Fehim Işık
Türkiye, Afrin ‘harekâtını’ güncelledi
Önce şunu diyeyim. Bu yazı mail üzerinden gelmiş kaynağı belirsiz özel bir bilgiden ya da devleti iyi bilen adı saklı bir uzmandan, bir üst düzey yöneticiden falan yararlanılarak yazılmış değil. Herkesin izleyebileceği, okuyabileceği açık kaynaklardaki bilgiler temel alınarak derlenmiştir. Birçoğunun istihbarat elemanı olduğu çok belli, adına ‘uzman’ denen, özellikle de havuz medyasında sık sık boy gösterenlerin anlattıkları, bu yazının kaynaklarından ilkidir. Diğer açık kaynaklar ise Türkiye’nin dış ilişkilerini, son 2 günde de Astana’da yapılan görüşmeleri sayfalarına taşıyan gazeteler, ekranlarında gösteren televizyonlardır. Bir diğer kaynak da devlet adına strateji üreten sözüm ona sivil enstitülerin yayınladığı raporlardır.
Açık kaynak taramasının ilk bölümüne, ‘uzmanlara’ ‘Ne diyorlar’ diye baktığımda söz konusu unsurların birçoğunun hamaset yaptığı sırıtıyordu. Onlarla zaman harcamaya gerek yoktu. Söz konusu ettikleri bölgenin B’sini bilmeyen, google haritaya bakmayı bile beceremeyen birileri Cumhurbaşkanı’nın ağzına bakıp onun söylediklerini ‘teorize’ ediyorlar. Sadece hamaset yapıyor, ahkâm kesiyorlar. Ciddiye almaya gerek yoktu.
Ancak eski özel harekâtçılar, özel birliklerde görevli askerler, yine zaman zaman televizyonlarda yaşananları yorumlayan, gazetelere söyleşiler veren eski üst düzey ordu mensupları, belki de zorunluluktan zaman zaman hamaset yapsalar da satır arlarında realist olmaya özen gösteriyorlar. Coğrafyayı, bölgenin siyasal konjonktürünü, harekâtın hedefi olacak kesim(ler)in yerel ve uluslararası desteğini, kendi askerlerinin konumlanışını, sayısını, elindeki teçhizatın neye ve ne kadar yeteceğini, Türkiye’nin bölgedeki yerel desteğini, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların sayısını, gücünü, etkisini göz önüne getiren ikinci grup elemanlar, satır aralarında karşılarına ne çıkacağını bir biçimde söylüyorlar. Bu türler kuşkusuz sadece televizyonlarda konuşmuyorlar ki kendileri de zaman zaman bunu, yani devletin her davetinde sadakatlerini yerine getirip fikirlerini aktardıklarını, göğüslerini gere gere söylüyorlar.
Söz konusu devlet akılmendleri ile Türkiye’nin son 2 günde Astana’da yaşadıklarını bir araya getirince, şunu artık diyebiliriz; Türkiye, Afrin harekâtından vazgeçmedi, ancak güncelledi, güncellemek zorunda kaldı. Aksi durum, altından kalkamayacağı bir yüktü.
Türkiye Afrin’e yönelik yapmayı planladığı operasyonu en sert tonda bir iç politika unsuru olarak kullanmayı sürdürecek. Ancak öyle kapsamlı, uluslararası kamuoyunu ‘Bu bir savaştır’ noktasına taşıyacak, işgali büyütecek bir operasyona, yani sanıldığı gibi kapsamlı bir kara harekâtına yönelmeyecektir.
Asker de kapsamlı bir operasyon istemiyor, altında kalabileceğini çok iyi görüyor.
Uluslararası destek de Türkiye’nin istediği düzeyde değil. Aksine, pohpohlayanlar bile kısa sürede Türkiye’nin aleyhine dönebilecek bir potansiyele sahip. Türkiye’nin güvenebileceği, sırtını verebileceği neredeyse tek devlet yok.
Hal böyleyken, Türkiye’nin en azından askeri aklı, yutamayacağı bir lokmayı yemeye kalk(a)mayacaktır.
Türkiye’yi Ortadoğu’da açık bir savaşa çekecek tek durum var o da Erdoğan’ın iktidarı kaybetme riskinin belirgin bir biçimde ortaya çıkması ile görünür olur.
Böylesi bir savaşta devletin ordusu tüm gücüyle, hiyerarşik olarak yer alır mı? ‘Sivil milislerin’ rolü ne olur? SADAT ve benzeri örgütlenmeler, Türkiye’nin desteklediği Suriye’deki farklı cihatçı gruplar ve bu grupların içindeki Türk milliyetçileri, ırkçıları sınır dışında mı, sınır içinde mi savaşır? 15 Temmuz’dan sonra silahlanan halk, elde ettikleri silahları nerede, kim(ler)e karşı kullanır? Bunların tümü tartışmalı konular ancak şu açık; iktidar kendi geleceği açısından risk altına girdi mi, açık bir savaşa girebilir. Bunu dışarıda başlatır, içeriyi dizayn etmek için de dış savaşı gerekçe eder. Bu durum konjonktüreldir. Bu risk her zaman vardır. Bu durumun gerekçesi de Afrin değil. Afrin olmaz ise yeni Afrinler bulabilirler. Bunun dışında Türkiye’nin bir Afrin operasyonuna arzuladığı sonuçları elde etmek için yönelmesine dönük plan değişmiştir, değiştirilmek zorunda kalmıştır.
Astana’da taraflar bir plan üzerinde uzlaşamadılar, birbirlerini sınamayı, destekledikleri gruplar üzerinden alanlarını genişletmeyi sürdürüyorlar. Ruslar, Kürtleri sınadı, sınamaya devam ediyor. Ancak Kürtleri tamamen karşısına alacağı kapsamlı bir operasyona destek vermeyeceğinin işaretleri de gelmeye başladı. Suriye, Türkiye’ye güven duymuyor. Suriye vatandaşı Kürtlere karşı ülkesini işgale yönelecek bir devlete destek verme riskini üstlenemez. İran, Suriye krizinden, Türkiye’den çok önce başladığı bölgedeki nüfuzunu artırma politikasını sürdürüyor. 10 yıllık İran-Irak savaşında yakaladığı olanağı, bölgede rakibi olacağı açık olan Türkiye’ye kaptıracak, Türkiye’yi güçlendirecek bir planı desteklemez.
Bunlar dış koşullar.
Dış koşulların Afrin boyutu da var. Eğer yüz bini aşkın insan tüm kiniyle sokağa dökülüp ‘işgalcilere boyun eğmeyeceğiz’ diyorsa, bu halkı dize getirecek bir silahın icat edilmediğini görmek gerek. Üstelik bu bölgedeki halka yönelmek sanıldığı gibi yalnız belirlenen coğrafyayla da sınırlı kalmayacaktır.
Buradan sonrası da iç dengeleri harekete geçirir. Hem dışta, hem içte halka savaş açarak iktidar olmak öyle sanıldığı gibi kolay değil.
Peki, madem Afrin harekâtının güncellendiğini tartışmalardan anlıyoruz, o zaman Türkiye ne yapar?
Öncelikle Afrin’i tamamen kuşatmaya alacak perifer harekâtını sürdürür. Azez’den, Mare’den, Bab’dan bir taraftan Afrin’i sıkıştırıp diğer taraftan daha aşağı inmeyi ve İdlib’e sınır olan bölgeye kadar olan Afrin’i kuşatmayı önüne hedef olarak koyar. Bu da işgali hedefleyen, hava desteğiyle sürdürülecek bir askeri harekat yerine obüslerle, havanlarla, zaman zaman 18-20 km menzille füzelerle, adına ÖSO denilen 40 yamalı radikal cihatçılara sağlanacak özel olanaklarla vs yapılır. Bu türden bir harekâtta asker kendisi açısından en güvenli, en az kayıp vereceği alanlarda kalmayı sürdürür, öne ise daha çok desteklenen paramiliter güçler sürülür.
Bunu yapan Türkiye, haliyle ‘savaştayız’ havası vermeyeceği için uluslararası alanda –en azından bugünkünden daha fazla– sıkıştırılmaz. Bu Kürtler üzerinden bölgede plan yapan ABD ve Rusya gibi ülkelere yeni olanaklar da sunabilir. Örneğin bu durumu Kürtlere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmaya devam edebilirler.
Türkiye’nin –eğer hala kalmışsa– askeri aklı, tam da bu sözünü ettiğim nedenlerle kapsamlı bir harekata girişmeyi önüne hedef olarak koymayacaktır. Ancak giderek sıkışan siyasi akıl ne yapar, onu kestirmek güç. Çünkü ülkede hukuktan, adaletten, demokrasiden, özgürlükten söz edemiyoruz. Eğer bu siyasi akıl sanıldığı gibi devlet mekanizmasının kontrolünü de etkili bir biçimde eline alabilmiş ise her an her şey olabilir.
Şunu da söyleyip bitirelim: Bu ‘her an her şey olabilir’ söyleminin karşılığı, aynı zamanda ‘ben yandım siz de yanın’ aklına sahip bir iktidarın kendini de bitireceği maceradan başka şey olamaz.