Ragıp Duran
Sürü bağışıklığının İsveç yenilgisi
COVID-19’a karşı bütün dünyada iki mücadele stratejisi var: Birincisi neredeyse bütün devletlerin, kendi olanakları çapında uyguladığı test/karantina/evde kal (TKE) stratejisi. İkincisi ise resmen açıklayarak bir tek İsveç’in uyguladığı Sürü Bağışıklığı (SB) metodu.
Türkiye, pratikte yerli ve milli, yani Alaturka Sürü Bağışıklığı (ASB) uygulayan tek devlet olarak temayüz etti. Erdoğan rejimi, aslında Coronavirus salgınından önce zaten çökmekte olan ekonomiyi iflastan kurtarmak için, bir tutam, tedrici ve geçici olarak, aralıklarla TKE stratejisini uyguladı, bu stratejinin içine de bolca, yine zaman zaman ama büyük dozda SB koydu. Her şeyi yarım-yamalak yapmakta çok hünerliler.
Bizdeki "5 gün sürü, 2 gün bağışıklık" sistemine CHPli Özgür Özel, "Sınıf Bağışıklığı" adını verdi ki, gerçeğe tamamen uygun.
Virüs global olduğu için, salgına karşı mücadele de kaçınılmaz olarak global boyutlar, unsurlar içermek zorunda. Ancak bir yandan da her ülkenin nüfusu, nüfus yoğunluğu, nüfus kompozisyonu, ekonomisi, sağlık altyapısı, coğrafyası, gelenek ve kültürleri, devlet yapısı ve işleyiş tarzı, dış dünya ile ilişkileri ve daha birçok özelliği farklılıklar arz ettiği için, her hükümet bu özgünlükleri de hesaba katarak bir strateji oluşturup uygulamak durumunda. Ne var ki, hiçbir özgünlük, Sürü Bağışıklığını makbul ve başarılı kılabilecek nitelik ve düzeyde değil.
Salgının Aralık sonunda başladığını hesaba katarsak 5 ayı tamamladık ve hem genel hem de özel değerlendirmeler yapmak için elimizde yeteri kadar istatistik ve somut bilgi var. COVID-19’a karşı mücadelenin başarılı olup olmadığını, Türkiye veya herhangi başka bir ülkenin siyasi liderinden, aHaber ya da Yeni Akit’ten değil https://www.worldometers.info/coronavirus/ ya da https://covid19.who.int/ gibi ciddi uzman kaynaklardan öğrenebiliriz. Vaka sayısı, ölü sayısı, RO değeri, iyileşen hasta sayısı her türlü sübjektif yorum, propaganda ve halkla ilişkiler operasyonunu boşa çıkarır.
Artı Gerçek, gerek günlük haberleri gerekse yazarlarıyla Türkiye’deki COVID-19 gelişmelerini elinden geldiğince yakından ve ayrıntılı olarak izledi, aktardı. Resmi görüşleri de muhalefet eden bilim insanları ve siyasilerin açıklamalarını da yayınladı. Bu konuda yayın politikamız, her zaman olduğu gibi, kamu çıkarını savunurken, farklı görüşlere yer vermek oldu. Hiçbir amacı, insan hayatının üzerinde görmedik.
Şimdi diğer "garip" ülke, İsveç’e bakalım.
Önce 26 Mayıs akşamı kaydettiğim rakamlar:
Nüfus: 10.1 milyon
Yüzölçümü: 410.340 Km2
Nüfus yoğunluğu: Km2 kare başına 24 kişi
1 Milyon nüfusu aşkın kent sayısı: 1 (Başkent Stockholm)
Vaka Sayısı: 34.440
Ölüm sayısı: 4124
İyileşen hasta sayısı: 4971
100.000 kişide ölüm oranı: 39.26 (İsveç)
29.87 (ABD)
5.56 (Finlandiya)
4.42 (Norveç)
Sonuç, görüldüğü üzere hiç parlak değil. Bu istatistiklere rağmen İsveç, Türkiye’nin 9. sırada yer aldığı en başarısız ülkeler listesinde 25. sırada.
