Fehim Işık
Suriye denkleminde Afrin satrancı...
Suriye rejimine bağlı güçlerin Afrin’e geçmesi birçoklarının kafasını epey karıştırmışa benziyor. AKP iktidarı, Suriye rejimine bağlı güçlerin Afrin’e destek için geçeceğini, hele geçişin bu kadar rahat olabileceğini hiç düşünmüyordu. Rusya’nın, Suriye hükümetinin Afrin’e askeri destek göndermesini istememesi de Erdoğan’ı rahatlatan bir etkendi. "Dostum Putin" dediği Rusya liderinin rejime bağlı güçlerin Afrin’e geçmesini engelleyeceği gibi bir görüşü vardı, Erdoğan’ın.
Açık ki ABD de, Suriye rejimine bağlı güçlerin Afrin’e geçmesini istemeyenler arasındaydı. O da böyle bir olasılığı pek hesaba katmış görünmüyordu.
ABD’nin istememesi anlaşılır. ABD, son zamanlarda nispeten toleranslı davransa bile nihayetinde Suriye rejiminin güç kazanmasını kendi aleyhine görüyor. Afrin’de Kürt güçleri ile askeri ittifaka giren Suriye rejiminin güç kazanmanın yanı sıra meşruiyet de kazanması, ABD’nin her şeye rağmen en son isteyeceği şey.
İlginç olan Rusya’nın, yıkılmaması için çaba gösterdiği Suriye rejiminin Türkiye karşısında güç kazanmasını kendi aleyhine görmesi. Bu çelişki gibi görünebilir ancak bunun da anlaşılır yanları var. Belli ki Rusya’nın Türkiye üzerinden yürüttüğü hesaplar henüz bitmiş değil. Üstelik bu hesapların istediğinden daha erken bir zamanda bozulmasını istemiyor.
Belki üzerinde durulması gereken noktalardan biri de İran’ın tutumu. İran, Astana’dan bu yana birlikte hareket ettiği Rusya ve Türkiye’ye rağmen, Afrin’e yönelik askeri müdahaleye karşı çıktı. Erdoğan iktidarının Afrin’de güç kazanmasının kendi aleyhine olacağını hesaba katan İran, güç kazanan Türkiye’nin Şii yayılmacılığı için de bir risk olduğunu biliyor. Türkiye’nin Afrin’i tamamen işgali ile birlikte yalnız Kürtlerin değil Suriye’nin zayıflayacağını da gören İran, bu nedenle Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri müdahalesine baştan beri karşı çıktı.
Sadece şu birkaç paragrafta yazılanlar bile Suriye’de nasıl bir satranç oynandığının göstergesi.
Türkiye, Suriye rejimine bağlı güçlerin Afrin’e girmeyeceğini hesaplıyor, olmuyor. Bu güçler Afrin’e girip çatışmalı alanlarda konuşlanıyor. Üstelik geçişler durmuş değil, devam ediyor.
Rusya, Türkiye’yi daha fazla kullanabilmek adına Suriye rejiminin egemenliğindeki alanlardan Afrin’e güç kaymasını engellemeye çalışıyor. Buna rağmen rejime bağlı askeri güçler engellenemiyor, Afrin’e ulaşıyor.
ABD, rejim ile Kürtler arasında işbirliğinin gelişmesini Suriye rejiminin lehine görüyor, bunu istemiyor.
Geriye kalan şu ki bunu bir tek İran istiyor.
Tüm bu denklemden çıkan, İran’ın Türkiye, Rusya ve ABD’nin hesaplarını bozduğu gibi bir sonuca götürebilir bizi. Bir yönüyle doğru. İran hesabı bozdu. Afrin’de direnenlerin yarattığı etkiyi bir yana bırakırsak; unutmayalım ki bu hesabı bozan bir diğer güç de Suriye rejiminin bizzat kendisidir.
Suriye, iç savaşın başlangıcından bu yana yaşananlardan birinci derecede sorumlu gördüğü Türkiye’yi engellemek için hem Afrin’in kapılarını kapatmadı, başka bölgelerden Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı silahlı birimlerin Afrin’e geçişini engellemedi. Hem de Rusya, ABD ve Türkiye’ye rağmen şimdiye kadar kendisinin de ayakta kalmasını sağlayan güçlerin Afrin’e geçmesine onay verdi.
Suriye bunu, sanıldığı gibi sadece elinin Türkiye karşısında zayıflamasını önlemek için yapmadı. Suriye, nihayette kurulacak bir masada Kürtlerle birlikte hareket etmenin kendi etkisini artacağını da hesaba kattı, katıyor. Bunu yapmasa, Türkiye Şehba bölgesinin yanı sıra Afrin’i de denetimine alarak Suriye karşısında daha güçlü bir pozisyona gelebilirdi. Suriye böylesi bir olasılığın tamamen kendi aleyhine olacağını çok iyi biliyor. Ayrıca Esad, ülkesini karıştırıp dünyanın dört bir yanından cihatçıları Suriye’ye taşıyan, en önemlisi cihadist gruplarla birlikte Suriye topraklarına Türk bayrağı dikerek egemenliğini ihlal eden Türkiye’nin güçlenmesini niye istesin!
Rusya’nın hesabı belli. Bir yanıyla Türkiye’yi Batı bloğundan uzaklaştırıp tanıyacağı ticari imtiyazlarla daha fazla kendisine yanaşmasını istiyor. Bu hesabının tutması için Kürtlerin kaybetmesini zerre önemsemiyor.
ABD, başından beri kendini Fırat’ın batısına kör ve sağır yaptı. En azından resmiyetteki tutumunu hep böyle gösterdi. Ayrıca Türkiye’nin bölgede denetim kurduğu alanların artmasını hem Türkiye’nin Batı’dan kopmasını engelleyebilecek, hem de Suriye ile İran’ı zayıflatacak bir adım olarak gördü.
ABD’nin son noktada, birçoğunun bölgede güçlenmesinde pay sahibi olduğu adına ÖSO denen 40 yamalı bohça içinde bulunan grupların tümü olmasa bile azımsanmayacak bir bölümünü kendi çıkarlarına hizmet edebilecek noktaya getirebileceğini de tasarlıyor, kanısındayım. Söz konusu gruplar sadece Türkiye’nin desteğiyle bölgede tutunmadılar. Suriye rejimine karşı onları eğitip donatanlardan biri de ABD’dir. ABD yeri geldiğinde bu güçlerin azımsanmayacak bir kesimini tekrar kendi yanına çekebilecek potansiyeli henüz yitirmiş değil. Tümü İran ve Rusya karşıtı olan bu güçler, Batı’ya karşı daha kabul edilebilir bir noktaya gelmeleri durumunda Fırat’ın batısında ABD’nin çıkarına da hizmet edebilirler.
Tüm bu hesaplar içinde görülmeyen, görülmek istenmeyen, üstelik dört bir yandan vurulan Kürtler var.
Türkiye, tasarlandığı gibi ilk 3-5 günde Afrin’i denetimine alsaydı, Fırat’ın doğusundaki Kürtler Rusya’dan tamamen kopup rejimden de uzaklaşarak ABD’ye daha fazla bağlanacak; Suriye’de güçlenen Türkiye, Rusya, İran ve Suriye’ye daha fazla kafa tutabilecek; Batı ve NATO, kısa veya uzun fark etmez, ancak pek yakın olmayan bir vadeye yayılacak çözüm girişimleri ile örgütlerden bağımsız devletlerarası müzakerelerle çözümü istedikleri gibi sağlayabileceklerdi.
İran, farklı bir noktadan yola çıkarak hesabı bozabilir. Suriye gelişmeleri kendi lehine görerek farklı aksiyonlar geliştirebilir. Ancak Kürtler, herkesin ölüme sessiz kaldığı bir ortamda ölümüne direnerek, korkunç orantısız bir güce karşı devasa bir direnç göstererek tüm hesapları bozdu. Deyim yerindeyse sahadaki tüm tarafları yeniden hesap yapmaya mecbur etti.
Türkiye’nin kafasının karışması; Rusya’nın Kürtleri kurban etme pahasına yürüttüğü siyasete rağmen sahayı istediği gibi yönetememesi; ABD ve Batı’nın Kürt direnişi sonrasında yeni arayışlara girmek zorunda kalması, sıradan gelişmeler değil. Kartların tümünün yeniden karılmasını sağlayan bu ölümüne direniştir, bedeli alabildiğine ağır olan mücadeledir.
Burada rejime bağlı güçlerin Afrin’e geçmesini Kürtler açısından zayıflık gibi görenler olabilir. Sahayı yakından gözleyenler, Ortadoğu’da kartların her gün yeniden nasıl karılıp dağıtıldığını bilenler için bu gelişmeler doğrusu ilginç değil. Afrin yönetimi bu ince adımı çok iyi hesapladı ve en doğru zamanda, Suriye yönetimine çağrıda bulundu. Afrin yönetiminin beyanı çok açık. "Suriye’nin bölünmesini savunmuyoruz. Suriye’nin topraklarına yönelik bir işgal girişimi var. Bu girişime karşı direnenlere destek vermek istiyorsanız kapımız açık" dedi. Bu, siyaseten de verilmiş önemli bir mesajdır. "Suriye’de işgale direnenler değil, işgali savunanlar bölücüdür" diyor, Kürtler. Ama şu da bir gerçek. Kürtler böyle bir destek almasa, ölüme kör, sağır ve dilsiz olanların sessizliğini de hesaba kattığımızda, Türkiye’nin orantısız askeri gücü ve acımasızlığı karşısında bugünkünden çok daha ağır bedeller ödeyebilirlerdi.
Kimse Kürtlere "Niye daha fazla ölmüyorsun" deme haddine ve hakkına sahip değil. Yıllardır her türlü saldırıya karşı en doğru olanı yapan, topraklarını işgalcilere, çetelere karşı koruyan Kürtlerin ölümünü savunanlar, yaşamını savunmuyor, saldırılara sessiz kalıyorlarsa ikiyüzlülüğün alasını yapıyorlar. Kürtler tutumlarıyla, bu ikiyüzlülüğe de yanıt verdiler.
En korkunç tutum da kendine ‘sol’ adını veren Perinçekvari ucube ulusolcuların tutumu. Düne kadar Kürtleri ABD ile işbirliği yapıyor diyerek suçlayan ve anti emperyalist mücadelede BAAS ile omuz omuza durmasını isteyenler, bugün Türkiye’yi, AKP’yi anti emperyalist mücadelenin mimarı ilan ederek Türkiye’nin askeri müdahalesine direnenleri suçluyorlar.
Bunlar, aslında Erdoğan’ın yerli ve millileri olma dışında bir kıymeti harbiyelerinin olmadığını bu tutumlarıyla bir kez daha ispat ettiler. Bunların ne solculukla, ne anti emperyalist olmakla zerre ilgileri yoktur. Ciddiye alınır bir yanları da yoktur.
Suriye’de Kürtler, birlikte oldukları halklarla birlikte ölümüne direnerek tüm dünyaya mesajlarını açık biçimde veriyorlar. Son ferdimizin ölümüne tanık da olsak bize ölümü reva görenlerin oyunlarına alet olmayacağız, diyorlar.
Namuslu olmak, bu onurlu direnişe destek vermektir.