Akın Olgun
Siz hepiniz, DEM Parti tek
Masadan kalkma ve Kılıçdaroğlu’nu yalnızlaştırıp, etkisiz kılma operasyonunun İYİP’e ihale edildiğini, yine İYİP’ten kopan önemli aktörlerin ağzından duyduk.
Siyaset sarsılmadı. “Nasıl olur” demedi. Sonuç olarak seçim kaybedilmiş, Kılıçdaroğlu kaybeden olarak işaret edilmiş ve “artık gündemde 3 gün bile kalamaz” diyerek dalga geçen televizyonların küçük adamlarının dilinde eğlenceye dönüştürülmüştü.
İYİ Parti lideri Akşener’in “devletten gelen büyük abiler” adlı operasyonu da hız kesmemişti. Seçimden sonra da operasyonun son ayağı olan kurultayı Kılıçdaroğlu’na kaybettirme oyununa uygun rolünü eksiksiz oynamıştı.
Bu haliyle, CHP içindeki muhaliflerin elini güçlendirmeyi hedeflemiş ve buna uygun şekilde pozisyon almıştı. Dert, CHP’yi dışarıdan yönetmek ve yetebileceği isimleri CHP’de tayin etmekti. Kendisine “abla, kardeş, akraba” diyenlerin saygıda kusursuz hallerinden doğan “ezik” tutum da onun bu duygusunu muhtemelen kabartmıştı.
Hatırlayın; İmamoğlu’na dava açıldığı gün elinden tutup otobüsün üstüne çıktığında Kılıçdaroğlu yurtdışı gezisindeydi ve Akşener bir oldu bitti ile İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya atma cesaretini göstermişti. Cesareti gösterenden çok, cesareti veren kişi önemliydi ve evet o İmamoğlu’ydu.
Uzatmayalım, Kılıçdaroğlu kurultayda liderliği kaybetti. Kaybettiren akıl ve siyaset, “değişim” diyerek yönetime geldi. Ne İmamoğlu dünkü İmamoğlu ne de Özgür Özel dünkü Özgür Özel’di.
Artık onlar partinin hem lideri hem de belirleyici iki aktörüydü ve Akşener’in “abla-kardeş” siyaseti üzerinden parmak sallayabileceği, önünde el pençe duracakları siyasetçiler değildi. Beklentileri vardı. Hem İmamoğlu hem de Özel’in siyaset sahnesinde nasıl var olacaklarının derdiyle didişirken, Akşener’in onlara kapıyı göstermesi şoku ile karşı karşıya kaldılar.
Devlet büyüklerinin eli ile kurulan ortaklığın sonuna gelindiği anlaşılıyordu. Siyasetin hâkim güç kavgası, iç içe giren imkân ve olanaklar karşısında sallanmaya başladı. Sallanan Akşener oldu.
Sonuç olarak CHP’nin içine yaptığı hamle dönüp dolaşıp Akşener’in ayağına da dolaştı. Mesele “etme bulma” hikayesi değil elbette. Bu ideolojik olarak milliyetçiliğin güç ve çıkar ilişkisi üzerine inşa ettiği siyasetin de bir sonucu. Demirel’in “Dün dündür bugün bugündür” diyerek formüle ettiği ilkesiz tutum ile İYİP kadroları partinin politik tutumuna değil, Büyükşehir belediyelerinin kendilerine sağladığı imkân ve olanaklara meyletti. Rant ideolojisinin kaçınılmaz sonudur bu.
Peki neden aynısı DEM Partisinde yaşanmıyor?
İşte bu sorunun cevabı aynı zamanda siyasetin turnusolü niteliğindedir. Rantçı anlayışa karşı örgütlenmiş, hak, hukuk, adalet için bedel ödemiş ve gerçek anlamda demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazı olan hakikati kendisine ilke edinmiş bir harekete ne bu tarz bir iç operasyon çekebilirsiniz ne de onu maddi çıkar ve imkanlarla satın alabilirsiniz.
Tam da bu yüzden DEM Parti, herkesi yerli yerine oturtan duruşun siyasetini örgütleyebiliyor. Ağırlığını, inceliğini ve en önemlisi sabrını dışarıdan çekiştirip sarsmaya, kırmaya çalışan çıkar çevrelerine karşı sırtını, halka karşı ise yüzünü dönebilen bir netliği tam da bu sayede sağlayabiliyor.
Seçmeninin gücünü, eleştirilerini, taleplerini partinin esas ilkesi haline getiren bir çizginin sarsılması da doğal olarak çok kısa süreli oluyor.
Partiyi sistem değil, halk yönetiyor çünkü. Dem Partiyi güçlü kılan şey de bu işte.
Kürt siyasetini batıda etkisiz kılma, siyaseten belirleyici olma gücünü kırma politikasının en soldan en sağa birçok kesimin ortak hırsına dönüşmesi bu yanıyla “anlaşılır” oluyor. Ülkenin batısında Kürtlere ihtiyaç kalmadan kazanılabileceği iddiası bu nedenle hiç de masum değil. Açık konuşalım bu bir tespit değil, Kürt siyasetinin varlığına duyulan şoven bir alerji.
Siyaset ilkelerini ve etik değerlerini rant ve çıkar ilişkilerine göre belirleyenlerin krizleri elbette rantsal olacaktır. Rant kimin elindeyse, düdüğün onu çalması da kaçınılmazdır.
Bu yanıyla, İYİP’in düdüğünü kim çalıyor sorusunun cevabı, Kılıçdaroğlu’na kazandırmayan ortaklığın içindedir diyebiliriz.
İYİ Parti'nin Kılıçdaroğlu’na kaybettirme, CHP’yi kukla yöntemiyle yeniden tasarlama, DEM Parti’yi ihtiyacın dışına atma ve iktidarla birlikte uyumlu bir muhalefet haline gelme operasyonu, sanırım güç savaşının diğer ayağında değişen dengeler sonucunda sekteye uğradı. Şimdi eski dostların düşman, eski düşmanların dost olması dönemine geçildi. (İfşalar büyüdükçe kusmaktan şişeceğiz sanırım.)
Tam da tüm bu nedenlerden dolayı yerel seçimlerde iki kazanan olacak diye düşünüyorum. Birincisi iktidar. Çünkü muhalefet cephesinde yaşanan tartışmalar, Cumhur ittifakına psikolojik üstünlük ile manevra yapma imkânı sağlıyor ve muhalefetteki krizi derinleştirmenin olanağını sunuyor. Güven vermeyen bir muhalefet, kitleler nezdinde kaybetmiş demektir.
İkinci kazananı ise Dem Parti olacak. Çünkü muhalefetin kaybettiği güven duygusunu DEM Parti kendisinde bir güvene dönüştürecek. İlkesel siyaset, mecburiyet siyasetine karşı bir alternatif olarak görülecek.
Biz ne yaparsak yapalım muhalif seçmen bize mecbur diye bakan o rahat ve üstenci siyasete karşı, “hayır mecbur değilsiniz” diyen DEM siyaseti, belirleyiciliğini ülkenin batısında da hissettirecek ve evet kazanacak.
DEM Partinin ne CHP’ye ne de AKP’ye ihtiyacının olmayışı ise onu en güçlü kılan şey.
Ez cümle; Kürt siyaseti DEM Partiyle “mekânın sahibi geldi” ağırlığını yeniden ortaya koydu. Kürt siyasetinin belirleyici rolünün karşısına İYİ Partiyi bir “aktör” olarak inşa etmeye çalışanlar için evet bu kötü bir haber.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü