Aris Nalcı
Yangın turistleri, yüzen mülteci kampı ve insanlığımız
Son günlerde Akdeniz kıyılarındaki yangınların tekrar başlaması ile dünya genelinde orman yangınları konuşulur oldu. Corona'dan bu yana tatil yapmaya ve artan uçak fiyatları ve grevler arasında kendisini denize atmaya yeni alışan turistler ise bambaşka bir dünyada.
Akdeniz ülkelerindeki yangınlarda en çok konuşulan görüntüler arasında sahilde tatillerini yapmaya devam eden turistler vardı. Arkada Yunanistan'ın Rodos adasındaki yangın gökyüzünü kıpkırmızı yaparken önde paraşüt ve su kayağı yapan insanlar görüyorduk.
İlk başka paraşütle denizden su taşıyorlar diye düşündüm bu görüntüleri gördüğümde. Sonrasında anladım. Pek umurlarında değildi turistlerin yanan ormanlar.
İtalya ve Rodos'a en çok turist gönderen ülkelerden biridir Belçika. Özellikle direk Brüksel- Rodos uçuşları binlerce Belçikalıyı Yunanistan'a taşıyor her sene.
Belçika'daki tur operatörleri devlet televizyonuna verdikleri açıklamada rezervasyonların sadece %10'unun kendileri ile iletişime geçtiğini, bu insanların da adada otel değiştirdiklerini, geri dönü talebinin 10'larca kişi ile sınırlı kaldığını belirtiyorlardı.
Binlerce kişiden sadece onlarcası adadan çıkmak istemiş anlayacağınız. Geri kalanı otel değiştirip tatile devam etmeye karar vermiş.
Yunanistan Turizm Bakanlığı da yangınlardan Rodos'un sadece %20'sinin etkilendiğini turistlerin tatillerine 'zevkle' devam edebileceklerini twitledi.
Bu arada Avrupa'dan yangın bölgelerine turist akmaya da devam ediyor. Uçaklar tam dolu olmasa da düşük bütçeli uçuş yapan şirketler, %80 doluluk oranı ile yangına turist taşıyorlarmış.
MÜLTECİ CESETLERİ SAHİL BOŞALTTI
Corona'da tatil yapamayan insanların artık insanlıklarından kayıp verdiklerini düşünüyorum gün geçtikçe. Artık eskisi gibi uluslararası krizlere tepki vermiyor insanlar. Ekonomik sıkıntıya giren ülkeler, (Avrupalının enflasyon dediği %10'dur) kendilerinden başkasını düşünmez oldular. Yani tatil yapacak ise, yangınmış, krizmiş, kirlilikmiş, küresel ısınmaymış dinlemiyor insanlar. Arkada kırmızı gökyüzü gidip denizine giriyor.
Aynı şekilde Ege ve Akdeniz'deki mülteci ölümlerine verilen tepkiler gibi.
Geçen hafta ailecek tatile gittiğimiz Akdeniz kıyısında yaşanan bir olayı anlatarak biraz daha betimleyeyim durumu.
Koca bir plaj, yaz aylarında her gün dolu. Binlerce kişi var. Her sabah saat 9'da cankurtaran servisi başlıyor. Saat 8'de ise plaja sarı, mavi, yeşil veya kırmızı bayrak çekiliyor. Her birinin anlamı farklı.
Biri 'dalgalı' demek, kırmızı 'girilmez' demek, mavi bayrak ise 'deniz temiz' demek.
Bir sabah herkes denizdeyken bayrak birden maviden kırmızıya döndü. Normalde böyle bir durumda polis gelip herkesi denizden çıkarmaz ama geldiler, çıkardılar.
Kıyı şeridinde sahil güvenlik botları döndü durdu.
Yerel haber kaynaklarından ancak ikinci gün gerçeği öğrenebildik. Üç hafta önce Cezayir'den İspanya'ya gelmeye çalışan bir mülteci gemisi batmış. Teknede onlarca belki de yüzlerce kişi varmış. Kayıpların cesetleri bulunamamış. İşte o mültecilerden bir anne, bebeği ve babanın bedenleri vurmuş İspanya kıyısına. Turistler rahatsız olmasın diye de onları denizden çıkarmışlar.
Kalan bedenlerin ne kadar sonra ortaya çıkacağı bilinmiyor. Ama İspanya seçim öncesi bir kriz daha yaşamasın diye haberi de sadece yerelde gördüler. Çünkü bu olayı yaşandığı hafta İspanya'da 'aşırı' sağın 'aşırı' yükselişinin beklendiği genel seçimler olacaktı. Ve aşırı sağ tabii ki mülteci karşıtlığı üzerine kurmuştu seçim kampanyasını.
Neyse, plajda denize girenleri çıkardılar ve hayat devam etti. Cezayir'den kaçanların bedenleri ise morga götürüldü. Aynı gün turislter o ölü denizine geri döndüler, 'dönebildiler'.
YÜZEN MÜLTECİ KAMPI
Tüm bunlar olurken, İngiltere kendisine sığınma başvurusunda bulunan mültecileri yerleştirmek için koca bir gemi inşa etti. Karada yer kalmamış o yüzden de denizde 'depolayacakmış' insanlar. 500 ailenin barınabileceği koca gemi tam bir hapishane. 500 konteyner evden oluşuyor. Mülteciler, başvurularının değerlendirilmesi sürecinde burada bekletileceklermiş. İngiltere Ulaşım Bakanı Richard Holden, gelen 'hapishane' eleştirileri sonrasında yüzen kampın aslında ev ofis rahatlığında bir yer olacağını ve yaz aylarının sonunu beklemeden ilk mültecilerin taşınabileceklerini açıkladı.
Bakan, The Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, mültecilerin yüzen kamptan 'gerektiği zaman' Portland kıyısına çıkabilcekleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilceklerini de belirtti.
Hatta eski bir İngiliz mahkumu televizyona çıkarıp 'burası otel gibi' bile dedirttiler.
İşte bizim gün geçtikçe kaybettiğimiz insanlığımızdan üç örnek...
Bu arada Türkiye'nin hemen doğusunda Azerbaycan tarafından bloke edilen Laçin koridoru sebebiyle yemekten, sağlıktan ve her türlü ihtiyacı karşılamaktan alıkonulan 120 bin insan, bir insanlık krizi yaşıyor.
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın Le Monde gazetesine yazdığı makalede dediği gibi, artık uluslararası raporlarda 'soykırım tehlikesi' demeye gerek yok, Karabağ'da 120 bin Ermeni için 'soykırım süreci' başladı bile.
Soykırımcı ise Azerbaycan.
Sessiz kalan ise dünya...
Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidi
.