Türkiye bu anayasa hikayesinden nasıl kurtulur – Fransa modeli

Geçen haftadan devamla ilk 3 madde meselesini tartışmayı sürdürelim çünkü zaten fazlasıyla yüklü olan gündemi sürekli işgal edecek bir konu bu. Niye işgal edecek, çünkü CB Erdoğan ömür boyu iktidarda kalmak için yeni anayasa yaptırmak istiyor.

Devlet Bahçeli bikaç gün içinde inanılmaz bir sıçrama yaptı ve Öcalan’ı Meclis’e davet etmekten “Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır”a vardı.

Politikacıdır, ayrıca D. Bahçelidir, olur böyle şeyler.

Ama kubbede baki kalan bişey var: Anayasa Md. 4, ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceğini söylüyor ve sonuçta, arkadaşım Dr. Herkül Millas’ın Atina’dan yazıp sorduğu, Kutsal Kitap gibi değişmeyecek bir metin olabilir mi sorusu zuhur ediyor. (Kaldı ki kutsal metinler bile zamanla çok değişmiş; Hz. Osman döneminde toparlanana kadar Kur’an’a, Hz. İsa’dan 150 yıl sonra oluşturulan İncil’lere -4 tane- gelene kadar neler oldu).

Ama şimdi buralara girmeyelim, çıkamayız. Geçen haftadan devamla ilk 3 madde meselesini tartışmayı sürdürelim çünkü zaten fazlasıyla yüklü olan gündemi sürekli işgal edecek bir konu bu.

Niye işgal edecek, çünkü CB Erdoğan ömür boyu iktidarda kalmak için yeni anayasa yaptırmak istiyor.

Ve müttefiklere her zamandan daha vahim biçimde ihtiyaç duyduğu için de, bir avuç da olsalar laiklik kavramının kaldırılacağını umutsuzca uman Siyasal İslamcıları ve Kürt Barışının tekrar denenebileceğini uman DEM Partiyi gözlüyor.

Fakat Erdoğan yeni anayasa yapamaz. Hem buna gücü katiyen yetmez hem de anayasa hukukunda anayasa yapımı hakkında iki kavram var: Asli Kurucu İktidar ve Tali Kurucu İktidar. Bunlardan birincisi devlet yeni kurulurken veya bir tür hukuksal boşluk oluştuğu zaman (darbe, vs.) yeni anayasa yapıyor, ikincisi ise (İsviçre gibi oydaşmayla yenisini yapan istisnalar var ama) mevcut anayasada sadece değişiklik yapabiliyor.

***

“Sürekli arayış içinde” olmayı her zamanki gibi sürdüren CHP’ye gelince, o da bu gündemi işgale yardımcı olmakta. Kürtlere fazla sempati duymadığı anlaşılan Mansur Yavaş kendini tutamadı, “Ne sınırlarımızın ne üniter yapımızın değişmesine asla izin verilemez” diye ilk salvoyu attı. Sınırların değişmesi tabii ki tamamen gülünç biçimde bağlam dışı ama, üniter yapı meselesini nereden çıkardı buna gelmek lazım, çünkü önemli:

Bizde “üniter devlet” kavramı fevkalade yanıltıcı biçimde yayılmıştır. Bu kavram “merkeziyetçi devlet” demek değildir. “Bölgesel yetkileri merkezden isterse verebilen ve isterse geri alan devlet” demektir. Nitekim, genellikle İngiltere diye andığımız Birleşik Krallık (federal filan değil) üniter bir devlettir ama, Mülkiye’nin KHK’yle atılmış asistanlarından arkadaşım Dr. Elçin Aktoprak’ın tespit ettiği gibi K. İrlanda’ya verdiği yerel/bölgesel özerkliği 3 kere askıya almış, 1 kere de geri almıştır.

***

Şimdi bir sadeleştirme yapalım ve bu çetrefil konuyu basitleştirerek devam edelim. Geçen haftaki yazımda da kısmen söylediğim gibi, Anayasa’da değişmeyecek ve de değişmemesi gereken şeyler var:

1) Md. 1’deki, devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğuna itiraz etmek mantıken mümkün değildir, bu ibare değişmeyecektir. Zaten 1924 Anayasasında “değiştirilemeyecek” tek madde buydu. Diğerleri, Danışma Meclisinde eski iki CHP’linin önerileri üzerine Milli Güvenlik Kurulu (12 Eylül darbecileri) tarafından değiştirilemez ilan edilmişti (https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/degistirilmez-maddeler-konusunda-ek-notlar,46878).

2) Md. 2’deki “insan haklarına saygılı”, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” ibareleri, anayasa kavramının ruhu olduğu için değişmeyecektir.

(Çünkü bize Mülkiye birinci sınıfta -1964- öğretmişlerdi: “Anayasa”ların ortaya çıkış nedeni, biçim açısından devletin temel örgüt ve organlarını sayıp işleyişlerini belirlemenin yanı sıra ve ondan çok çok ötede, metnin özü/ruhu açısından bireyin devlete karşı korunmasını sağlayacak temel hak ve özgürlükleri belirlemektir).

Yine Md. 2’de Başlangıç kısmına yapılmış olan atıf, 1980 askerî darbesi tarafından insan haklarını baltalamak amacıyla içine konmuş ibareler 23.07.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanun Md. 1’le ortadan kaldırıldığı için, kalabilir.

Bu maddedeki “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ibaresi, yoruma fazlasıyla tabi yani flu olmakla birlikte, gereksiz tartışma ortamı doğurmasın diye, kalabilir.

3) Md. 3’te bayrağa, milli marşa, başkente ilişkin ibarelere itiraz etmek mantıken anlamsızdır, bunlar değişmeyecektir.

***

Buna mukabil, Anayasa’yı kelimelere atfedilen anlamlara göre (lafzi yorum) değil de bu temel metni bireyi devlete karşı korumak biçimindeki temel amacına göre (gayi yorum) ele aldığımızda, mutlaka değişmesi ülkenin çıkarına uygun olacak şeyler var:

1) Md. 3’te “millet’in bölünmez bütünlüğü” dendiği anda millet’in bölünemeyecek tek (monolitik) bir parça olduğu söylenmektedir ve bu, açıkça, milletin içindeki alt-kimliklerin inkarı demektir. Yani dinsel alt-kimlik Gayrimüslimlerin, mezhepsel alt kimlik Alevilerin, özellikle de etnik alt-kimlik Kürtlerin ötekileştirilmesi ve ülkeye yabancılaştırılması anlamına gelir. Bu konuda bu maddede “olumlu” bir netleştirme, ülke bütünlüğü için şarttır.

***

Bu netleştirme için Fransız Anayasasına bakmak yararlı olacak. Üniterliğin timsali olarak bildiğimiz, azınlık kavramını bile kabul etmeyen Fransa, Anayasa Md. 1’de şöyle diyor:

"Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Hiçbir köken, ırk veya din farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlarını yasa önünde eşit addeder."

Daha sonraki bir tarihte de ilave etmiş: “Örgütlenme biçimi ademimerkeziyetçidir”.

2) T.C. Anayasası, yine Md. 3 metninde, “[devletin] dili Türkçedir” ibaresini kullanıyor ki, böyle bir kavram olamaz. Bırakın demokrasiyi, her şeyden önce doğaya aykırıdır. Bir devletin ancak “resmî dili” olur ve o devletteki vatandaşlar bu resmî dil başta olmak üzere çeşitli diller konuşup yazarlar. Konuşup yazamazlarsa da devlete yabancılaşırlar. Bi düşünün, B. Trakya’daki 120.000 Türk’ün sadece resmî dil Yunanca konuşup yazmaya mahkum olduğunu.

Nitekim, günümüze kadar gördüğümüz en (hatta, tek) demokratik anayasa olan 1961 Anayasası “resmî dil” terimini kullanmıştır, bugünkü 1982 Anayasası “devletin dili” diyor. Dil konusunda da Fransa’ya bakarsak:

Fransız Anayasası Md. 2, T.C. Anayasası Md. 3’e benzer biçimde “Cumhuriyetin dili Fransızcadır” demekte. Fakat Temmuz 2008’de yaptığı değişiklikle Md. 76/1’e ilave etmiş: “Bölgesel diller, Fransa’nın ulusal mirasıdır”. Bunlar 10 tanedir ve konuşulmaları, yazılmaları, yayınlanmaları vs. tamamen serbesttir. Bunlardan 6 tanesinin öğretilmesi ise 1951’den beri serbesttir. T.C. Anayasasında da 3. Maddenin bunlar örnek alınarak değiştirilmesi, ülke bütünlüğünü sağlayacaktır.

Tabii, T.C. Anayasa Md. 66’da bütün vatandaşları Türk ilan eden maddeyi de unutmamak lazım.
Bütün bunlar hakkında, 1981’de Başkan Mitterrand’ın söylediği ve Türkiye’ye (ve özellikle de Ulusalcılara) cuk oturan şu sözler kulağımıza küpe olsa iyi olur. Önemine binaen, büyük harflerle vereyim:

“FRANSA’NIN KURULABİLMESİ İÇİN GEÇMİŞTE GÜÇLÜ VE MERKEZİYETÇİ BİR İKTİDARA GEREKSİNME DUYULMUŞTUR. BUGÜN İSE, DAĞILMAMASI İÇİN, SİYASAL İKTİDARIN AĞIRLIKLI OLARAK YEREL YÖNETİMLERE BIRAKILMASI ZORUNLU HALE GELMİŞTİR”.

Bu konu daha epey su kaldıracak ama burada bu tarihî sözlerle bitirelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi