ayşe düzkan
suriyelileri ne yapacağız?
göçmen dolu botların bir biri ardına batması, kartepe zirvesi’nde göç ve mültecilik temalarının ele alınması suriyelileri bir kere daha gündemimize oturttu. bu konuda derinlikli bir sol siyaset üretmenin zamanı geldi de geçiyor bence.
türkiye, yabancı düşmanlığının güçlü olduğu ülkelerden biri, batımızdaki ülkelere karşı bir tür aşağılık kompleksi, doğumuzdakilere karşıysa güçlü bir aşağılama yaygın. bir yandan da, türkiye’de, özellikle kendisini milliyetçi olarak tanımlayan çevreler, başka ülkelerin, başka halkların türklere/türkiye’ye düşman olmayabileceği ihtimalini dikkate almıyor, alamıyor; yurtiçinde, bölgede, dünyada yaşanan bütün gelişmeleri de bu "düşmanlık" üzerinden yorumladığı için ülkedeki herhangi bir hükümeti suçlamak aklına gelmiyor. iktidar açısından ideal vatandaş.
ama suriyelilere yönelik tepkileri, düşmanlığı bununla açıklamak mümkün değil. sol siyaset, maalesef bir süredir, bir dönüşüm stratejisinden kişisel, ahlaki bir tutuma tevil edildi. bunun en fena sonuçlarından biri, bütün toplumu ilgilendiren herhangi bir konuda, insanların ahlakını eleştirmekle yetinmek oldu. bu, türkiye’deki suriyeliler konusunda da böyle. çaresizlik içinde buraya sığınmış insanlara yönelik ırkçı tepkiler ve şiddet tabii ki kabul edilemez ama bunu eleştirmek, konuyu ırkçılık sınırları içinde tartışmak yetersiz bence. ayrıca sol siyaset, insanların ırkçı olduklarını tespit etmek değil, ırkçı olmanın neden kendilerinin aleyhine olduğunu anlatmak değil midir?
türkiye, belki ilk kez bu şekilde göç alıyor ama vatandaşlarının göç deneyimi var. dolayısıyla göçmen, mülteci ve sığınmacı’nın farklı kavramlar olduğunu anlamamız çok kolay. örnek vermek gerekirse, 1960’lı yıllarda, almanya’ya çalışmak için giden türkiyeliler göçmendi. daha sonra 12 mart ve 12 eylül dönemlerinde, türkiye’de baskı görecekleri için gidenlerse mülteci; resmi statüleri belli olana kadar da sığınmacı oldular. suriye’den türkiye’ye gelenler de önce sığınmacı, sonra mülteci oluyor. sığınmacılık süreci, dünyanın hemen her yerinde son derece zor, uzun, bıktırıcı, insanın yaşam sevincini ve ümidini elinden alan bir dönem. süleyman soylu, kartepe zirvesi’nde, türkiye’de 3.5 milyonun üzerinde suriyeli bulunduğunu açıkladı; istatistik vb. çalışmaların çok savsaklandığı bir ülke olduğumuzu düşününce bu türden rakamların doğruluğundan emin olamıyorum ama bu bile epeyce yüksek bir sayı.
bu insanlara, örneğin emeklilerden esirgenen paralarla yardım yapılmıyor. türkiye bunun için olağanüstü miktarlarda fon aldı avrupa birliği’nden. suriyelilerle ilgili her tartışmada bunun hatırlatılması ve bu fonun akıbetinin takip edilmesi gerekiyor.
tabii, "suriyeliler kızlarımızı taciz ediyor" gibi safsataların da teşhir edilmesi gerek çünkü gerçeklik bunun tam aksi, türkiye cumhuriyeti vatandaşı erkekler, suriyeli kadınların ve kız çocuklarının çaresizliğinden yararlanarak bazen onlardan çok ucuza seks hizmeti alıyor; bazen de, bu kadınları ikinci eşleri yapıyor. bu insanları korumak, onlara destek vermek, el uzatmak başta devlet olmak üzere tüm kamunun görevi.
suriyeliler, yine çaresizliklerinden yararlanarak son derece düşük ücretlerle, genellikle kayıtsız olarak çalıştırılıyor. türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan emekçilerin, bunun kendi ücretlerini de düşürmesinden rahatsız olmaları, buna tepki göstermeleri son derece doğal bence. ama bu değiştirilemez bir olgu değil.
körfez ülkeleri, emek göçü gibi konularda çalışan dr. adam hanieh, dubai’de yaşayanların sadece yüzde 20’sinin ülke vatandaşı olduğunu, kalan nüfusun herhangi bir kaydı, resmi belgesi bulunmayan göçmenlerden oluştuğunu ve o yüzde 20’ye hizmet ederek geçindiklerini anlatmıştı. bu insanlar, vatandaş olmadıkları için herhangi bir sosyal hakka ya da güvenceye sahip değiller, sendikalaşmaları da mümkün değil. yine hanieh, bu insanlara yönelik yeni ve farklı sendikal stratejiler geliştirildiğini aktarmıştı. sendikaların böyle stratejiler benimsemesi, türkiye için daha da önemli çünkü bu insanların insanca yaşama ve çalışma koşullarına ulaşmamaları, diğer emekçileri de etkiliyor!
suriyelilere yönelik tepkileri değerlendirirken bence şunu unutmamak gerek; birçok türkiyeli, suriyelilerin arasında çok sayıda cihatçı olduğundan, olabileceğinden endişe duyuyor ve iktidarın cihatçılara yönelik hoşgörüsünü de hesaba katarak, bu insanlardan korkuyor! örneğin antakya’da bu endişe çok haklı değil mi, bir sol siyasetin bunu dikkate alması gerekmez mi? tabii söylemeye bile gerek yok; solun, araplarla islamcılığı özdeşleştiren reflekslere de prim vermemesi gerek.
diğer yandan, suriyelilerin, türkiye’ye adım atar atmaz oy hakkı kazandıkları doğru değil ama 24 haziran’da 50 bir suriyeli mülteci oy kullanmış, 2019’da 300 bin suriyelinin oy kullanması bekleniyor. iltica başvurusuyla oy verme arasındaki süreç, avrupa ülkelerinden farklı olarak epeyce hızlı ve bu insanların iktidar lehine oy kullanması fikri, birçok muhalifi rahatsız ediyor. bu da dikkate alınması gereken bir rahatsızlık değil mi?
ama birçoğumuz, belki de tek bir suriyeliyle bile sohbet etmeden şekillendiriyoruz görüşlerimizi. bu karşılaşmayı sağlamak da sol siyasete düşer bence.
bin bir badire atlatarak, ölümü göze alarak buralara gelmiş bu insanlara, ama yüz yüze, ama bir duvar yazısıyla, ama başka bir biçimde, "hoşgeldiniz" demek çok güzel bir jest ama yeterli değil bence çünkü siyaset bu jestin ötesine geçilebildiğinde etkili.