Metin Yeğin
Sorioneku-İyi şanslar*
Dar, en fazla iki metre genişliği olan bir mutfaktı. Kapının yanında bir küçük masa vardı, üstü makyaj malzemeleri doluydu ve üç-dört bardak, başka başka boylarda, birinin içinde pudra fırçası duruyordu, belki kazara girmiş, bilmiyorum. Bir ışık yapmıştı oraya ışıkçı arkadaş, Basklı. Mutfağa her giren biraz çarpıyordu bacağına, duvarda bir-iki dalgalanıp duruyordu ışık, bir başkası gelene kadar. Kahve için bardak alıp, sonra onu bırakmaya girip çıkıyordu herkes. Birbirinin sırtına dayanmış, bardaklarla doluydu lavabo.
Kapı ve masanın arasında zorla hareket ediyordu Thamyris, Makyöz, Brezilyalı bir kadındı. Sabah erkenden çocuğunu okula bırakıp, bir başka şehirden geliyordu. Onun saatine göre başlıyorduk çekime. -Bir ordu en yavaş olanın hızıyla hareket eder diyordu Mao- Uruguaylı bir kuaförümüz vardı, masa, kapı, makyöz ve onların arasına her nasılsa sığabilmiş bir sandalyenin arasındaydı Lorea ve ona oturan oyuncunun hemen arkasında saçını yapıyordu, dönem saçı. Fön makinesini çalıştırdığında, bu sefer, sırt sırta vermiş bardaklar bir-iki dalgalanıp duruyorlardı lavaboda ama düşemiyorlardı, yer yoktu düşmeye…
Dışarıda çekecektik sahneyi ama yağmur yağdı yağacak….
Bask ülkesindeydik, bir eski taş evde. Nehir akıyordu yanından, ağaçlardan almış yeşilini ve dağlar ve orman. Eski bir demir ocağı vardı yanında, madenden çıkan demiri döktükleri bir yerdi. Bir fırın ağzı ve sıcak demirin aktığı oluklar vardı altında, kırılmıştı bazı yerleri olukların ama hala kızgın demir rengindeydi fırın. Küçük bir kilise vardı karşısında, çok küçük, bizim mutfaktan hallice, bir çan asılıydı girişinde, kulağından tutup, çalabileceğin kadar alçak. Papazın eviymiş bizimkisi de eskiden. Şimdi devrimci bir pankart asılıydı, balkonunda, Baskça.
Yüzde yüz yağmur gösteriyordu telefonlarda hava durumu. Bulutlar başımızın hemen üstünde, ağladı ağlayacak, bulutlar ve biz! Başka, bir fazla günümüz yok, çekebilmek için…
"Irulegi'nin Eli"nin üzerinde ki yazıyı çözdüler bir hafta kadar önce, 2100 yıl kadar önce yazılmıştı, Baskça. Franco zamanında yasak bir dildi. -Franco öldü çoktan, darısı başımıza.- ‘Irulegi’nin Eli’ Arkeolojik kazılarda geçen sene bulundu. İlk kelimesi ‘Sorioneku’ydu. ‘İyi şanslar’ demekti. Asıldığı evin, yaşayanlarına şans getiriyordu.
Arada bir çiseliyordu yağmur ve yüzde yüz göstermeye devam ediyordu akıllı telefonlar, bilmiş bilmiş. Güneşin suratı iyice asık…
Bardağı bırakmaya girdiğimde mutfağa, ışık bacağına çarptım biraz, ‘Yağmur yağıyor mu’ dedi İtziar, La Casa da Papel’in Lizbon’u. ‘Öyle diyor hava durumu ama yağmayacak’ dedim. ‘Yağmur severdi bizi. Yağmazdı.’ Gülümsedi üçü de, Thamyris elinde pudra fırçası, galiba bardak içinde olan, Lorea ile fön makinesi ve İtziar sandalyede. Şimdi çekeceğimiz sahneyi okuyordu bir yandan, senaryoyu kahve bardaklarının üzerine yatırmış, biraz kahve bulaşmış kenarına. Mutfak kapısına asılı eli gösterdi İtziar, ‘Sorioneku’ dedi. Sesçi arkadaş anladı, Basklı. Bardak almaya gelmişti, kahve için, ‘İyi şanslar’ diye çevirdi bize.
Bir sahne çektik, yağmurun soluğu ensemizde ama yağmadı, sanki bir el tutuyor gibi…
Eşref, Zaza, büyük suç ortağımız, işçi filmi yapıyoruz birlikte, yanıma geldi. Bir kahve bardağı vardı elinde, temiz; ‘Hoca’ dedi. ‘İtziar, bulaşıkları yıkıyor!’…
Başka türlü, birlikte, kolektif bir şey yapmanın neşesiyle; ‘Sorioneku’ herkese…
Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.