ayşe düzkan
tacize taciz, ayıba ayıp diyebilmek
öncelikle şunu hatırlatayım, taciz cinsellikle ilgili bir şey değil, bir ilişki, yakınlaşma, sosyalleşme biçimi de değil, şiddetin ta kendisi. çünkü şiddet illa karşısındakinin canını yakarak uygulanmaz, onu küçük düşürmek, rahatsız, tedirgin etmek de şiddettir.
tacizin, flörtle, kur yapmakla, belli bir yakınlaşma teklifiyle de ilgisi yok. bütün bunlar karşılıklı atılan adımlarla ilerler. insanın kendisini ifade etmesinin bin bir biçimi var, bazen sözler bazen beden dili... ama atılan bir adım karşılık bulmadığı halde "yürümeye" devam etmek taciz. arkadaşlarımızla ilişki kurarken gösterdiğimiz özeni, flört etmeye çalıştığımız insanlara da gösterebilmek genellikle yeterli olabilir. bir arkadaşınız, sinemaya gitme teklifiniz karşısında susuyorsa, bunu istemediğine yorarsınız. "seni öpebilir miyim?" dediğiniz kişinin beden dilini de benzer bir biçimde yorumlamak mümkün.
bunları girizgâh olarak yazıyorum. taciz neredeyse sadece erkeklerin işlediği suçlardan, bu yüzden erkek şiddeti kapsamında ele alınması son derce münasip. ve erkekler, kadınların, çocukların, başka erkeklerin bedensel alanını ihlal ettiklerinde yedikleri haltın pekala farkında oluyorlar. arzuladığı birinin kendisini arzulayıp arzulamadığını dikkate almadan, zaman zaman farklı güç araçlarına da başvurarak onu "elde etme"ye çalışmak, toplumsal erkekliğin bir parçası. ama bütün bunları bilmek kendi hayatımızdan tacizi çıkartmak için yeterli değil.
bir şey daha hatırlatmak istiyorum. sistemin baskı, sömürü ve ayrımcılığa maruz bıraktığı cinsiyetler, cinsel yönelimler ve cinsel kimlikler açısından bireysel güçlenme son derece önemli. çünkü kadınlar, eşcinseller, transseksüeller baskıyla genellikle tek başlarına karşı karşıya kalıyor. o baskı ve sömürüye yol açan toplumsal sistemle mücadele, yani eşitlik ve özgürlük mücadelesi örgütlü olur tabii ama güvenli ve mutlu bir hayat, erteleyeceğimiz bir ihtiyaç ve talep değil. dolayısıyla ona mümkün olduğu kadar yaklaşmanın yollarını bulmalıyız ve erkek şiddetiyle baş edebilmek bunun temellerinden birini oluşturuyor.
bunu söylerken sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. birçok kadın hatta erkek fiziksel olarak güçlerinin yeteceği erkeklerin şiddeti karşısında sessiz kalıyor. çünkü o adam öğretmenleri, müdürleri, patronları ya da saygı duydukları, çevrelerinde saygı gören biri olabiliyor.
ben tacizle mücadelenin tek biçiminin tacizcinin cezalandırılması olduğunu düşünmüyorum. cezanın, teşhir olmanın tabii ki hem yapan hem de başka erkekler için caydırıcı etkisi var. ama zaman zaman bu süreç de tacizin kendisi kadar bıktırıcı ve zorlayıcı olabiliyor. o yüzden en baştan tacize beden diliyle ya da sözle dur demeyi denemekte, bunu da kararlılıkla yapmakta yarar var. bu kararlılık sadece psikolojik güçle ilgili değil, aynı zamanda ideolojik olarak sağlam bir zemine basmak da gerekiyor ki, kayıp düşmeyelim.
bu açıdan önemli birkaç noktaya değinmek istiyorum. fiziksel ya da duygusal (örneğin konuşma) bir temasa itiraz etmek için tek sebep bundan hoşlanmamaktır. insanlar arasındaki ilişkiler sadece cinsel değil ama cinsel olmayan ilişkilerde de sınırlarımız, tercihlerimiz var. yakın bir arkadaşınızla buluştuğunuzda ona sarılıp yanaklarından öpebilirsiniz. ama bu her tanıştığınız insanla öpüşeceğiniz anlamına gelmiyor. bir arkadaşınızla kol kola yürüyebilirsiniz ama bu tanıştığınız herkesle kol kola yürüyeceğiniz anlamına gelmiyor. bu konuda her insanın, diğer her insanla ilgili farklı kriterleri ve tercihleri olabilir. hetero bir kadın ve hetero bir erkek, cinsel bir yakınlaşma yaşamayı planlamadan birlikte uyumayı tercih edebilir. aynı kadın ya da erkek bir başkasıyla aynı masada kahve içmeyi istemeyebilir. sınırlarımız mutlak değil, herkesle ilgili değişir. insanların temasla ilgili sınırlarını mutlak sayan düşünce tarzı rızaya değil "namus"a dayanır.
ayrıca bir insanın temasını reddetmek onun niyetiyle değil kendi tercihimizle ilgili. yani biri cinsel bir niyetle dokunduğunda itiraz edilir, yok öyle değilse itiraz edilmez diye bir kaide yok. bu tercihi sözle ya da beden diliyle ifade etmek yeterli olmalı. kimse birine, misal elini omzuna koymasını neden istemediğini açıklamak zorunda değil. omzunu çekmesi, bundan hoşlanmadığını ifade etmesi yeterli.
temeli toplumsal ilişkilerde yatan sorunların sadece hukukla çözülemeyeceğini daha önce de yazdım sanırım. ama bu cezalandırmanın önemsiz olduğu anlamına gelmiyor ki bunun en güçlü biçiminin mahçup etme olduğunu düşünüyorum. bir erkek, cinsel tacizde bulunduğu için ayıplanacağını, dışlanacağını, hayatının asla eskisi gibi olmayacağını bilirse, buna başvurması ihtimali tabii ki azalacaktır. şunu da hatırlatayım, bazı suçlar "kamu davası" gerektirir, yani mağdur şikâyetini geri alsa bile kamu o suçla uğraşmaya devam eder. aralarında belli bir duygusal yakınlık bulunan insanların birbirini affetme ihtimali oluyor ama bu kamuyu yani suça şahit olanları etkileyecek bir şey değil. çünkü suçlu cezalandırılmazsa genellikle suç mahalline dönüyor yani başka kadınların bedensel alanını ihlal ediyor.
biliyorum, kimse suçlarından ibaret değil. dolayısıyla kimse suçlarına indirgenemez ama bir insanın, olumlu bazı hasletleri, örneğin ilginç ya da doğru fikirler savunması, bilgili olması başka bir insanın bedensel ve ruhsal bütünlüğüne karşı işlediği suçu neden hafifletsin?
insanlığa olan umudum insanların değişebilme ihtimaline dayanıyor biraz da. insan değişebilir, pişman olabilir ama bunu dikkate almamız için açık, samimi biçimde ifade edilmiş olması gerekir değil mi? hakim karşısında yalandan pişman olmaktan söz etmiyoruz. söz konusu kişinin artık başka bir insan olduğunu ortaya koymasından bahsediyoruz. böyle bir şey olmadığında suçluyla herhangi bir biçimde işbirliği yapan ona alan açar, benzer bir muameleyle karşı karşıya kalması ihtimali de yüksek oluyor, bunun daha kaç kere ispatlanması gerekiyor bilmiyorum. ve kılavuz olarak kargayı seçen burnuna gelen kötü kokudan şikayet etme hakkını hak ettiğine nasıl inanabiliyor, anlamakta güçlük çekiyorum.