Türkiye Ekonomisi: Kritik aylar öncesinde durum tespiti - 1

Türkiye’ye has Başkanlık sistemi ve yarattığı ekonomik krizler arasında, 2018’den bu yana en çok elle tutulan TL’deki değer kaybı ve eşliğinde yükselen tüketici fiyatları enflasyonu (TÜFE).

Artı Gerçek için bu ilk yazıda Türkiye ekonomisinin yılın son çeyreği öncesinde nasıl bir resim verdiğini kaleme almak doğru bir başlangıç gibi geldi. İzleyen aylarda güncel verilerle ekonomideki gidişatın yolu değiştikçe, nereden gelip nereye doğru ilerlemekte olduğumuzu anlayabilmek bu sayede daha kolay olacak.  

Türkiye’ye has Başkanlık sistemi ve yarattığı ekonomik krizler arasında, 2018’den bu yana en çok elle tutulan elbette TL’deki değer kaybı ve eşliğinde yükselen tüketici fiyatları enflasyonu (TÜFE).

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gayri-iktisadi para politikası müdahaleleri TL’de yaşanan değer kaybının ve yükselen enflasyonun temelindeki en önemli neden. Bu da tabi beraberinde merkez bankasının güvenirliğini, para politikasının bağımsızlığına dair umutları da yok etmiş durumda. 2020 yazında COVID-19’un ilk darbesinden çıkış için yapılan faiz indirimleri ve gizli saklı döviz satışları gülük gülistanlık bir ekonomik toparlanma dönemi havası yaratılması için devreye sokulmuştu. "128 milyar nerede?" ile sloganlaşan merkez bankası satışları nedeniyle bugün hala TCMB’nin swap hariç net döviz rezervleri eksi 41 milyar dolarda ve TL’nin kırılganlığını besliyor. TL’nin yediği her darbe doğrudan üretim maliyetlerinde artış olarak enflasyona yansıyor

Peki, enflasyonda neredeyiz, nereye gideceğiz ve bu yolu belirleyen faktörler neler?

Temmuz itibarıyla TÜFE enflasyonu yıllık %18,95’le Mart’tan bu yana merkez bankası başkanı olan "son enflasyon bükücü" Kavcıoğlu’nun "sıkı para politikası" olduğunu iddia ettiği %19 politika faizine dayanmış durumda. Üretici fiyatları enflasyonu (ÜFE) %45.  İç talep halen kuvvetli ve aradaki 26 puanlık fark kademe kademe her gün tüketici fiyatlarına yansımakta.

Dış dünyada bir enflasyon fırtınası var. Aşılama ile gelişmiş ekonomiler açılmaya gittikçe patlayan talebi karşılamaya stoklar yetişmiyor. Pandemi etkisindeki dünya ekonomisinde konteynır fiyatları dolar bazında son bir yılda 6 kata çıkmış durumda. Artan emtia fiyatları, üretim maliyetleri ve tedarik sorunlarının üretimi aksatmasıyla beliren arz sorunları da küresel ölçekte bir enflasyon dalgası yaratıyor.  Sanayi, tarım ve hatta hizmet üretiminde ithal hammaddeye bağımlı Türkiye ekonomisi dışarıdan gelen maliyet artışlarına karşı savunmasız. Dolayısıyla merkez bankasının daha yeni açıkladığı sene sonu enflasyon beklentisi %14,1 ise inandırıcı değil.

Diğer yandan, ABD merkez bankası Fed, haziranda %5,4’e fırlayan TÜFE enflasyonunu yakın zamanda kontrol altına alma adımları atmaya başlayacak.  Pandemi ile devreye soktuğu tahvil alımı ile dolar likiditesi yaratma programından bu yılın son aylarında geri dönmeye başlayacağı beklentileri, açıklanan her ABD ekonomisine ait veri ile destekleniyor. Bunun anlamı 2021 son üç ayında doların küresel piyasalarda değer kazanacağı. Gelişmekte olan para birimlerinin de aynı dönemde değer kaybedeceği.  Türk Lirası da buna dâhil.

Üstelik 2021 sonu, Fed’in para politikasında kendi ekonomisine ve beraberinde dünya ekonomisine verdiği desteklerden geri dönüşünün sadece başlangıcı.

2022 boyunca aylık 120 milyar dolar tahvil alımlarıyla piyasa için yarattığı eş miktardaki dolar likiditesinin azaldığını izleyeceğiz. ABD’de enflasyon muhtemelen bu yaz sonunda %6-7 civarına yükselecek TÜFE enflasyonu zirveden geri dönmeye 2022’ye doğru başlarken, düşüş sürecinde oturduğu "dip" Fed’in bu sefer faiz artışı adımlarını atmaya başladığı dönem olacak. 2022 sonundan başlayarak 2023-2024 Fed’in yavaş ama istikrarlı bir tempoda faiz artırdığı dönem olacak.  

İnanılmaz ama gerçek olan: Dünyada Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başka hiçbir para politikası yöneticisinin faizin enflasyon yarattığına inanmayışı. Çünkü bu "inancı" destekleyen ampirik veri yok. Aksine; sorumluluk sahibi olan para politikası yöneticileri enflasyon yükselirken bu yükselişi kontrol altına almak adına talebi yavaşlatarak faiz yükseltiyorlar. İstihdamın en alt ekonomik sınıflara kadar toparlanması, yeşil büyüme ve gelir dağılımı kaygılarını da dikkate alarak hem de.

Türkiye’nin enflasyon dinamiklerine dönersek, içeride ve dışarıda yaşanan bu uzun soluklu parasal değişim, TL’ye olan talebi, TL’nin değerini ve Türkiye’ye gelecek sermaye akışını olumsuz etkileyecek boyutta. Erdoğan rejimine olan güvensizliğin ise doğrudan yabancı yatırımları neredeyse sıfıra indirdiği zaten gizli bilgi değil.  

Tüm bu faktörlerin iki önemli sonucu var:

  1. Enflasyon düşmeyecek- %20 civarına oturacak: Enflasyonda merkez bankasının "oynaklık" olarak tanımladığı dalgalanmalar baz yılı ve kısa vadeli etkilerin ötesinde ana eğilimin yukarı yönlü kalması esasında. Erdoğan ne kadar isterse istesin, Kasım-Aralık 2021’de baz yılı etkisi ile yıllık enflasyondaki düşüşler kalıcı değil. Sene sonu TÜFE enflasyonunun %20’nin altında olması kolay değil. 2022 ve ötesinde ise %20-30 bandı Türkiyede enflasyonun seyri olarak artık daha gerçekçi.  Faiz indirim alanı bu anlamda yok.  Bu tartışma hem de artık inandırıcılığı kalmamış TÜİK rakamları üzerinden kurgulanmakta.
     
  2. Ortalama büyüme düşecek; büyümenin ekonomik maliyeti artacak: Yüksek enflasyon-düşük yabancı sermaye girişi ile para politikasına irrasyonel müdahaleler birleştikçe sonuçta büyüme rakamını aşağıya çekecek. 2021’de elde edecek gibi görünen %8-10 arası GSMH büyümesi rekor çığlıkları attıracak olsa da perdenin arkasındaki gerçekler başka. Yıllık büyümede "rekor kırılan" bir yılda Türkiye ekonomisinin durgunluğa girme olasılığı hiç az değil çünkü. 2022 büyümesi ise şimdiden önemli risk altında. Seçim geri sayımı hatta belki bir erken seçim yılı olacak 2022 açısından büyüme elde etmek AKP’nin önemli "beka" sorunları arasına girecek.  Bunun için muhtemelen maliye politikasına yüklenecek Erdoğan.  Ancak asıl oy kaynağı olabilecek şekilde gelir dağılımını düzeltme çabası için yaklaşan seçim dönemi çok kısa.  Bunun anlamı da ezbere yaklaşımlarla, Erdoğan’ın öngörülebilecek adımlarıyla hızlı büyüme kurnazlıkları devreye sokulacağı. Fakat, TÜİK’in tüm bastırmasına rağmen yakıcı derecede hissedilen yüksek enflasyon ortamında için AKP’nin ekonomik refah yaratması çok zor.  Kaliteli, hissedilen, makroekonomik dengeleri bozmayan bir büyüme elde etmesi çok zor.  Dolayısıyla bu ekonomik şartlar altında, bu enflasyon ve büyüme dinamikleri içinde politik zafer de eş derecede zor.

Son birkaç yılın büyüme performansının arkasındaki iç ve dış dinamikler ile ufukta görünen büyüme patikası da haftaya ikinci yazının odağında olsun.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Güldem Atabay Arşivi