velev ki gerçek islam

insan ne kadar zırva fikirleri benimsemiş olursa olsun, uzun namlulu silahı falan yoksa en fazla ailesinin ve konu komşunun başına bela olabiliyor.

birkaç hafta önce izleyicilerin çoğunluğunun çocuk olduğu bir konsere saldırdılar, birkaç gün önce de rastgele sivillere. daha önceki saldırıları zaten biliyorsunuz. tekfirci şiddet zaman zaman intihar bombacılarıyla, zaman zaman da, ölümü göze almakla birlikte kaçma ihtimalini canlı tutan saldırganlarla dünyanın farklı yerlerinde ama en çok avrupa ve "ortadoğu"da karşımıza çıkıyor.

birkaç ayırt edici çizgisi var eylemlerin: birincisi, din temelinde ırkçılığa dayanmaları. yani müslüman olmayan ya da müslüman saymadıkları herkesi –çocuklar da dahil olmak üzere- öldürmekten kaçınmamaları. ikincisi, irkiltici acımasızlıklarıyla, eylemlerini cinayetin ötesine taşımaları. kalp yeme görüntülerinin üzerinden çok geçmedi, londra’da yayaları ezen minibüsten çıkan saldırganlar yaralıların boğazını kesti. Bunlar, ölenlerin sayısından, orada bulunanların hissettiği korkudan daha büyük bir dehşet yaratıyor. zaten bunu sağlamak için özel çekimler yaptıklarını yakılan iki türk askerin görüntülerinden hatırlıyoruz.

uzun yıllardır siyasal islam üzerine çalışan olivier roy, islam’ın radikalleşmediğini, öz-yıkıma yatkın insanların islami hareketleri tercih ettiğini söylüyor ve çoğunun tekfirci olmadan önce islam’a ilgi duymadığına işaret ediyor. özellikle avrupa’da tekfirci hareketlere ilgi duyan gençlerin büyürken karşılaştıkları yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve islamofobinin bu tercihlerinde rol oynadığı aşikâr. ama aralarında islam’ı sonradan seçenlerin olması tek itkinin bu olmadığını gösteriyor. öte yandan, fransa’da, her saldırıda en az bir müslüman güvenlik görevlisinin ölmüş olması da dikkate değer bence.

ancak başta türkiye olmak üzere nüfusun çoğunluğunun müslüman olduğu ülkelerde bunlardan söz etmek mümkün değil. tabir-i caizse, avrupalı tekfircinin psikolojisiyle örneğin türkiyelininki çok farklı. ikincisi sırtının sıvazlanacağını, hoş görüleceğini bilmenin verdiği küstahlıkla hareket ederken diğerinin kararlarına itilmiş olmanın öfkesi de etki ediyor.

yani bütün bu olup biteni, dinle, ideolojiyle, ve sadece sosyal gelişmelerle açıklamak mümkün değil. çünkü insan ne kadar zırva fikirleri benimsemiş olursa olsun, uzun namlulu silahı falan yoksa en fazla ailesinin ve konu komşunun başına bela olabiliyor.

tekfirci şiddetin tarihiyle ilgili pek çok kaynak var, zaten yaşı otuzu geçenler bu tarihin önemli bir kısmına bizzat şahit oldu. farklı liderler, farklı örgütler geldi geçti. ama el kaide’den ışid’e uzan hattın her aşamasında abd’nin ve/veya körfez ülkelerinin desteği oldu. bugün ışid dünyanın en zengin örgütü sayılıyor, rehinelerin ailelerinden aldıkları fidyelerden, petrol gelirlerine kadar uzanan birçok kazanç kaynağı var. ama bunların içinde suudi arabistan’ın ve katar’ın desteği çok önemli bir yer tutuyor. abd’nin bölgedeki iki önemli müttefiki suudi arabistan’la katar’ın arası bozuldu. hepsinin müttefiki olan türkiye bu krizle ilgili tutum alırken abd'den bağımsız hareket edebilir mi?

diğer yandan, son zamanlarda ışid saldırılarına sahne olan britanya’nın beşar esad iktidarına karşı tekfirci güçlere destek verdiği de malum. yani bir ülke halkının tekfirci saldırıların kurbanı olması, o ülkenin iktidarının bu saldırıları kınaması, o devletin tekfircilerle bir bağlantısı olmadığı anlamına gelmiyor.

bütün bunlar zaten bildiğiniz şeyler, bunları şunu söylemek için hatırlatıyorum. bizim, tarihin şu ânında, dünyanın bulunduğumuz noktasında, olup bitenleri araplar, arapların kültürü, islam falan diye açıklama kolaycılığına başvurma lüksümüz yok. olay bildiğimiz sebeplerle "ortadoğu"da cereyan ediyor, burada araplar ve müslümanlar çoğunlukta. ama gözlerini asya’nın doğusuna dikseler –ki o da uzak ihtimal değil- budizmden söz ediyor olabiliriz. o yüzden büyük resmi, küçük resmi, kartonun arkasındaki resmi ve bütün bunları kimin çizdiğini anlamadan bu işin içinden çıkmamız zor görünüyor.

müslüman ayşe düzkan islam