Başta belirtmiştim: İsveç bilerek isteyerek SB stratejisini uyguladı ve artık Stockholm yönetimi bile yarım ağızla da olsa bu yaklaşımın başarısızlığını kabul ve itiraf etmek zorunda kaldı.
Peki soralım: Ekonomisi güçlü, sağlık altyapısı nispeten sağlam, zengin ve müreffeh demokratik bir ülke olan İsveç neden SB’nı benimsedi ve uyguladı? Kuşkusuz çok sayıda faktör var.
Önem sırası gözetmeksizin sayalım:
- İsveç toplumu, siyasal yönetim düzleminde uzun yıllar sosyal demokrat pratiklere rağmen, kamu çıkarı ile bireysel özgürlükler arasında tercih söz konusu olduğunda çoğunlukla ikinci alternatifi seçiyor. Hatta bireysel özgürlük kavramı bile yanlış olabilir, bireyci özgürlükler tayin edici demek daha doğru olur. Bu durumda mecburi test, karantina, sokağa çıkma yasağı gibi kısıtlama ve önlemleri uygulamak güç.
- İsveç, 1814’den bu yana kendi topraklarında savaş yaşamadı. Dolayısıyla savaş konusunda tecrübesi, birikimi yok. Savaş hali koşullarına ayak uydurabilmesi zor. Bu faktör de bireyci özgürlükleri ön plana çıkarıyor.
- İsveç’te Devlet Aklı, hiçbir zaman resmen ilan etmemiş olsa da eskiden beri nüfus politikalarında "Eugénisme" yanlısı bir tutum benimsemiş görünümünde. "Eugénisme", diplomatik tanımıyla, "insanları gen temelinde sınıflandırarak gelecek kuşakların en iyi şekilde yetişmesini/yaşamasını sağlamak gerekçesiyle, bu en iyi gene uymayan insanların sağlığına pek fazla önem vermemek." İsveç’te yaşlı, sakat, çeşitli anomali gösteren "insan türleri" çok fazla kaale alınmayan kesimler. Bu sonuncu şık da birinci şıkkın bir yansıması, devamı.
Stockholm’deki arkadaşlarımla konuştum. Bu arkadaşlarımdan biri, salgından sorumlu yetkilinin Nisan ortasındaki bir açıklamasında, ölü sayılarını hatırlatıp SB stratejisini eleştiren bir gazeteciye "Ölü sayısının önemi yok" dediğini aktardı. Bizde de "Önceliğimiz üretim ve ihracat" demişti bir yetkili. İkisi de aynı anlamda.
Diğer arkadaşlarım da "Biz hükümeti dinlemiyoruz. Endişeliyiz. Bu nedenle de dışarı hiç çıkmıyoruz. Sağ olsun gençler alış-verişimizi yapıp eve getiriyor" dedi.
İsveç yöntemi kesin olarak başarısız. Çünkü SB’nın olumlu sonuç verebilmesi için, nüfusun yüzde 70 ile yüzde 90’ının bağışıklık kazanabilmesi lazımdı. Mayıs sonuna doğru, Stockholm’de bu oran sadece yüzde 7.3’e ulaşabildi. (1118 test sonucu)
Yetkililer, "Özellikle bakım ve huzur evlerindeki yaşlılar açısından stratejimiz başarılı olamadı" demek zorunda kaldılar.
Aynı yetkililer, salgının ilk başladığı günlerde, "İsveç’te yurttaşlarla hükümet arasında sağlam bir güven ilişkisi vardır. Herkes fiziki mesafe kuralına uyar" demişlerdi. Ama hükümet neredeyse hiçbir somut önlem almadı, işyerleri, dükkanlar, okullar, lokantalar, cafe ve barlar hiç kapatılmadı. Normal hayat, yani kalabalıklarda yaşam, toplu eğlenceler devam etti. Fiziki mesafe, maske gibi önlemler de pek uygulanmadı.
Stockholm Belediyesinin açıklamalarına göre, salgın döneminde alıverişe çıkan insan sayısında yüzde 23, kamu ulaşım araçlarını kullanan yurttaş sayısında da yüzde 29 azalma olmuş. Önemsiz düşüşler…
ABD’deki karantina karşıtları, protesto gösterilerinde "İsveç Gibi Olmak İstiyoruz" diyen pankartlar taşıyordu. Oysa ki İsveç’in Coronavirus karnesi zayıf, hem de çok zayıf.
Zaten, bırakın İsveç’deki pratiği, SB, teorik olarak da yani insani açıdan da acımasız bir yöntem. Alman Robert Koch Enstitüsünün Müdürü söylemişti: "SB savunulabilecek bir yaklaşım değil. Savunan varsa bize önce kaç ölüyü kurban vereceklerini açıklamaları lazım" demişti. Tabi ayrıca yüzlerce kurban vermenin yanı sıra hedeflenen bağışıklık oranına da ulaşamayınca SB, kriminal bir skandal. Çünkü bu orana ulaşmanın garantisi yok.
İsveçli uzmanlar, COVID-19 sonrası öngörülerini de açıkladı: İşsizlikte yüzde 6.8 artış, GSMH’da yüzde 9.7 oranında azalma.
Bu sayılar belki tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Eğer SB uygulanmasaydı işsizlik ve GSMH’deki değişiklikler ne olacaktı, ona bakmak lazım. Sonuçlar ne olursa olsun, insan hayatı, ekonomi yani para ile ölçülemeyeceğine göre, SB uygulanmasaydı kaç kişi ölecekti hesabı herhalde çok daha anlamlı. Burada hemen ABD’den bir örnek vermek lazım: Amerikalı bilim insanları hesapladı: Sokağa Çıkma Yasağı bir hafta önce uygulamaya konsaydı ölü sayısı yaklaşık 36 bin azalacaktı!
Bir başka kaynağa göre, İsveç’te salgından ölüm oranı 1 milyonda 8.71, ABD’de 4.59.
İsveç’deki istatistiklerin ayrıntılarına bakınca, kimse onaylamasa bile, yönetimin neden SB’nı benimsediğini anlamak mümkün olabilir. Ortalama ömür süresinin 83.3 olduğu İsveç’te ölümlerin büyük çoğunluğu yaşlılar yurdunda. Ve diğer ülkelerde olduğu gibi, ölenlerin büyük bir kısmının başka hastalıkları da var(dı).
Mayıs başında, küçük gruplar halinde de olsa, İsveçli bazı yurttaşlar gösteri düzenleyerek hükümetten SB stratejisinden vazgeçmesini talep etti. Ne yazık ki artık çok geçti.
SB’nın yanlış hatta ölümcül bir strateji olduğunu kanıtlayan bir başka olgu da İsveç’in komşusu Norveç’in uygulama ve sonuçları. Çok büyük benzerlikler gösteren bu iki ülkede, SB’nı uygulamayan Norveç’te vaka ve ölü sayısı İsveç’tekinin neredeyse yarısı.
Ne yazık ki, benzeri bir kıyaslamayı Türkiye için yapamıyoruz. Yapamayacağız. Çünkü alafranga versiyonu bile olsa SB’yi Ankara gibi uygulayan, başka bir örnek yok.
- Hamiş: "Totem, Tabu ve Catharsis!" yazısında, sağolsun okurlar uyardı, Yılmaz Özdil’in Atatürk kitabının fiyatı 1881 değil 2500 TL imiş. 1881, baskı adedi imiş. Ben fiyatta indirim yapmışım.