seçimlerin galibi İngiltere İşçi Partisinin lideri Jeremy Corbyn, geçen hafta, 120 bin kişinin önünde, Glastonbury'deki müzik festivalinde sahneye çıktı, kısa ama siyasi ağırlığı büyük bir konuşma yaptı, bitirirken de Shelley'nin bir şiirinden beş dize okudu: 

 

''Uyuyan arslanların ayağa kalkması gibi

Yenilmeyecek kadar kalabalık!

Uykudayken üzerine serpilen çiy damlacıkları gibi

Salla dünyaya doğru zincirlerini

Siz çoksunuz, onlar bir avuç ''

 

Gençler coştu, alkış, kıyamet, heyecan, mutluluk, umut ve gülümseyen çığlıklar vardı koca alanda.

O günden bu yana İngiliz basınında bir çok kez bu an yazıldı, çizildi. Ayrıntılar, tahliller, hatırlatmalar...

1792-1822 yıllarında yaşamış olan şair, romancı, filozof Shelley'nin çok renkli, hızlı, aşklarla dolu bir hayatı var. Aristokrat bir aileden geliyor, ince, hassas, nazik bir çocuk. Delikanlılığa ayak bastıktan sonra, kabak çiçeği misali, henüz 19 yaşında iken 16 yaşındaki sevgilisini kaçırıp evleniyor. Zaten lisede iken takma adı ''Deli''. Eton'da okumuş ama gizli-saklı teşkilat işlerine girdiği için okuldan atılmış. Üniversite'deyken lakabı ''Tanrıtanımaz''.  Kimileri ona ''Şeytan'' da diyor. Bilahare ailesi ile de arası bozulmuş. İngiltere'de barınamaz olmuş. O sevgiliden bu sevgiliye yelken açmış, Fransa senin-İtalya benim, gezmiş dolaşmış, yazmış, çeviriler yapmış. Mesela 1811'de yayınlanan kitabının başlığı ''Tanrıtanımazlığın Gerekliliği''. 1818'de ise garip bir şekilde ''İslamiyetin İsyanı'' diye bir kitap da yazıyor.  Birkaç kez evlenmiş, ayrıca başka kadınlardan birkaç çocuğu olmuş.

Corbyn'in okuduğu şiirin başlığı ''Anarşinin Maskesi''. 1819'da kaleme almış. Manchester Peterloo'da barışçıl bir gösteriyi şiddetle bastıran süvari birliklerinin vahşetini anlatıyor. Oy hakkı talep eden kadınlar ve erkekler, ''Katliam'' olarak nitelenen bir saldırıya maruz kalmıştı. Gerçi şiir ancak 1832'de yayınlanmış. Şiirin tümü 91 dörtlükten oluşuyor. Siyaset, felsefe ve edebiyat var her dizede. Shelley, hayatta iken değil ölümünden sonra büyük bir üne kavuşmuş. Kendisinden sonra gelen en az iki kuşak şair ve edebiyatçıyı etkilediğini yazar uzmanlar. Bizim deminki şahsiyetlerden biri, Karl Marx da, birkaç yazısında Shelley'den bahsediyor.

Ölümü de hayatı gibi...Bir arkadaşı ile uyduruk bir yelkenliyle denize açılmışlar İtalya sahilinde, fırtınaya yakalanmışlar ve arkadaş ayrılmış aramızdan. Henüz 30 yaşında...

Jeremy abimiz aslında ilk kez Shelley söylemiyor. Seçimleri kazandığı akşam da, Haziran başında yine aynı dizeleri söylemiş. Çünkü bu şiir daha önce Pekin'de gençlerin ayaklandığı Tiananmen Meydanında da (1989) okunmuş. Sonra izine Kahire'de Tahrir meydanında (2011) rastlamışlar. İsyanın dili, coğrafyası yok! Kimyası sağlamdır.

İngiltere, bu hafta içinde (25 Haziran), bir başka büyük yazarının, Orwell'in de 114. doğum gününü kutladı.

Büyük Britanya adası, haritada, yüzünü Amerika kıtasına dönmüş, bağdaş kurmuş, koca kafalı bir adama benzer.

Yavaş yavaş ayağa kalkıyor galiba... İstanbul'a doğru yürüyenler gibi... 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi