Aysuda Kölemen
Yaşasın hayat*
20’li yaşlarda, makyaj kanalı olan Alman bir Youtube fenomeni; sonra aynı yaşlarda, bilgisayar oyunu kanalı olan bir çocuk; sonra spor videoları çeken bir genç; ardı ardına sosyal medya fenomeni gençler konuşuyor videoda. Konu makyaj, spor, müzik, ya da video oyunları değil. Çok başka bir dertleri var. Kendi kendilerine organize olmuş, milyonlarca takipçiye sesleniyor, hani şu, "serseri, boş" diye etiketlenen fenomenler. Başlattıkları kampanyanın bir hedefi var, siyasetçilere önemli bir mesaj göndermek: Küresel iklim krizi bizi yok edecek ve bunu durdurmak için çalışmaya başlamazsanız, biz gençler size oy vermeyeceğiz. Basında çok yer bulmuyor ama bunun çok büyük bir değişimin habercisi olduğu açık. Gençler Alman tarihinde görülmemiş şekilde oy veriyor o seçimlerde. En büyük, en eski merkez partileri tamamen reddediyorlar. Yeşil Parti şahlanıyor. Gençler başlarını "nasıl olsa durum iyice kötüleşmeden biz ölürüz" diyen nesiller gibi kuma gömemiyor.
Alexandria Ocasio-Cortez, henüz 27 yaşında Bronx’ta bir barda çalışırken, abisinin önerisiyle yaşadığı bölgeden milletvekili aday adayı olmaya karar veriyor. Genç, Latina, barda çalışan, kimsenin tanımadığı, partiyle ilgisi olmayan ve kendine Sosyalist diyen bir kadının partinin önemli milletvekillerinden birini yerinden edebileceğine kimse inanmıyor ilk başta ama Cortez inanılmaz bir kampanya yürüterek, ev ev dolaşıp, neden aday olduğunu anlatarak kazanıyor. Cortez’in bir derdi var. Ben niye topuklarım sızlayana kadar çalışıp, kiramı ödeyecek kadar parayı zor kazanıyorum diye soruyor. Bu düzen adil mi? Ülkenin yarısını büyülüyor, yarısını nefret ettiriyor. Ama hiç susmuyor. Gençliğini ve tecrübesizliğini işaret edenlere, barda çalışmasıyla dalga geçenlere, yıllardır işçi olarak çalıştığı için gurur duyduğunu ve halkın dertlerini o kerli ferli siyasetçilerden çok daha iyi bildiğini tekrar ediyor. Amerika için yeni bir plan öneriyor: Yeni Yeşil Anlaşma. Yeşil ve adil bir ekonomi yaratmak için büyük yatırımlardan, köklü değişikliklerden bahsediyor. Buna imkanımız yok diyenlere, bunu yapmama imkanımızın olmadığını, yok oluşun geri dönülmez olmasına 12 sene kaldığını söylüyor bilim insanlarının uyarılarına referans vererek.
Sağ popülist lider Trump, iki senelik bir milletvekili olan Cortez’le uğraşıyor devamlı. Rakibi imişçesine dalga geçiyor, aşağılıyor, radikallikle suçluyor. Trump mültecilere, göçmenlere, azınlıklara, kadınlara, yargıya, üniversitelere ve laikliğe saldırarak, Amerika’yı eskisi gibi beyaz erkeklerin hüküm sürdüğü bir ülke yapma sözü veriyor. Neredeyse birer ülke büyüklüğündeki ulusal parkları peşkeş çekiyor, korunan hayvan türlerinin korumasını kaldırıyor, otomobil sanayisi istemediği halde, otomobil imalatında karbon sınırlarını yükseltiyor, el değmemiş doğa alanlarında gaz ve petrol aratıyor, musluklardan zehirli su akıyor. Kasırgalar her sene daha da kötüleşiyor, aşırı sıcak ve aşırı soğuklar hasatları mahvediyor, Florida’da şehirleri su basıyor. Bunlara itiraz etmeyi radikallık olarak damgalıyor. Ama olsun, Amerika "tekrar büyük" olacak.
Dünyanın en büyük, en çok çeşitlilik içeren demokrasisi Hindistan’ın sağ popülist başkanı Modi, Hindistan Hindulara aittir diyor. Ülkesindeki 200 milyon kişilik Müslüman azınlığa ve dokunulmazlar olarak da anılan alt sınıf Dalitlere karşı halkı kışkırtarak oy topluyor. Tarihte görülmemiş bir çoğunlukla, dünyanın en büyük demokrasisini yıllarca koalisyonlarla yöneten Kongre Partisi’ni ezip geçiyor. Yargıya, üniversitelere, kadınlara, azınlıklara, laik kurumlara nefret kusuyor. Hindistan’ın 1 milyardan fazla olan nüfusunu daha da arttırarak ülkeyi güçlendireceğini söylüyor. Hindistan’ın ve dünyanın en kalabalık şehirlerinden birisi olan Chennai’de içecek su bulunamıyor 2019’un Temmuz ayında. Hindistan’da iklim kriziyle artan kuraklıklar ve yabancı tohumlar nedeniyle iflas eden yüzlerce küçük çiftçi intihar ediyor. Nehirler lağım gibi akıyor, Yeni Delhi’de hava solunamayacak kadar kirli. Ama olsun, Hindistan Hinduların.
