Yeni bir anayasa için birlikte çalışmak...
1982 Anayasasından farklı, demokrat, çoğulcu 'toplumsal sözleşme' niteliğinde ortak bir anayasa hazırlığı, 16 Nisan'daki demokrasi güçlerini bir arada tutabilir, giderek çoğaltabilir.
16 Nisan halk oylamasından ortaya bıçak sırtında bir sonuç çıktı. YSK'nın -doğruluğu kuşkulu- açıklaması veri kabul edilse bile, ortada yarı yarıya bir durum var. Toplumun en az %50'si dayatılan anayasa değişikliklerini kabul etmedi.
Bu sonuç çok önemli; çünkü anayasa değişikliklerini kabul etmeyen %50 aslında mevcut Anayasa'yı da içtenlikle benimsiyor, savunuyor değil. Sadece getirilen değişikliklerin, var olandan daha da kötü bir durum ortaya çıkaracağı kaygısıyla toplumun yarısı bu değişikliğe 'hayır!' dedi.
Ortada 1982 Anayasasından daha mükemmel bir anayasa olsa, yahut değişikliklere karşı çıkanlar mükemmel bir alternatif öneri sunmuş olsa, karşı oyların daha da artması güçlü bir olasılık olarak görülüyor.
Ne yazık ki, geride bıraktığımız süreçte -iktidarı ve muhalefetiyle- Türkiye siyaseti 1982 Anayasasından bütünüyle farklı, demokrat, çoğulcu bir seçenek ortaya koymayı başaramadı.
Şimdi karşı karşıya bulunduğumuz süreçte böyle bir anayasa hazırlığı, 16 Nisan'da 'hayır!' diyen kitleyi birarada tutabilecek tek yöntem olarak öne çıkıyor.
16 Nisan, görülmedik iktidar baskı ve imkanlarına karşı, bir yenilgi değil, aslında bir başarıdır. Burada bir başarısızlık varsa, bunun sorumluluğu sandığa giren yurttaş iradesine sahip çıkamayanlara aittir.
Şimdi sorun, kendiliğinden bir demokrasi savunusu bilinciyle davranan farklı kitleleri ortak bir hedefte bir arada tutmak, dağılmasını engellemek, giderek çoğalmasını sağlamaktır.
Bu birliktelik, bu günden bir takım aday isimleri telaffuz etmekle, bazı isimler çevresinde kümelenmek ve kamuoyu oluşturmaya çalışmakla sağlanamaz. Böyle yapıldığı takdirde konu bireyselleşir, kişiler yıpratılır ve farklılıkların birlikteliği yerine yeniden ayrışmasına yol açılır.
Yapılması gereken, 16 Nisan'da 'hayır!' diyen farklı toplum kesimlerini bir arada tutacak ortak bir 'imece'yi başlatmaktır. Bu imecenin konusu devletin yeniden yapılandırılması olmalıdır. Çünkü, özellikle son beş yılda yaşananlar, devletin kurumsal yapılarının yeterince oluşmadığını, oluştuğunu sandıklarımızın da gerçekte erginleşemediğini acı deneylerle kanıtladı.
Devletin yeniden yapılanmasını sağlayacak ortak çabanın esası yeni bir anayasa önerisinde uzlaşmaktır. Çünkü 'ana yasa', devletin organlarının işleyişini ve yurttaşların devlet karşısındaki konumunu belirleyen temel yasadır.
16 Nisan'da demokrasi dışı sürüklenişe karşı çıkmış tüm partiler, sivil örgütler, meslek kuruluşları ve bağımsız yurttaş toplulukları böyle ortak bir çabaya katkı yapabilir. Böylelikle Türkiye, 1982'den bu yana bir türlü başaramadığı yeni- demokrat- özgürlükçü-eşitlikçi bir anayasa yapmak yolunda önemli bir güç birliği sağlayabilir, önemli bir adım atabilir.
Böyle ortak bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkacak olan hukuk metni, Türkiye'de alışılmış ana-yasa kavramının bir adım ötesine taşacak, bir anlamda ilk kez bir "toplumsal sözleşme" (içtimai mukavele/ social contrac) niteliği taşıyacaktır.
2019'da (veya daha önce) yapılacak olan seçimde, bugünkü yapıya karşı karşı tüm partiler böyle bir 'sosyal sözleşme' metni çevresinde bir kampanya sürdürdükleri takdirde yeni bir ortak zemin elde etmiş olacaklardır. Bu ortak zemin, insan haklarına ve evrensel hukuka dayalı demokrat devlet vaadi, bugün % 50 olduğu varsayılan kitleyi sadece birarada tutmakla kalmayacak, çoğaltacaktır.
Gelecek seçimin Cumhurbaşkanı adayı da, -kendinde keramet gören bir politikacı değil- bu ortak emeğin içinden gelen ve farklı toplum kesimlerinin içine sinen 'demokrat' bir isim olduğu oranda başarıya güç katacaktır.