Yetvart Danzikyan
Yargı reformu, 14 Temmuz, 15 Temmuz
Cumhuriyet gazetesi davasında 5 yılın altında hapis cezasına mahkûm edilen ve mahkûmiyet kararı onanan eski yazar ve yöneticiler Güray Öz, Önder Çelik, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör ve Emre İper 25 Nisan'da yeniden cezaevine girdi, bilindiği üzere.
Bu mahkumiyet kararlarının onanmasındaki hukuk dışılık bir yana, bir de yepyeni bir meselemiz var. İktidarın geçtiğimiz aylarda alay-ı vala ile ilan ettiği Yargı Reformu paketi vardı hatırlayacaksınız. Paket ilan edildi edilmesine ama aylardır bir gelişme yok. Meclis tatile girmek üzere.
Dışarıdaki Gazeteciler Platformu da bunun üzerine "Meclis yargı reformunu çıkarmadan tatile girerse, gazeteciler aylarca hapiste kalacak" notuyla bir video paylaştı.
Platform hapiste olan Cumhuriyet gazetesinin eski yazar ve yöneticilerinin eğer bu reform yasalaşmazsa aylarca boş yere hapis yatacakarını söylüyor ve Meclis’e sesleniyor: Reformu çıkarmadan tatile gitmeyin. Haklı bir sesleniş elbette.
Ancak öte yandan TBMM’nin programına baktığımızda bu ne yazık ki pek de mümkün görünmüyor. TBMM önümüzdeki cuma günü tatile girecek ve Ekim’de geri dönülecek. Cuma gününe kadar ise bir torba yasa var görüşülmesi gereken. Kaldı ki Yargı Reformu’nun yasalaşması için çoktan komisyona gelmiş olması, görüşmelerin yapılmış olması gerekiyordu. Bu Cumaya kadar bu, pek olası gözükmüyor.
Bu tablo içinde CHP Parti Meclisi üyesi ve hukukçu İlhan Cihaner bir öneride bulundu. "Aynı suçtan yargılananlardan 5 yıldan az ceza alanların cezaevine girdiği, fazla ceza alanların ise temyize gidebildiği ‘ucube’ uygulamayı düzeltmek için Yargı Reformunu (!) beklemeye gerek yok. TBMM’de bir günlük iş. Bu saçmalığı düzeltip öyle gidin" dedi Cihaner. Bu da bir formül ve neden uygulanmasın? Ancak öyle görünüyor ki AKP’li vekillerin ve AKP’nin böyle bir inisiyatifi yok. Reform cumhurbaşkanı tarafından açıklanmış olsa bile. Önümüzdeki günlerde MR’ı, röntgeni, ultrasonografisi çekilecek olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi böyle şeyleri tek kişiye, onun iki dudağı arasına bağlıyor. Ancak yine de gayreti sürdürmekte TBMM'ye çağrıları çoğaltmakta fayda var. Sonuçta aylarca boş yere hapis yatacak insanlar var.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi demişken. Yarın bu sistemin meşruiyet kazanmasına da vesile olan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin 3. yıldönümü. Bu uğursuz girişim, Hükümet’e bir OHAL rejimi kurma ve bu rejim içinde çok sayıda hukuksuz tasarrufta bulunma yolu da açtı. Yani o vakitler de dikkat çektiğimiz gibi girişim başarısız oldu ama, bizim bu kez de başka bir darbe rejimimiz oldu. Ve bu rejim içinde binlerce insan işinden oldu, hapse atıldı, türlü zorluklar yaşadı, yaşıyor. Ve bu hukuk dışı uygulamalar azalacağına sanki çoğalmış vaziyette. Aylardır insanlar, yakınlarının siyah trasporterlarla kaçırıldığını, işkenceye maruz kaldıklarını söylüyor. Bu ailelerin yakınları geçtiğimiz hafta Cumartesi Anneleri ile birlikte basın açıklamasına katıldılar
Cumartesi Anneleri de yaptıkları açıklamada ailelere destek verdiler ve şunları söylediler: "Bir daha hiç kimsenin kaybedilmemesi için mücadele ediyoruz. Bu insanlığa karşı suçun bir daha asla tekrarlanması için mücadele ediyoruz. Gizli gözaltı merkezleri, işkence ve kayıp iddiaları için derin endişe içindeyiz. Zorla kaçırma ve kaçırılma, kişinin akıbetini gizleme, gözaltında kaybedilmenin ilk adımıdır. Biz sessiz kalmayacağız. Herkes için her yerde insan haklarını talep edeceğiz. 745’inci haftamızda Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek’in akıbetini soruyoruz."
***
Temmuz Türkiye’nin boğucu bir ayı. Anmalar, yıldönümleri... 2 Temmuz’daki Sivas Katliamı ve hemen peşine gelen Başbağlar Katliamı ile başlayan bu ayın içinde bir de 14 Temmuz var. 14 Temmuz 1982. Yani Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm oruçlarının başladığı tarih. Bu tarihin anlamını izninizle 7 yıl önce Radikal’in internet sitesinde yazdığım yazıdan aldığım bir bölümle anlatayım:
"Çoğunuzun bildiği gibi 14 Temmuz 1982, Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm oruçlarının başladığı tarihtir. Ancak biraz daha ayrıntılı hatırlayabiliriz o dönemi. Diyarbakır Cezaevi’nde 12 Eylül darbecileri tarafından uygulanan vahşet, artık hepinizin malumu. 21 Mart 1982’de Mazlum Doğan’ın dava arkadaşlarına üç kibrit çöpü gösterdikten sonra intihar ettiğini de muhtemelen çoğunuz biliyorsunuz. Mazlum Doğan’ın intiharının ardından Dörtler’in, yani Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in kaldıkları koğuşta kendilerini ateşe vermeleri de bilinir. Ancak tüm bu eylemlere rağmen Cezaevi yönetiminin işkenceye devam etmesi ve mahkumlara mahkemelerde siyasi savunma hakkı tanınmayışı, ölüm orucu fikrini doğurur. Eylemi başlatan Mehmet Hayri Durmuş’tur. Eylem sonucunda Durmuş ile birlikte Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yaşamlarını feda etmişlerdir.
Kararın alındığı duruşmayı da hatırlamakta fayda var. Özgür Gündem gazetesine konuşan eski tutuklulardan İsmail Kino’nun anlatımına göre Durmuş mahkemede 'Biz sizden bir şey istemiyoruz. Sadece siyasi savunmamız için kağıt ve kalem istiyoruz' demekteydi. Ancak bu kağıt ve kalemin bile çok görülmesi üzerine Durmuş ve arkadaşları ölüm orucuna başladıklarını mahkemede ilan ederler. Mahkemenin asker olan hakimi 'Hayır Hayri, yapma, vereceğiz kağıt ve kalemi' diyor ama Durmuş’un cevabı net. 'Artık çok geç. Veremezsiniz siz. Sizin evet ve hayırlarınızla hareket etmem. Taleplerimizi canımızı ortaya koyarak alacağız' diyor Durmuş. 14 Temmuz’un seçilmesi ise Bastille zindanının basıldığı günden mülhem. 14 Temmuz böyle bir gün işte." (Radikal internet sitesi, 16 Temmuz 2012, "Neden 14 Temmuz, Neden Has Parti, Neden Leyla Zana?")
Temmuz da böyle bir ay işte. Tarihimiz ağır, yüzleşmemiz gereken meselelerimiz epey fazla.