Üstüne para verip sokağın çöpünü evinizin içine döker misiniz?

İstemezsiniz değil mi? O zaman niye yaşamsal döngümüzü sağlayan toprağa, havaya, suya karışmasına izin veriyoruz?

Bu ülkede yaşayan insanlar, siz bu ülkenin en çok nesini seviyorsunuz? 

Bu sorunun cevabını gerçekten, içtenlikle ve son derece önyargısız biçimde çok merak ediyorum.

Sorsak, insanını, doğasını, dağını taşını, havasını, denizini, yeşilini der değil mi pek çoğu…

Peki neden hak ettiği özeni göstermiyoruz? Neden hoyratça tahrip ediyoruz? Neden korumuyoruz? 

Marmara Denizi gözümüzün önünde müsilajla can çekişiyor, "müsilajdan kozmetik ürün ve krem üretilecek" diye açıklama yapılıyor.

O kremi yüzünüze sürer misiniz?

Sanayi atıkları uzun yıllardır derin deniz deşarjı yöntemiyle Marmara Denizi’ne boşaltılıyor. Oksijen seviyesi giderek azalan Marmara Denizi’nin yeni atık yüklerini kaldırmaya gücü yok. Aralık 2020’de başlatılan Ergene atık su boşaltımıyla Marmara’ya her gün ilave 700 bin metreküp atık su karışıyor.

Avrupa'nın en büyük çevre projesi olarak lanse edilen "Ergene'yi Kurtarma Projesi", Marmara Denizi'nin sonunu getirmek üzere. 

Sanayi atıkları Ergene Nehri'ni dünyanın en kirli akarsularından biri haline getirmişti. Bu atıklar artık borularla Marmara Denizi’nin derinlerine de taşınıyor.

Ege Denizi’nin kirlenmesinde rol oynayan kaynaklardan Ergene Nehri, Meriç suyu ile birleşerek Saros’dan denize dökülüyor. Ağır kimyasal kirlilik yüklerini yıllardır Ege’ye taşıyan Ergene’nin kurtarılması için hayata geçirilen derin deşarj projesi uzmanlar tarafından yetersiz görülüyor. 

Böyle giderse yakında Marmara Denizi lağıma dönüşecek.

Siz bu kadar kirli, ağır metal içeren, zehirli suyu evinizin içine döker misiniz?

Toplu balık ölümleri, denizanası ölümleri, kırmızı alg patlaması ve müsilaj krizi…

Hiç düşündünüz mü oksijensiz kaç saniye durabilirsiniz?

Bunların tümü Marmara’da oldu. Bundan sonra olmaya da devam edecek.

Sanayi atıkları Marmara Denizi’ne bu şekilde boşaltılmaya devam ettiği sürece bu krizleri daha çok yaşayacağız…

Gelelim son yılların en büyük dertlerinden biri olan plastik kirliliğine…

Plastiğin dünyanın en derin denizlerinde, en yüksek dağlarında yaşama kastettiğine tanık olduk. 

Yapılan son bilimsel çalışmalar şok edici bir gerçeği da ortaya koydu: Plastik kirliliği her yerde, yağan yağmurda, yediğimiz yemekte, içtiğimiz suda… 

Hatta insan plasentasında bile plastik var. 

Plastik üretilmeye başlandığı andan itibaren zehir saçmaya başlıyor. Plastiğin hammaddesi iklim krizinin ana müsebbibiyle aynı: Dünyayı giderek daha kirli hale getiren fosil yakıtlar…

Plastik doğada yok olmadığı gibi parçalandığında minik, görünmez partiküller halinde su ve hava yoluyla tüm dünyayı dolaşıyor, denizleri, nehirleri kirleterek ilerliyor. 

Plastik yağmuru bile kirletiyor. ABD’deki bilim insanları yağan yağmurların koruma altındaki milli parkları yılda 1000 ton mikro plastiğe boğduğunu tespit etti. Bu tam 120 milyon plastik şişeyi boca etmekle eşdeğer!

Zehirli yağmur sularının altında ıslanmak ister misiniz?

Türkiye’ye Avrupa’dan ithal edilen plastik atıkların üçte birinden fazlası İngiltere’den geliyor. 

Avrupa Birliği’ne üye olamadık ama Avrupa’nın plastik çöpünü en çok alan ülke olduk. Ne kadar gururlansak az!

İngiltere son üç yılda Türkiye’ye toplam 481 bin ton plastik atığı Türkiye’ye gönderdi. Bu plastik atıkların büyük bölümü Adana’da ya toprağa atıldı ya da yakıldı. 

Adana’da yasa dışı plastik döküm alanlarından toplanan toprak, kül, su ve tortu örnekleri, hem Greenpeace Araştırma Laboratuvarları’nda hem de bağımsız bir laboratuvardan bilim insanları tarafından incelendi. 

