Metin Yeğin
Turist aç bırakır
Barcelona’da yaşarken denize giderken bir mahalleden geçiyorduk sık sık. Deniz kıyısında ‘Pescador- Balıkçı’ mahallesiydi. Dar, güzel sokakları vardı. Sokakların darlığından çok daha dar merdivenlerden çıkılan, güneşten birbirini koruyan, çok küçük eski işçi ve balıkçı evleriydi bunlar. Küçük meydanlarında, mahallenin kenarlarında çok güzel balık restoranları vardı ama mahallede evlerde hiç balıkçı kalmamıştı. Varsa günahı boynuma. Pek işçi de kalmamıştı. Çünkü mahallenin sırtını dayadığı lokomotif fabrikası da çoktan kapatılmıştı. Anarşist işçilerin ve balıkçıların yaşadığı bir mahalleydi eskiden. Franco zamanında bile polisin gözü Pablo No ve buralardaydı, tehlikeliydi dar sokak ve dar merdivene çıkılan evlerde işçiler…
Konusu ‘Gentrification- Soylulaştırma’ olan derslerde, güzel örnekler arasında hep anlatılırdı Barcelona. Övüne övüne bitirilemezdi. Kapanmış fabrika; adetten olduğu üzere bir müze ve yüksek tavanlı pencereli tasarım atölyeleri ile filan soyluluk kazanmıştı. Sahil her sene dolgu kumlarla beslenmiş, mayo ve bikinilere terk edilmişti. İşçilere ve balıkçılara yer yoktu artık. Sonra o evlerde de yaşayamamaya başladılar. Turistler gelmişlerdi, daha çok paraları, dudaklarının kenarına yapışmış, saçma sapan mecburi mutlulukları ve bütün sene mesai saatlerinde birikmiş para harcama hırslarıyla şimdi ‘Pescador’lu olmuşlardı. Artık o evlerde kira ile yaşama şansı nerede ise yoktu işçilerin ve balıkçıların. Evleri kendilerinin bile olsa, mahalle pub’ında bira üç katına çıkmıştı ve şarap fena kırmızıydı.
Bu evlerden birinin küçük ve yine dar bir balkonuna, İngilizce bir bez pankart asılmıştı. ‘Ey turist buraya, bizim kültürümüzü tanımaya, güzelliklerimizi görmeye geldin ama bizi kapı dışarı ediyorsun farkında mısın’ yazıyordu. Altına eklemişlerdi ‘İyi tatiller’ diye.
Biraz daha ileride de bir başka İngilizce pankart vardı; ‘Welcome to refugee’ diye. Dedim ya eskiden solcu bir mahalleydi ve hala kalanlar da solcu.
‘Bacasız endüstri turizm’ dünyanın en kirli endüstrisidir. Sadece çevreyi, havayı, kıyıları filan kirletmez, doğrudan insanı değiştirir. Mesela ‘Her şeyini paylaşan halk, her şeyini satan halka dönüşür’ Misafirperverliği ile ünlü bir köy, sadece bir yılda kazıkçılığı ile namına şan katar. Yerel halk, birkaç işbirlikçi damat dışında, en iyi olasılıkla, açılmış otellerde garson, eşleri temizlikçi, çocukları komi olarak yer alır bu turistik dünyada. Daha önce de pek girmeseler de, isteseler de pek giremezler denize. Güneş onlar için çok romantik doğmaz ve çok romantik batmaz. Hayat mesai saatleri, çalışma vardiyaların ibarettir. Belki birileri, köşede bir bakkal dükkânı konduracak kadar, avuç içi bir yeri elinde saklamış ise, oraya da günlük 20 saat hapseder kendini…
Kapısı açık cezaevidir hayat…
Bir ülkeyi yaşanmaz kılan mülteciler değil, turistlerdir.
Mesela İspanya ve Yunanistan’da, ardından Türkiye’de, turizmin askeri faşist diktatörlükler altında yerleştirilmiş ve gelişmiş olmaları da tesadüf değildir. Hatırlar mısınız 12 Eylül günlerinde, televizyona en çok çıkan iki şey; faşist general Kenan Evren ve ‘ Su akar iz bırakır, Turist döviz bırakır’ sloganıydı.
Kenan Evren öldü – ne güzel ki ölüm de var- ama turizm her gün bizi, kendi sokaklarımızdan kovmaya ve daha çok aç bırakmaya devam ediyor…
Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.