Brezilya’nın yeni sağ popülist başkanı, göreve başlar başlamaz gazetecilere, LGBT insanlara ve üniversitelere saldırıyor. Dünyanın ciğerleri denilen Amazonları geçen senekinin 3 katı hızla yok etmeye başlıyor. Bunu kamuya açıklayan bürokratı kovuyor. Amazonlar yok olacak. Yerine dünyanın et talebini karşılayacak danaları beslemek için ekilen soya tarlaları geliyor. Ama olsun. Brezilya çok güçlü bu pek "erkek" adamın önderliğinde.
Dünyanın en zengin 26 insanının sahip olduğu varlıklar, dünyanın en fakir 3.8 milyar insanının sahip olduklarıyla eşit. 26 kişi ve 3.8 milyar kişi. O zenginlerin bir tanesi, on binlerce fakir insan kadar zarar veriyor çevreye. Jet uçakları, dev yatları, boş duran düzinelerce evleri, bitmeyen tüketimleriyle, dünyamızı bizden çalıyorlar. O zenginler, Amazon’umuzu yiyip bitiren bu düzenin bekçileri. O zenginler, mültecileri yaratan kuraklıkları, açlığı, savaşları kolayca (evet, kolayca) durdurmaları mümkünken, o savaşlardan kar edip, daha da zenginleşmeyi ve bu düzeni ne pahasına olursa olsun devam ettirecekleri seçtirerek, zenginliklerini daha da garanti altına almayı tercih ediyor. O zenginler iklim krizinin de, demokrasi krizinin de temelinde gelir adaletsizliğinin -yani kendilerinin- olduğunu biliyor ve o nedenle azınlıkları, göçmenleri, kadınları hedef göstererek, gerçek suçluları gizleyen ve koruyan siyasetçileri destekliyor. Çok zengin bir grup insanın, bilim insanlarını bir toplantıya çağırdığı duyuluyor. İklim krizi dönülemez boyuta ulaştığında, kendilerine kaleler kurup, halktan korunarak yaşayabilirler miymiş, bunu konuşmak istiyorlar bilim insanlarıyla. Karşı karşıya olduğumuz böyle bir düşmanlık, böyle bir ihanet ama vatan-millet diye bağıran siyasetçilerin arkasına gizleniyor.
"Yokoluş İsyanı" göstericileri Londra’nın merkezinde hayatı durduruyor 2018 Kasım’ında. 2019 Ekim’inde ise dünya çapında harekete geçmeyi planlıyorlar, büyük şehirlerde hayatı sekteye uğratmak için. Bireysel çabalarınız yetersiz. Dünya yok oluyor, ya hep beraber hareket edip kurtulacağız, ya da hep beraber yok olacağız. Çocuklarımızı öldürecekler. Savaşlar çıkacak. Milyarlarca insan mülteci olacak. Ölüm karşısında bile bir araya gelemeyecek miyiz? Bunları bağırıyorlar. "Ne ayıp" diye yorum yapıyor pek çok kişi, "Bu eylemler trafiği aksatıyor." Ah ne kadar da kaba.
İklim krizi, var oluş krizidir. Yok oluş karşısında korkmak, öfkelenmek, mücadele etmek, haykırmak radikal değildir. Öfkelenin ama doğru yere yöneltin öfkenizi. Parlak, sarı bir maden için ormanınızı yok edenler, çok yakında üstünde yaşadığınız her karış toprağı çöle çevirecekler. Haberiniz yok, uzak sanıyorsunuz çünkü medya yok oluşun başladığını anlatan dev haberlere ancak arka sayfalarda yer veriyor. Çaresizlik hakkınız yok. Tek çare her şehirde, her ülkede yasa ve regülasyonları kökten değiştirmek için toplu mücadele etmek. Yeni ve yeşil bir ekonomiye geçmemiz lazım. O yasalar geçmesin, uluslararası anlaşmalar imzalanmasın diye çok büyük kavgalar edecek o çok zenginler. Suçlu olarak hep garibanları gösterecekler, çoğunluk buna inanacak. Yalanlarla, parayla, güçle boğuşacağız.
Karşımızda görünür bir düşman yok. Aksine, çok cazip ve görünmez bir düşman var. Bizi kendi nefsimizle alt eden, rahatımıza olan düşkünlüğümüzü, rehavetimizi silah olarak kullanan seri katiller onlar. Bir kuruş kaybetmemek için, dünyayı ve çocuklarımızı ölmeye bırakmaya hazırlar. Tek güvendikleri bizim hareketsizliğimiz. Çocuklarımızı rahatımız kadar, yeni kıyafetlerimiz kadar, seyahatlerimiz kadar sevmediğimizden eminler. Belki de haklılar. Galiba haklılar. Ama değillerse, toplu intiharın kıyısından dönebilirsek eğer, birkaç şehir şu altında kalsa da, bazı ülkeler çölleşse de, insanlık yok olmaktan kurtulacak. Dünya savaşları, yaygın kuraklık, hastalık, dev göç hareketleri engellenebilecek. Yaşlandığımızda, hala yiyecek ekmek ve domates bulabileceğiz. Bu mücadeleye katılmamak kıyamete ortaklıktır. Berlin ve Kaz Dağları’ndaki eylemciler arasında, Kanada’dan Brezilya’ya yerli halklar arasında, Mersin’den, Uttar Pradesh’e çiftçiler arasında ise kıyamete karşı bir ortaklık kuruluyor. Ya insanlığın tarafındasınız, ya kıyametin. Mücadele etmekten başka ahlaklı bir seçim yok.
*Yazının başlığının esin kaynağı gençlerin haklarını savunan Yüzde 52 hareketidir. Bu anlattığım küresel hareketin Türkiye’deki erkenci bir karşılığıydı onlar.