Adana’da toprağa atılan ve yakılan plastik atıklar üzerine yapılan araştırmada toprak ölçümlerinde kirlenmemiş toprağa kıyasla 400 bin kat fazla kimyasal tespit edildi.

Bu şimdiye kadar Türkiye’de toprakta rapor edilen en yüksek toksik düzey. 

Tespit edilen dioksin-furanların bilinen en önemli özelliği kanserojen olması. Bu kimyasal, anne karnındaki bebekler için toksik olabilir, tümörleri tetikleyebilir, hormon ve bağışıklık sistemlerini etkileyebilir.

Marmara’nın kabusu müsilaj geçen ay Mersin sahillerinde de de görüldü. Daha önce deniz dibinde yapılan çalışmalar müsilaj olduğunu ortaya koymuştu. Geçen ay kent merkezindeki sahilde yüzeyde de görülmeye başlandı.

Hızla kirlettiğimiz her yerde aynı sorun bizi bulacak haliyle, şaşırmayın.

Türkiye’nin plastik atık ithalatı 2018 başında Çin tarafından alınan yasak kararıyla beraber hızla arttı. Türkiye, 2019 ve 2020 yılında Avrupa’dan gelen plastik atıkların en büyük alıcısı oldu. 

1 milyonu aşkın plastik atığın üçte birinden fazlası İngiltere'ye aitti. Adana’daki yasa dışı çöp yakma alanlarında bulunan plastik çöplerin büyük çoğunluğu yine İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine ait hazır gıda ambalajlarıydı.

Ağustos 2020'de yayınlanan Interpol raporu, 2018'den bu yana yasa dışı plastik kirliliği ticaretinde endişe verici bir artış olduğunu tüm detaylarıyla ortaya koyuyordu.

Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye gönderilen plastik atık miktarı Eurostat verilerine göre, 2004’ten bu yana 196 kat arttı. Türkiye sadece Avrupa’dan 2020’de 656 bin 960 ton plastik atık ithal etti. Bu rakamın 209 bin 642 tonu sadece İngiltere’ye aitti. Bir önceki seneye göre yüzde 36 artış gerçekleşti. Almanya ise 136 bin 83 ton ile yüzde 102 artışla üçüncü ihracatçı konumuna geldi.

Geçen yıl polietilen atık ithalatına 18 Mayıs'ta getirilen yasak yalnızca iki ay dayanabildi, yasak plastik çöp tüccarlarının lobi faaliyetleriyle delindi. O kadar düzenleme, yönetmelik, açıklama derken iş yine başa döndü, plastik çöplüğü olma yolundaki trajedide bir arpa boyu yol alınamadı. 

Marmara ve Akdeniz dışında Karadeniz kıyılar da plastik çöp istilası altında. Geçtiğimiz aylarda sadece Trabzon’da, sadece bir sahilden 30 dakikada 30 kilogram çöp toplandı, bunların yüzde 81’inin plastik olduğu görüldü.

Plastik çöplerin batı ülkelerinden doğu ülkelerine doğru ilerleyen ticaretinde Türkiye giderek kilit aktörleşme halinde. Türkiye bu çöpleri, geri dönüştürmesi daha az maliyetli diye satın alıyor. Çünkü, Türkiye’nin etkili, denetime tabi, izlenebilir bir atık yönetim ve geri dönüştürme stratejisi olmadığı için kendi çöpü geri dönüşüme müsait değil. Çünkü Türkiye’nin etkili bir atık yönetim stratejisi yok.

Çöp kaynağında ayrıştırılmadığı için geri dönüştürülebilir hale gelmesi çok masraflı.

Şirketler bununla uğraşmamak için daha ucuz olan çöp satın alma işine girişiyor. Bu plastikler geri dönüştürülüp, ham plastikle karıştırarak tekrar plastik üretim sürecine dahil ediyorlar. 

Ancak faaliyetleri "ticari sır" kapsamında olduğu için tam olarak ne yaptıklarını bilemiyoruz.

Türkiye’nin atıklarını kaynağında ayrı ayrı toplaması, yıkaması, kategorize etmesi, geri dönüştürmesi ve döngüsel ekonomi içinde sürdürülebilir hale getirmesi şart.

Yoksa Marmara’da, Ege’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de 2050’lerde plastik miktarı balık miktarını geçecek.

Düşünün, üzerine para verip sokaktaki çöpü evinizin içine dökmek ister misiniz?

İstemezsiniz değil mi? 

O zaman niye yaşamsal döngümüzü sağlayan toprağa, havaya, suya karışmasına izin veriyoruz?

Türkiye bir plastik çöp adası haline dönüşmeden kendinizle yüzleşin ve kendi özeleştirinizi yapın.

Sahi siz bu ülkenin en çok nesini seviyordunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi