Ragıp Duran
Vahşet ve adalet
Geçtiğimiz hafta sonu Artı Buluşmaları'na katılmak üzere Münih ve İngolstadt’a gittik. Celal Başlangıç, Ahmet Nesin, Erdal Boyoğlu ile 2 günde yaklaşık 1000 km. yol katettik. Artı TV programcılarından Ayşe Çavdar da iki toplantıda konuşmacı idi. Genel olarak olumlu geçti. İzleyicilerimiz ve okurlarımızla mesleki ve siyasi konularda verimli sohbetler yaptık.
Turistik broşürlere inanacak olursanız Münih, BMW’nin başkenti, Bayer ilaç holdingi ile Bayern Münih futbol takımının kenti. Ama Münih birçok bellekte hafif sakat bir şehir. Yakın geçmişinde Viyana’dan gelen Adolf Hitler’i ağırlamış (1913). O da burada bir darbe girişiminde bulunup hapishanesinde yatmış. Nazi Partisi'ni de burada büyütüp yaymış Almanya’ya. Zaten artık siyasi-diplomatik bir deyim haline gelmiş olan Münih Ruhu da (1938), saldırganı taviz vererek yatıştırmak anlamına geliyor.
Bir gün ara ile önce Münih yakınlarındaki Dachau Konsantrasyon Kampı'nı sonra da Nazilerin yargılandığı Nürnberg’deki duruşma salonunu gezdik.
Dachau tek kelime ile korkunç. Bulunduğumuz mekanda sadece 75 yıl önce Nazilerin insanlığı nasıl kıydığını gördük. Sanıldığı gibi sadece Yahudiler değil zulme uğrayanlar. Komünistler, sosyal-demokratlar, dürüst rahipler, çingeneler, eşcinseller, yabancılar (?!), asosyal olarak etiketlenmiş aykırı insanlar…
Hitler, bu kampı iktidara geldikten (Ocak 1933) iki ay sonra kurmuş. 12 yıl boyunca da burası bir işkence ve ölüm merkezi olarak çalışmış. Yaklaşık 200 bin kişinin hapsedildiği Dachau’da yakılarak, işkence sonucu ya da intihar ettirilerek öldürülen 40 bin insan var. Naziler kayda kuyda acaip meraklı. Bürokrasi diye bir şey var. Kampta olan biten her şey yazılmış defterlere. Kamp nüfusunun ülkelere göre dağılım haritasını gördük. Türkiye’den gelen 23 kişi var: İstanbullu Yahudi öğrenciler belki de. Ya da sünnetli olduğu için Yahudi sanılıp kampa atılmış birileri.
Alan, savaştan sonra önce hapishane, sonra mülteci kampı olmuş, taa 1965’de açık hava müzesi haline getirilmiş. Biraz geç değil mi? Bir sıkıntı girdi hepimizin ruhuna, vücuduna. Dönemin fotoğraflarına bakarken ya da hücreleri gezerken. Başımız ağrıdı, midemiz bulandı.
Her yıl ortalama 1 milyon insan ziyarete geliyor buraya. Gariptir, 5-6 yaşındaki çocuklarını bile getirmişti kimi aileler. Bütün ziyaretçilerin yüzü bir karış. Hüzün, acı, Nazi karşıtlığı. İnsanların cayır cayır yakıldığı fırınların önünde selfie çekiyordu biri.
Bizi, Diyarbekir cezaevini henüz 17 yaşındayken tanımış bir Kürt arkadaş gezdiriyordu. Hücrelerin birinde, dönemin orijinal, cilalanmış tahtasından yapılmış ranzanın önünde eliyle toz alır gibi yaptı: "Hocam bunlar iyi, bizim cezaevindeki tahta ranzalara elini sürtsen kıymıklar batardı" demez mi? Orada koptu film. Kabus! Çıkışta bir-iki kitap aldım Dachau hakkında. Akşam sayfaları karıştırırken yine sıkıntı bastı: Nasıl oluyor da insan denen mahlukat, kendi türdeşlerine bu kadar sistematik, kasıtlı, bilinçli zulüm uygulayabiliyor? En vahşi yaratık bile aç değilse ve saldırıya uğramazsa yapmaz bu Nazilerin yaptığını.
Yolumuzun üstünde olduğu için Nürnberg’e de uğradık. Bugün hâlâ Adalet Sarayı (Aslında Adalet, Saray’da oturmaz, Adliye Binası demek lazım) olarak kullanılan ünlü Nürnberg Duruşmalarının yapıldığı binayı gezdik. Bu mahkemenin bir çok özelliği var: Uluslararası Ceza Hukukunun doğum yatağı, galiba uluslararası ilk mahkeme ayrıca simültane tercümenin (Almanca, İngilizce, Fransızca, Rusça) kullanıldığı ilk uluslararası yargı birimi. Müze kısmında nedendir bilinmez tüm açıklamalar sadece Almanca. Duruşmaların yapıldığı 600 numaralı salon bugün hâlâ bazı büyük davalarda hizmet veriyor. Neyse ki burada iç sıkıntısı, başağrısı çıkaracak bir ortam yok. Her ne kadar galiplerin mağlupları yargıladığı bir dava olsa da, insan yine de hukukun, adaletin varlığını görüp sevinebiliyor. Bana yine garip ve geç geldi, bu mekan sadece 2010 yılında müze haline getirilmiş. Soykırımdan 65 yıl sonra! Resmi adı Uluslararası Askerî Mahkeme olan yargı mekanizması aslında Amerikan askerî yargısı. Fransa, İngiltere ve Rusya’dan gelen savcı ve hâkimler tam üye olarak yargının bir parçası.1945’de başlıyor mahkeme ve 218 gün sürüyor. Göring, Hess, Ribbentrop, Von Papen, Speer gibi Nazi rejiminin, Gestapo, SS ve Gizli Servis’in intihar etmemiş üst düzey yetkilileri sanık kürsüsünde. Avukatları da var. Konsantrasyon kamplarından sağ kurtulanlar başta olmak üzere 280 tanık dinleniyor duruşmalarda. 30 Eylül 1946 günü hüküm açıklanıyor: 12 sanık ölüm, 3’ü müebbet hapis,4’ü ağır hapis cezası alıyor. 3 sanık da beraat ediyor.
Bilmiyordum, Nürnberg Duruşmaları burada bitmemiş. Çünkü 1946-49 yıllarında doktor, hâkim, savcı, sanayici, polis, asker, diplomat… toplam 177 kişi daha yargılanmış burada. Bu duruşmalar aslında Alman elit sınıfının Nazi rejimine verdiği desteğin çapını gösteriyor.
Daha yakın zamanda, Frankfurt’ta 1963-65 arası Auschwitz ve 1975-81 arasında da Düsseldorf’da Majdanek konsantrasyon kamplarının yetkilileri yargılanmış. Yine çok geç değil mi?
Nürnberg Duruşmalarını o zamanki basın yakından izlemiş. Adliye muhabirliği yapan tanıdık simaların portrelerine rastladık: İlya Ehrenburg, John Dos Passos, Walter Cronkite, John Steinbeck…
Kendi aramızda şakalaştık sonra: Biz o kadar Sıkıyönetim, DGM duruşmaları izleyip aktardık, hiçbirimiz şu adamlar kadar ünlü yazar olamadık!
Nazi liderlerini Nürnberg’de yargılamak tesadüf değil. Çünkü bu kent de Hitler’in zehirli ideolojisini kitleselleştirdiği, ırkçılığını yasa haline getirdiği bir şehir.
‘’O zaman biz de, memleketi zindana çevirip masum insanlara, muhaliflere kan kusturanları Cizre’de yargılayalım!’’ dedi bir arkadaşımız.