Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Uyurkulak’tan dünyalık bir ‘Dünyalık’

Serhat Uyurkulak, on üç yıl sonra şiir okuruyla yeni kitabı “Dünyalık”la buluştu. Epik ve lirik şiirin olanaklarıyla anlatımcı şiiri harmanlayan Uyurkulak’ın yürürlükteki şiirin sesine, sözüne uzak durmayı benimseyen poetik tavrı olduğunu da ekleyelim.

Serhat Uyurkulak (1979), adını ilk kez 1990’lı yıllarda İzmir merkezli “Sardunyalar ve Kaplumbağalar” adlı fanzin dergide okurla buluşan şiirleriyle duyurdu. Daha sonra “E Edebiyat”, “Kitap-lık” ve “Sadece Şiir” gibi dergilerde şiirleri okurla buluşmaya devam etti. Uyurkulak’ın ilk kitabı da “Sesini Aramayan Şiir” (2010) adıyla Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından yayımlandı.

Şiirde uzun süreli ara vermelerin, kopuşların sonucunun pek de olumlu olmadığı söylenebilir. Kısaca diyebiliriz ki şiir tarihselle de, güncelle de iç içe sürdürülebildiğinde dinamik kalan dilsel bir eylem, sanatsal bir edim. Aslında eylem dememiz gelişigüzel değil. Şiir bir eylemdir. Bir dil, bir söz eylemidir.

ON ÜÇ YIL SONRA İKİNCİ KİTAP

Serhat Uyurkulak, on üç yıl sonra, şiir okuruyla yeni kitabı “Dünyalık”la buluştu. İki kitap arasında geçen sürede, Uyurklak’ın dergilerde şiirlerini yayımlamayı sürdürdüğünü, dolayısıyla şiirden uzak kalmış sayılmayacağını belirtelim.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Dünyalık” dört bölüm, yirmi şiirden oluşuyor. Bölüm başlıkları “Yol”, “Ada”, “Atlar ve Çocuklar” ve “Dönüş.

Kitap Arkadaş Z. Özger’den bir alıntıyla başlıyor: “İşte hayat; yıllarca eziyetini üzerinde taşıdığın ısrarlı bir gecikmeyle doludizgin koşturacak ne varsa hepsi yanında. Başkaldıran çalarsaatının vuruşlarını duy, yüreğini kurtar.”

Bazen bir şiir ya da şiir toplamı, bir başka şairin şiirinin, dizesinin, hatta imgesinin içine yerleşir. Oluşumunu, gelişimini, yürüyüşünü oradan sürdürebilir. Uyurkulak’ın da kitaptaki şiirlerde öyle yapmış olduğu öne sürülebilir. Onun da Arkadaş Z. Özger’den alıntıladığı “başkaldıran çalarsaatının vuruşlarını duy, yüreğini kurtar” ifadesinin içine yerleştiği savunulabilir.

Kitabın sunusu gibi de okunabilecek, öyle yorumlanmaya uygun “Olur” başlıklı şiirden bir betik okuyarak devam edelim:

nehirlere düğüm atan dağları saçıp savuran

değil miyiz bu garip halimizle yaşayan

sözümüzdür

safi bir kelime bizi yaşatan

başka bir numaramız mı yok

elbet o da olur

SÖZ BAĞI

Serhat Uyurkulak’ın kitabını, önceliğin sözde olduğuna dikkat çeken, sözün önemini ve bağlayıcılığını vurgulayan bir şiirle başlatmasını nasıl yorumlamalı? Onun da Ece Ayhan tarzı bir ahlakçılıktan yana olduğunu düşünebilir miyiz? Neden olmasın? Hem zaten şu dünya denilen konak ya da konaklama yeri yaşamayı anlamlı ve önemli kılan ilke ve değerler olmasa nedir ki?.. Parantez açarak modern Türkçe şiirde şairin, şiirin ahlakıyla ilgilenen en dikkat çekici yaklaşımın Ece Ayhan’a ait olduğunu ifade edelim.

Okurunu, bu ve bunun benzeri düşünceler ve sorular sarmalına doğru çekiyor “Dünyalık”ı oluşturan şiirler…

Şunu da not edelim. Şairin söz bağını anlamlandırmak için göz bağını çıkarmak gerekiyor. Öyle ki şiirler yer yer opaklaşıyor ve sızdırmaz olabiliyor. Şiirlerin anlatımcı, hikâyeye yaslanan nitelikte olmasının da durumu değiştirdiği söylenemez. Ancak şiirlerin sızdırmazlığı; gizleme, sakınma, kıskançlık, paylaşımdan kaçınma gibi nedenlere de pek bağlantılı görünmüyor. Kitabın birinci bölümünde yer alan “Davetsizler” başlıklı ilk şiirden bir alıntı aktaralım:

damdaki kırık kiremitten yahut döşemedeki yarıktan

yağlı kaygan kuyruklarınızla ne acayip bir şey olarak

bir eve bir mahreme duhul oldunuz

huruç etmiş yasaklı bir kavim

atlastaki sigara yanığına bakan sürgün bir halk

davetlilerin erdemli sıkılganlığına kalsa

ancak arsız bir misafir zarafeti sizinkisi

onların düşleri her şeyden anlıyor

adaletle merhameti karıştırıp örneğin tuğla döşüyor

döşeme onarıyor onulmaz yaralar kapatıyor

ey siz kendi rüyasından dahi kovulanlar

başladığı şarkıyı bitiremeyenler anahtarını kaybedenler

tıfıllar davetsiz gelenler

o kılıcı ağzınızdan kan damlatarak çıkarmayı

altınıza gerilmiş zaman ipinden ağı yırtmayı

öğrenin artık

Aktardığımız şiirde, “başkaldırının çalarsaatının vuruşları”nın duyurulması amacı dikkati çekiyor. Ama başka şeylerin de dile getirildiğini kaydetmek gerekir. Şiirde hem kurucu hem de kapsayıcı rolü nedeniyle üzerinde düşünmeye değer iki metafor söz konusu. Yerleşik durumdaki “Davetliler”le istenmeyen misafir olarak ortaya çıkan “Davetsizler” üzerinden bir anlatı var. Bir yanda kimin, hangi yetkiyle davet ettiği bilinmeyen ve yerleşik durumda olan “Davetliler”; onlar aynı zamanda konfor alanında yer alıyorlar. Bir yanda da istenmeyen misafirler, “Davetliler”in konfor alanına, mahremiyetine giren, “duhul” eden “Davetsizler”. Onlar kemirgenler aslında, daha açık ifadeyle fareler.

“Davetliler”in yüksek güvenlikli ve korunaklı konfor alanlarına, mahremiyet bölgelerine, özel hayatlarına bir tek yoldan girilebilir; sızarak. Sızmanınsa kemirmekten başka yolları da olabilir. Ama şair kemirme yoluyla sızmak üzerinde duruyor. Kemirmek gizli metafor olarak katılıyor şiire. Anlatının bam teli olarak da yorumlanabilecek “konfor alanına sızma”nın yanı sıra bir de “Davetsizler”e sesleniş söz konusu. Bu bağlamda aktardığımız betikteki son dört dizeye dikkat çekmek isteriz. Şair “Davetsizler”e bir çağrı yapıyor. “Davetliler”in (onlar aynı zamanda muktedirler, iktidar olanlar, bir yer tutanlar, bir yeri olanlar) mahrem alanına sızdınız, konforlarını bozdunuz, ama onlara benzediğinizde tüm çabalarınız beyhude olacaktır. Mağdur muktedirin yerine geçtiğinde, aslında değişen bir şey olmaz deniyor olabilir mi? Serbest çağrışıma yaslanarak söyleyelim; kim ev sahibi, kim kiracı bu da şiirin kapsamı içerisinde akla gelen sorulardan oluyor. İndirgemeci bir yaklaşımla “Dünyalık”taki şiirler için “özel hayatın savunusu” yorumu da yapılabilir. Ama Öyle mi acaba? O kadar mı?

‘DÜNYALIK’ NEDİR

Sorular sordurarak okunan bir şiirler toplamı “Dünyalık”. Örneğin kitabın hem adını anlamlandırabilmek hem de şairin bu adı neden seçmiş olduğuna ilişkin hiç değilse ipuçları bulabilmek için sormak gerekiyor. Nedir “Dünyalık”, ne anlama gelir. Serhat Uyurkulak, ikinci kitabı için neden böyle bir ad tercih etmiştir. Şairin, okurunu düşündürmeye yöneltmekten, belli etmese de haz duyduğu söylenebilir mi? Her şair, her şiir için söylenemese bile okurundan, kırmadan, incitmeden okudukları şiir için daha fazla düşünsel efor sarf etmelerini bekleyen, buna kışkırtan şairler de az değildir.

Uyurkulak’ın şiir yazma amacının tek başına bu olduğunu söyleyemeyiz belki. Ama şiir yazıyor olmasında bunun, yani okurunu düşünmeye yöneltmekten aldığı gizli hazzın da payı olduğu izlenimi vermiyor değil.

Dünyalık sözlüklerde mal, mülk, servet, para olarak tanımlanıyor. Bir şairin dünyalığı bunlar da olabilir, ama şiirin dünyalığı başka bir şey olsa gerek. Şair bu sözcüklerin tümüne ya da herhangi birine, örneğin mülk sözcüğüne mecazi anlamlar yüklemiş olabilir mi? Neden olmasın. Mülk sözcüğü, edinilmiş bir yer ya da bireyin kendini var edebildiği bir alan olarak tasavvur edebilir. Şiirin dilinde bu anlama dönüştürebilir. Özel hayatını mülkü olarak kabul edebilir.

“Ada” başlıklı ikinci bölümünde yer alan ve kitaba adını da vermiş olan şiirden bir bölüm okuyalım:

en son ne zaman nefes aldım ben

en son ne zaman farkındaydım soluklandığımın

buraya gelmeden önce

deşilmiş bir dalağa dönmemişti henüz sokaklar

sevinçle çıktığımız tepeden hayat taksim ediliyordu

KENDİNE AİT BİR DÜNYA

“Ada”da konuşan kişinin adı Bahri. Bahri adı, sözcüğün denizden gelen anlamıyla birlikte düşünüldüğünde metnin çözümüne doğru bir adım daha yaklaşma ihtimali güçlenmekte. Ayrıca “Ada” şiirinin çağrıştırdıklarını da kattığımızda “Dünyalık”ı özel hayatın yanı sıra benlik, kimlik, kişilik ama sanki daha çok şahsiyet anlamına doğru açımlamak söz konusu olabilir.

Dünya, insanın dünyası mı? İnsanın yapıp yapabileceği, kurup kurabileceği dünya var olandan mı ibaret. Kendine ait bir dünya mümkün mü? Özel hayat mümkün mü? Üçüncü çoğul şahıs olan onların gardiyanlığında, birinci tekil şahıs olarak benin gözaltında tutulduğu hapishaneye dönüşmemiş bir dünyamız olamaz mı? Bu da şiirlerin oluşturduğu karşılığını arayan bir başka soru.

Bölümler değişiyor, temalar değişiyor, ama şairin peşine düştüğü insanın kendine ait bir dünyası ya da özel hayatı var mı, olabilir mi, özel hayat imkânsız mı sorusunun karşılığını arama çabası değişmiyor. “Atlar ve Çocuklar” başlıklı üçüncü bölümdeki “Güneşin Altında” şiirinden bir betik paylaşalım:

sizi temin ederim ki güneşin altında yeni bir şey yok

bu kabullenişi

bir yaprağı dahi kımıldatmayacak bu açıklığı değil

katlanılmaz bir sinsilikle çekmeceleri

(…)

ve günlükleri karıştıran zamanı

elbette zamanı düşünmeye niyetiniz var sizin

BEN NASIL BEN OLABİLİR

Serhat Uyurkulak epik ve lirik şiirin olanaklarıyla anlatımcı şiiri harmanlıyor diyebiliriz. Dikkat çeken bir başka özelliği de sözcükleri içerdikleri anlam katmanlarını şiire, şiirin temasına taşıyacak biçimde seçiyor ve kullanıyor olması. Bu elbette şiirin ifade alanını genişletmeyi amaçlayan bir yönelim. Uyurkulak’ın yürürlükteki şiirin sesine, sözüne uzak durmayı benimseyen bir poetik tavrı olduğunu da ekleyelim. Şairin insanın kendine ait bir dünyasının, özel hayatının olup olmayacağını irdelerken şairin kendine ait bir şiirinin olup olmayacağı sorusunun da üzerine gitmesi şaşırtıcı değil.

Şiirler yalnızca müşterek olanın dışına kurup savunabileceğimiz, özel hayatımız, kişiselleştiğimiz, kişiselleşebildiğimiz bir dünyamız, kimliğimiz, şahsiyetimiz var mı sorusu üzerinde düşündürmüyor. Şiirin sorularına, sorunlarına okuru da ortak ediyor. Örneğin özel hayat hakkının savunulması bakımından bir çaba gösteriyor muyuz sorusuna ne karşılık verebileceğimizi de irdelemeye yöneltiyor.

“Dünyalık” kaçıp kurtulma, inzivaya çekilme, uzlete yerleşme arzusunun dile getirilmesinden çok, “ben başkasıdır” teziyle girişilmiş bir hesaplaşma girişimi olarak da okunabilir. Ben nasıl ben olabilir sorusuna karşılık arama diye de yorumlamak mümkün. Anladığımız kadarıyla şair de “ülfetin belalı, uzletin sıkıntılı” olduğunun farkında. Şiirlerde sosyal ortamlarda, kamusal alanlarda, özel hayatın gizliliğinin ihlal edilerek sürekli bir gözetleme, izleme, denetleme mekanizmasının devreye girmesine yönelik tepki söz konusu. Kitabın son bölümündeki on üç parçadan oluşan “Sevginin Dekatriyası” başlıklı şiirin dokuzuncu betiğini paylaşalım:

her yerden gözleri çıkan onlar

bakıyor bakıyor

kendini var ettikçe tüketen

bu patavatsız beraberlik anlatmakla bitmez

her yapışkan gözden çıkan onlar

“Dekatriya” Yunanca on üç demek. “Sevginin On Üçü”, acaba “aşkın on üç yılı” gibi bir anlamla işaretleniyor olabilir mi? Bununla birlikte on üç acaba iki kitap arasında geçen on üç yılı da kast ediyor olabilir mi? Soruların içinden sorular çıkıyor? Şunu da kaydedelim, “Dünyalık” sorularla okunan bir kitap.

Kitabın girişindeki alıntıdan söz etmiştik sonundaki İlhan Berk’ten yapılan üç dizelik alıntıyı da aktaralım: “dünyanın bir yüzü yoktur. / Görüldüğü de çok su götürür. / Görülmeyen de görülmez.”

Ahmet Oktay “benim gözümde” diyor, Mesele dergisinin 2007’de kendisiyle yaptığı söyleşide “edebiyatın asıl amacı fark ettirmektir. Bir şeyi, durumu, fark ettirir, ayırt eder edebiyat.” Ahmet Oktay’ın sözünü edebiyatın yerine şiiri koyarak okuyalım. Şiir fark ettirmektir. Serhat Uyurkulak bunu denemiş. İyi ki denemiş diyebileceğimiz şiirler var “Dünyalık”ta.


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi