Ali Duran Topuz
Vartinis kundakçılarına lanet, Aysel Öğüt’e saygı
Vartinis’i bilir misiniz? “Yokuş Yol’a” şiirini bilirsiniz ama, hani paylaşmayı seveni çok olan şiirlerden, hani o şiirdeki “Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda” dizesindeki Muş’ta bir köy. Resmi adı “Altınova”, öyle Kürtlerden, Ermenilerden, Rumlardan kalma isim mi olur her yanı Türk olması gereken memlekette? Şiirde var ama Kürdistan diye bir yer zaten olmaz.
İşte o Muş’taki Altınova köyünde 2 Ekim’i 3 Ekim 1993’e bağlayan gecede bir ev, içinde bir adam, bir kadın ve yedi çocukla birlikte yakıldı. Ailenin babası Nasır Öğüt, annesi Eşref öğüt ve yaşları 3 ile 12 arasında değişen çocuklar, Sevim, Sevda, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Aycan, Cihan ve Cinal Öğüt yakıldı. Soluk resimlerden başka bir şey kalmadı o hayata yeni gözlerini açmış dünyalar güzeli çocuklardan ve o çileli adamla kadından.
YER YERİNDEN OYNAMADI
Bir ülkede, bir adam, bir kadın ve yedi çocuk yakılsa yer yer yerinden oynar değil mi? Oynaması gerekir. Mesela aynı senenin baharında, Almanya’da Solingen’de ırkçı Naziler Türk olduğu için bir aileyi yakarak öldürmüştü, peşinden yer yerinden oynamıştı. Almanlar, ülkedeki diğer uyruklardaki insanlarla birlikte günlerce yürüyüş ve protesto eylemleri yaptı. Katılımcısı yüz binleri bulan eylemler, Alman hükümetini Nazi tehdidine karşı önlemler almaya zorladı. Vartinis’i ise duyan bile olmadı.
O dönemin baskın medyası zaten Kürdistan’a olan bitenlerden ancak devletin “Yaz kardeşim” dediklerini yazar, “Yazma lan” dediklerini de yazmazdı. Zaten yakanlar gizli örgüt filan da değildi. Bizzat askerlerdi. Önceleri, “PKK vardı, çatışma vardı, onlar yaktı” filan laflarıyla geçiştirildi. Bu ülkede yargıçlar var, olmaz öyle şey diyeceksiniz ama işte yargıçlar medyadan geri mi kalacak, ilgilenmediler.
SUSMAYAN BİRİ VARDI
Devletin resmi kundakçılarının yaktığı evde o an olmadığı için “kurtulan” Aysel Öğüt susmadı ama. Kurtulmuştu, çünkü evlenip başka bir başka hanenin halkına karışmıştı. Devlet baba evine ateşi pay etti, onun payına da ateşin aldığı canların acısı düştü. Amcasının oğlu yanan eve doğru bağırarak koşunca askerler bayıltana kadar dövmüşler. Kimseyi yaklaştırmamışlar.
Aysel Öğüt ömrünü bu ateşin hesabını sorma mücadelesiyle geçirdi. On yıl sesini duyan olmadı ama o susmadı. Sonra bir umut belirdi, dosya açıldı. Belki ülkeye yargıçlar gelmişti, kim bilir? Hani AK Parti iktidarı da bu işlerde sorumlu değildi, parti 2000’den sonra kurulmuştu, bu işler 90’larda olmuştu. Dava açıldı ama yakmayı iyi bilenler sürüncemeyi de iyi biliyordu, hem zaten AK Parti daha iktidarı tam almamıştı, vesayet vardı filan. Aysel hanım yine susmadı. Duruşmada katillerin yakasına yapıştı. Heyhat gele gele dava “zamanaşımı” ile kapatıldı. Vesayet, velayet filan yoktu ama iktidar partisi, 90’ların bütün karanlık dosyaları, JİTEM’ler filan hepsini aklayarak devlette devamlılığın esas olduğunu ama Kürtlerin hukuktaki yerinin tali olduğunu, yani iktidarı ne kadar hak ettiğini kanıtladı.
SON CELSEDEKİ UMUT
Son celseye yine ve hâlâ bir umutla gelen Aysel Öğüt kararı “Hakkımı helal etmiyorum” sözleriyle protesto etti. Babasını, üvey annesini ve en küçüğü daha derguş, yani kucak bebeği olan büyüğü de erginliğe adım atma çağındaki yedi kardeşini yakan katillere karşı yürüttüğü olağanüstü mücadeleyi kaybetmenin ağır, derin acısıyla, “Ben bugün sanki ölü gibiyim” diye başladı sözüne.
“O kadar umutluydum ki… Derdim ki bugün ceza kesilir, ben de bugün mutlu gibi gideceğim. Ama olmadı. Yine ben üzüldüm. Adalet Allah’ın adaleti. O kadar uğraştım, didindim. İnan ki ha bugün depresyon ilacı aldım buraya geldim. Ben hakkımı helal etmiyorum, devletime helal etmiyorum. O kadar uğraşıma rağmen yine O kazandı. Ailemi katleden katili serbest bıraktı. Ben hakkımı helal etmiyorum. Allah’a bırakıyorum. Allah’a havale ediyorum. O hakimi de o devleti de o adamı da. Köyün her yeri askerdi. Köyde sadece asker vardı. Ailemin evinin etrafında asker vardı. Panzer vardı. Çatışma, kabul etmiyorum çatışma yoktu. Bu Bülent yüzbaşının kararıyla köyü yaktılar, ailemi katletti.”
Tane tane söyledi bunları Aysel Hanım, vakarını hiç kaybetmeden. Besbelli, dili zor dönüyor Türkçeye, öğrendiği kadarını da babasının, annesinin, kardeşlerinin hakkını aramak için verdiği mücadelede öğrendi zaten. Ama zaten acının diliyle konuşuyor, çektiği acının keskinliği cümlelerindeki keskinlikte görünüyor.
Peki niçin umutluydu Aysel Öğüt? Herkesin gördüğünü görmediği için mi? Zamanaşımını anlamadığı için mi? Görmese, anlamasa “Yine o kazandı” der miydi? O devleti, o yargıcı ve o katili gayet iyi tanıyor elbette. Fakat Aysel Hanımı son celseye umutlu getiren şey, o zalimlerin gecesinden sonra hiç susmamasını sağlayan şey aslında: Adalet arzusu ve adalet inancı. İlk on yıl hiç kimse onu dinlememiş, dava açan filan olmamıştı ama aynı arzu ve inançla hiç susmamıştı. Şimdi, “Yine O kazandı” derken, o devleti, o yargıcı ve o katili işaret ediyor. “Devletin adalet teşkilatı” işi kapatsa da Aysel Öğüt olanı biteni inandığı Allah’ın adaletine havale ederek mücadele sözünü sürdürüyor.
Evet, Allah’a havale etmek bir yanıyla bir çaresizlik beyanı ama bir yanıyla da mücadeleyi sürdürme gücünün bir göstergesi, böylece kayda geçiriyor bu ağır adaletsizliği Aysel Hanım. Susmadığı için dosya açılabildi, susmadığı için davayı görmek zorunda kaldı “O” devlet, şimdi “zamanaşımı” ile cinayetini, kundakçı katillerini koruyor evet ama Aysel hanım mücadelesini, yani konuşmasını sürdürerek, elbette önce inandığı Allah’a ama elbette aynı zamanda adalete, vicdana, mücadeleye, eşitliğe inananlara sesleniyor. Devletin öldüren ve üstünü örten cinayet çalışmasına karşı adaleti arayan ve adaletsizliği işaret eden hafıza çalışmasını sürdürüyor. Aysel Öğüt’ün sözü, her inançlı kişinin yapabileceği sıradan bir “Allah’a havale etme” değil, Pir Sultan Abdal’ın “Kalsın benim davam divana kalsın” derken ettiği gibi devletin kapattığı davayı toplumsal planda açık tutmaya yöneliyor.
“Muş-Tatvan yolunda devlete inanırsa” kanamanın hiç kesilmeyeceğini iyi biliyor çünkü, ona umut veren şey devletin adaletinin mümkün olması değil, kendi adalet mücadelesiydi zaten her zaman.