ayşe düzkan
tarihin badem gözleri
öncelikle şunu söylemek istiyorum. herhangi bir siyasal tezi desteklemek için gerçekliği hafifçe de olsa dahi çarpıtmak doğru değil. ahlaken zaten yanlış, politik olarak uzun bir yol yürümeyi düşünüyorsanız zararlı, iletişim araçlarına ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dönemde herkesin sadece size kulak verdiği ve her dediğinize inanacağı fikri ise, her şey bir yana gülünç.
son yıllarda, akp iktidarının sonuçlarını vurgulamak için geçmişle kıyaslamalar yapma adeti var. akp iktidarı, yakın tarihin en kötü dönemi mi gerçekten, 1990'lı, 1980'li yıllar daha mı iyiydi? örneğin sık sık "12 eylül döneminde bile böyle baskı görülmedi" deniliyor. bahsedilen dönemde konuşturulmak için 120 gün işkence gören insanlar vardı. sorgu merkezlerindeki, bilgi almaya yönelik işkencenin ardından, cezaevlerinde insanları ezmek, yıldırmak için farklı türde işkenceler yapılıyordu. basını sıkıyönetim komutanlığı denetliyordu, gece 12.00’den sonra sokağa çıkmak yasaktı (böylece ev baskınları kolaylaşıyordu), sokaklarda askerler kimlik kontrolü ve üst araması yapıyordu, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, siyasal partiler ve meclis kapatılmıştı. solculara selam vermiş olanlar dahi işkenceden geçirildi. ama bütün bu baskıların geçici olacağı fikri vardı ki büyük ölçüde öyle oldu. 12 eylül’ün ve 24 ocak kararlarının etkileri siyasal, toplumsal hayatımızda bugün de sürüyor ama bugünkü iktidarın daha kalıcı etkileri olduğuna inanıyorum.
bunu izleyen 1990’larsa biraz daha karmaşık. çünkü 1980’lerin ikinci yarısında özgürlükçü hareketler filiz vermeye başladı. bunların içinde insan hakları hareketinin baskıya karşı durmak açısından çok önemli sonuçları oldu, feminist hareket ve o sırada bu adla anılmasa da lgbti+ hareket yepyeni hareketlerdi. diğer yandan 12 eylül’ün gündelik hayata getirdiği etkilerin yavaş yavaş da olsa çekilmesi, ondan önceki iç savaş ortamının ve sonuçlarının ortadan kalkması toplumsal hayatta bir ferahlamaya yol açtı. evin dışında daha fazla zaman geçirme, sosyal etkinlikler, kadınların yanlarında bir erkek olmadan sosyalleşebilmelerinin yaygınlaşması… bunlar önemli şeylerdi ve türkiye’nin batısı, 1990’a böyle bir ortamda girdi. çok daha önceleri mayalanmış olan kürt özgürlük hareketi, o yıllarda belki istanbulda, izmir’de pek bilinmiyor, hesaba katılmıyordu ama kendi coğrafyasını belirliyordu. bunun olumlu olumsuz sonuçları vardı ve "ankara’nın batısı"nın sosyal dönüşümün keyfini sürdüğü 1990’lı yıllarda, kürt illeri faili meçhullerle, köy boşaltmalarla, köy yangınlarıyla ve artık herkesin öğrenme imkânına sahip olduğu, öğrenmiyorsa inkârdan gelmeye çalıştığı ağır baskıyla yüz yüzeydi.
sömürge tespitini yapabilenler, bu farkı şaşırtıcı bulmaz. burada şaşırtıcı olan iki şey var, birincisi türkiye’nin geneline dair tahliller yapanların bu farkı görmezden gelip sadece batıya bakması, ikincisi batıda sadece o sosyal dönüşümü görmeleri. birkaç hatırlatma yapmak istiyorum; madımak katliamı 1993, gazi mahallesi katliamı 1995, bu katliam sonrası gözaltına alınan hasan ocak’ın kaybedilmesi 1995, metin göktepe’nin dövülerek öldürülmesi 1996. asiye zeybek güzel’e gözaltında tecavüz edilmesi 1997. dikkat ederseniz, sivas dışında bütün örnekler istanbul’dan.
türkiye’de, kendisini muhalif olarak tanımlamaya, siyasete ilgi duymaya, protestoya aklı yatmaya 2013 yılında başlamış önemli bir kesim var. o yılın yazında, gezi parkı’nda, türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkmış olan herkesi bir biçimde yol arkadaşımız sayarım, geciktilerse de sorumluluk onların değil, kendisine bilinç, anlam ve yükümlülük atfetmiş bizlerindir. ciddi bir kısmı orta gelir grubunda olan bu insanların 1990’larla ilgili kendi hafızaları dışında çok az kaynakları var. ve yakın geçmişle ilgili o sosyal ferahlığı hatırlıyor, akp’nin hayat tarzlarına yönelik müdahalelerini önceliyorlar; bunun dahi başımızın üzerinde, en azından yanı başımızda yeri var. ama politika üreten, geçmişi tahlil etme, gelecek için geçerli önerilerde bulunma iddiasında olanların bütün gerçekliği kavramasını beklemek hakkımız.
şu çok açık; 1980’li yıllar baskı açısından bugüne rahmet okuturdu, 1990’lı yıllar da evla değildi. bunlar akp döneminin farklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. darbe sonrası, bütün o korku ve vahşete rağmen, topluma atılmış tohumlar ama saklı gizli, belki uykuda ama canlıydı, (biraz da 12 mart deneyiminin etkisiyle)olup bitenin geçici olacağı fikri ve ümit vardı. zaten o ilk şok atlatılır atlatılmaz, bütün mücadele gerekleri ve fırsatları değerlendirildi. bunu izleyen 1990’lı yıllar, mücadele ve baskıyla geçti.
akp döneminin birkaç farkı oldu. birincisi, 24 ocak’ın başlattığı neoliberalleşmeyi tamamına erdirdi, ikincisi, 12 eylül’de başlatılan toplumun islamileştirmesini tamamına erdirecek büyük adımlar attı. üçüncüsü, devletin islamileştirilmesi sürecinde büyük adımlar attı; erkek şiddetinin ele alınışı buna dahildir. dördüncüsü, en önemlisi olmasa da en göze batanı; kendisini solda, muhalefette tanımlayanların çeşitli dozlarda desteğini kazandı. beşincisi, bütün sağ iktidarların başvurduğu, kendisini hep çoğunlukta tutacağına inandığı "allahsızlar" ve "müslümanlar" bölünmesini yerleştirmeyi başardı. hukukun iktidar tarafından araçsallaştırılması gibi, faklı dönemlerde de karşımıza çıkan gelişmeler de var. ama askeri mahkemelerin kurulduğu darbe dönemi bu açıdan daha ağırdı.
türkiye’de muhalefetin son yirmi yılı nasıl geçirdiği, neleri başarıp neleri heba ettiği ayrı bir tartışma konusu. ama ikilemi biz/onlar olarak kurduğunuzda, herkes kendi "biz"inden yana olur, hele de o biz güçlüyse. meseleyi, iyiler/kötüler olarak tanımladığınızda –ki apolitikliğin dik alası olduğuna şüphe yok- herkes kendi durduğu safı iyiler olarak tanımlar. muhalefet de, iyi olmanın iç huzuruyla, kendi kendisini temsil ederek, kendi yanına gelmeyen emekçileri, kadınları suçlayarak ve ama bu konuda sorumluluk duymayarak yoluna devam eder.
tarih bir devamlılık içinde sürüyor, akp iktidarının oluşturduğu koşullarda geçmişin, bugünün, onların ve bizim payımız var. kaldı ki, tarihi geriye döndürmek mümkün değil. ileride her ne olacaksa, dünden ve bugünden farklı olacak. hükümet değişikliği çok önemli, çok şeyi başlatacak ama hükümet değişikliğiyle her şeyin çözüleceği vaadi gerçekçi değil. bütün bunlar akp’nin cebinde gelmedi ki yine onun cebinde gitsin. yakın gelecekte her ne olursa olsun, yola devam etmek gerekecek. ve bugünkü geçmişe yönelik güzellemeler, hoş görmeler, ehven-i şer saymalar o yolda dövünme sebebi olacak.