Doğan Özgüden
Yenikapı ruhu değil, Deniz'ler enternasyonalizmi!
İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği bilmem kaçıncı toplu cinayetten sonra Türkiye 15 Temmuz çakma darbesinin ardından olduğu gibi şimdi de yeni bir travma yaşıyor. Bu ikinci travmayı tedavi etmenin tek çaresi de Tayyip kumpanyası tarafından daha önce de başarıyla denenmiş Yenikapı Ruhu!
Gazetelerin birinci sayfalarında AKP, MHP ve de CHP'nin ortak bildirisi, CHP'li cumhurbaşkanı adayı "gariban" Muharrem İnce'nin "Filistin konusunda Erdoğan'ın yanındayım" demeci ve de Erdoğan'ın yarınki cuma günü Yenikapı Meydanı'nda "Kudüs Mitingi"ne çağrısı…
Ruh çağırmanın ardındaki kirli hesabı HDP eş genel başkanı Sezai Temelli Meclis'teki grup toplantısında çok iyi ortaya koyuyor: "Filistin halkıyla dayanışma değil, bu sorunu seçim malzemesi yapma aklı çalışıyor. Sur’da, Cizre’de bu aklı gördük, Efrin’de bu aklı gördük. Şimdi Filistin’de de aynı aklı görüyoruz. Mavi Marmara unutulmuş gibi, İsrail Hükümeti'yle yapılan anlaşmalar unutulmuş gibi… AKP iktidarı kadar fazla anlaşma yapan hükümet yok tarihte, yine Yenikapı’ya miting çağrısı yapılıyor. Biz Yenikapı mitinglerinin neye mal olduğunu çok iyi biliyoruz."
Sadece AKP iktidarı mı? Filistin meselesinde Türk Devleti'nin tutumu, başında hangi iktidar bulunursa bulunsun, hep ABD güdümlü, ikiyüzlü ve çoğunca da teslimiyetçi olagelmedi mi?
Türkiye-İsrail ilişkilerinin 70 yıllık kronolojisini gözden geçirirken 47 yıl öncesine ilişkin bir sayfa beni yıllarca öncesine götürdü.
17 Mayıs 1971… 12 Mart cuntasının sol güçlere karşı başlattığı insan avı tüm vahşetiyle sürüyor. Biz sürgüne çıkalı bir hafta dahi dolmamış, kaçak olarak Belçika'nın Anvers kentindeyiz…
İlaç almak için girdiğimiz bir eczanede Flaman radyosu Türkiye ve Elrom adlarının sık sık geçtiği bir haber vermeye başlıyor. Ne olduğunu ancak akşam direnişçi arkadaşımız Mekin'le buluştuğumuzda öğrenebiliyoruz. İstanbul’da İsrail Başkonsolosu Elrom kaçırılmış...
Türkiye’deki sıkıyönetimin baskıları, tutuklamalar Avrupa medyasında o güne kadar doğru dürüst yer almazken, Elrom olayı gazetelerin birinci sayfalarında, radyo ve televizyonların haber bültenlerinin başında veriliyor.
Türkiye'deki baskıları Belçika medyasına ve insan hakları örgütlerine yansıtabilmek için 22 Mayıs 1971 sabahı Belçika Radyo Televizyonu (RTB)'de çalışan bir meslekdaşın Brüksel'deki evine gidiyoruz. Gençlik yıllarında Fransa’dayken eşiyle birlikte Cezayir direnişçilerine çok destek olmuşlar. Her ikisi de bir süre Pekin Radyosu’nun Fransızca yayın servisinde profesyonel olarak çalışmışlar. Daha önce ziyaret etmiş oldukları Türkiye konusunda da son derece duyarlılar…
Tam da kendilerine Türkiye’deki gelişmelerle ilgili bilgi verirken, Belçika Radyosu Türkiye’de beş gün önce kaçırılan İsrail Başkonsolosu Elrom’un kendisini kaçıranlar tarafından öldürüldüğünü duyurmaya başlıyor. Bizim geçmişimizi tam bilmedikleri için bu haber kendilerini ürkütebilir, hattâ ev sahibesi musevi kökenli olduğu için bizleri kapıdışarı edebilirler. Hayır, bu habere rağmen, Türkiye’deki anti-faşist mücadeleye destek olacaklarını, ihtiyaç duyduğumuzda evlerinde kalabileceğimizi söylüyorlar.
Bir süre sonra bize Türkiye'den gönderilmiş bir tomar gazete geliyor. Tüm gazetelerde 23 Mayıs’ta yapılan genel aramanın ayrıntıları ve fotoğrafları... Yakalananlar arasında Türkiye'de birlikte mücadele verdiğimiz arkadaşlar da var… Fotoğraflar ve medyanın bu arkadaşlara karşı kullandığı aşağılayıcı ifadeler İnci’ye öylesine dokunuyor ki, birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Sonra büyük bir öfkeyle "Buralarda vakit kaybetmenin anlamı yok," diye isyan ediyor. "Boğulacaksak büyük denizde boğulalım. Bir an önce Paris’e gidelim. Türkiye’de olup bitenleri daha geniş çevrelere iletmek lazım…"
10 ay kadar sonra Paris… Demokratik Direniş Hareketi'ni örgütlediğimiz günler… Başbakan Nihat Erim 19 Mart 1972'de Paris’i ziyaret edeceği için Fransız medyasında Türkiye’den daha fazla bahsedilir olmuş, ama iki ülke arasındaki ekonomik ve askeri ilişkilere ağırlık verilirken giderek yoğunlaşan insan hakları ihlallerinden pek söz edilmiyor.
Bilgi vermek için arka arkaya gazeteleri ziyaret ediyoruz. Ünlü Nouvel Observateur'deyiz. Derginin yönetmeni Jean Daniel bizimle görüşmeye başlar başlamaz doğrudan soruyor: "Siz terörist misiniz?"
"O da nereden çıktı? Biz de sizin gibi gazeteciyiz ve ülkemizdeki insan hakları ihlallerini anlatmak için buradayız," diye yanıtlıyoruz.
"Kusura bakmayın, diyor, ama İsrail Başkonsolosu’nun kaçırılıp öldürüldüğü bir ülkede sapla saman karışabilir. Elrom’u kaçıran grubun Paris’te bağlantıları olduğu söyleniyor da…"
Çeşitli Avrupa ülkelerinde yürüttüğümüz tüm çalışmalarda, ABD destekli İsrail Devleti tarafından güdümlendirilen siyonist lobinin, sadece bu Elrom olayını değil, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan gibi efsaneleşmiş devrimcilerin bizzat Filistin gerillası saflarında yer almış olmasını, Türkiye sol hareketinin bütün bileşenleriyle hep Filistin halkıyla dayanışma içinde olmasını da anti-faşist direnişimizin karşısına bir engel olarak çıkarttıklarına defalarca tanık olduk.
Buna rağmen Türkiyeli sosyalist gazeteciler olarak Filistin halkıyla hep dayanışma içinde olduğumuzu, sürgünde debu dayanışmayı sürdüreceğimizi her konuşmada dile getirdik.
Daha önceki yazılarımdan birinde de yazmıştım.
Örneğin İsrail'in "vadedilmiş topraklar"ı büyük ölçüde fethetmesiyle sonuçlanan Haziran 1967'deki Arap-İsrail Savaşı karşısında Demirel iktidarı sessiz kalırken, İstanbul'daki devrimci gençlik örgütleri Arap ülkelerini desteklediklerini ilan ediyor, "Çünkü bu savaş, yoksul Arap ülkelerinin saldırgan İsrail'e karşı bağımsızlık savaşıdır. Türkiye'deki ABD üs ve tesisleri Arap ülkelerine karşı kullanılmamalıdır" diyordu.
Savaş sonrası yayınladığımız 13 Haziran 1967 tarihli Ant Dergisi'nde bu savaşın ardındaki kirli hesapları ortaya koyduktan sonra şu saptamayı yapmıştık: "Ortadoğu politikada Vietnam'laştı"
ABD emperyalizminin emir kulu müslüman ülkelerin Filistin halkına ihanetlerini 1969 yılında Ant'ın yayınladığı Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi lideri Nayif Havatme'nin Filistin'de halk savaşı ve Ortadoğu adlı kitabı açıkça ortaya koyuyordu.
O günlerde Ant'ın bürosu tüm devrimci gençler gibi İstanbul üniversitelerinde eğitim görmekte olan Filistinli gençlerin uğrak yerlerindendi… Getirdikleri İngilizce bildirilerin Türkçeleştirilmesine destek oluyor, onlarla birlikte İranlı, Kıbrıslı, Kürt, Arap gençlerinin katıldığı açık oturumlar düzenliyor, tüm Ortadoğu halklarının emperyalizmin prangasından tam kurtulabilmesi için bir Ortadoğu Devrimci Çemberi'nin nasıl oluşturulabileceğini tartışıyorduk.
Evet, Filistin halkıyla Türkiye canibinden tek gerçek dayanışma, 60'lı yılların sonlarında devrimci gençliğimizden ve sol örgütlerimizden gelmişti. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi birçok genç devrimci illegal yollardan Filistin'e giderek gerilla saflarında savaşmışlardı.
Gerçekten de o yıllarda Demirel iktidarı Filistin halkına destek vermek şöyle dursun, Filistin halkıyla dayanışmadaki devrimcileri avlamakla, dahası İsrail'in koruyucusu ABD emperyalizmine karşı direnen işçilerin, öğrencilerin yürüyüşlerine, toplantılarına "Kanlı Pazar" örneğinde olduğu gibi sopalı ve bıçaklı saldırılar düzenleyen ümmetçileri desteklemekle meşguldü.
Yusuf Arslan Ant Dergisi'nin 24 Şubat 1970 tarihli sayısında yayınladığımız "El-Fetih'e niçin gittim?" başlıklı yazısında şöyle diyordu:
"Günümüz koşullarında, özellikle emperyalizmin bir sıcak savaş bölgesi haline getirdiği Ortadoğu'da da bütün halkların, Türkiye, İran, Arap, Kıbrıs, Kürt halklarının bir antiemperyalist cephe kurmaları, Ortadoğu Devrimci Çemberi'ni oluşturmaları, emperyalizme karşı kahredici darbenin indirilmesinin başlıca şartlarından biridir. Bu yüzden Ortadoğu'da senelerden beri verilmekte olan devrimci kavganın pratiğinden geçmek ve ezilen Arap halklarının kurtuluş mücadelesine bir nefer olarak katkıda bulunmak için El Feth'e gittim."
1 Şubat 1970'de Filistin dönüşü jandarmalar tarafından yakalanan ve 150 saat işkenceye tabi tutulan Hüseyin İnan ve arkadaşları da Ant'a gönderdikleri mesajda şöyle diyorlardı:
"İşbirlikçi iktidar, Arap halklarının haklı mücadelesi için gittiğimiz Filistin'e ardımızdan ajanlarını göndermiştir. Yurda dönüşümüzde bizleri ustaca hazırlanmış tertiplerle yakalatıp bizi kamuoyuna 'sabotajcı', 'kiralık ajanlar' olarak tanıtmaya çalışmıştır."
Bâbıâli medyası ve TRT, polisin ortaya attığı yalanları esas alarak bu gençlere "Filistin'de eğitilmiş teröristler suçüstü yakalandı" yaygarasıyla saldırıyordu.
Bunun üzerine 10 Şubat 1970 tarihli Ant'ta devrimci gençleri savunan bir başyazı yazarak sormuştum:
"1950'lerde Amerikan emperyalizminin Uzakdoğu'daki çıkarlarını savunmak için Kore halkına karşı savaşmak üzere binlerce kilometre öteye onbinlerce asker gönderenlerin, yeryüzünün en haklı savaşlarından birini veren Arap halkına yandaş çıkanları suçlamağa hakları var mıdır?"
Filistin konusunda tavrımız bu olduğu için sadece Türkiye'de değil, sürgün olduğumuz ülkelerde de sürekli engellemelerle karşılaşmamızın şaşırtıcı yanı yoktu.
Buna sadece kendi sorunlarımızla boğuşurken değil, diğer Türkiyeli sürgünlere dayanışma gösterirken de tanık olduk.
Doğu Perinçek'in başını çektiği Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) 1970-73 yıllarında Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi‘yle bağlantı kurarak birçok militanını gerilla eğitimi görmek üzere Filistin’e göndermişti. Gidenler arasında TİP’ten ve Basın-İş Sendikası’ndan tanıdığım ve çalışmalarını çok takdir ettiğim Bora Gözen de vardı.
21 Şubat 1973’te Mossad-MİT işbirliğiyle Filistin gerilla kamplarına yapılan bir saldırıda başta Merkez Komitesi üyesi Bora Gözen olmak üzere bazı TİİKP üyelerinin öldürüldüğü haberi geldi. Ardından da canlarını kurtarabilmiş olan partililerin Avrupa ülkelerine sığınma süreci başladı.
O sırada TİİKP’ye yakın isimlerden Yücel Sayman birkaç kez Brüksel’e gelerek başı dertte olan yoldaşlarına sahte pasaport sağlanması ya da iltica talep ederek legale çıkmaları konusunda yardım istemişti. İlk önce Belçika'da Ümit Ağca'nın, ardından da Hollanda'da Cengiz Çandar ve Melek Ulagay’ın iltica almalarına yardımcı olduk.
O süreçte Filistin'den gelenlerin çoğu Avrupa ülkelerinde sığınma almalarına siyonist lobinin engel olmasına meydan vermemek için hangi ülkeden geldiklerini gizlemek zorunda kalıyordu.
Tüm bu süreçte Tayyip çetesinin içinden çıktığı islamo-faşist hareket Filistin halkıyla dayanışma gösterenlerin her daim en azılı düşmanı ve de katili olageldi. HDP sözcülerinin dün Meclis'te dile getirdikleri gibi, katil İsrail Devleti'nin ekonomik, ticari, askeri ve diplomatik alanlarda en yakın işbirlikçilerinden biri oldu.
Şunu da unutmamak gerek…
Türkiye'deki tüm yönetimlerin sıkı işbirliği ve suç ortaklığı ettiği siyonizmin tüm kirli manevralarına ve baskılarına rağmen gerek İsrail'de, gerekse diğer ülkelerde İsrail Devleti'nin insanlık dışı uygulamalarına direnen ilerici ve demokrat Yahudilerin varlığı uluslararası barış ve demokrasi hareketinin en önemli ayaklarından biri olmaya devam ediyor.
Gazze katliamından sonra Tel-Aviv’de bir araya gelen binlerce İsrailli'nin "Başka bir savaş istemiyoruz", "Bu bir çözüm değil. Kimse bu durumdan dolayı daha güvende değil", "İşgale son, kuşatmaya son", "Gazze’yle dayanışma" sloganları atarak yürümesi büyük bir yiğitlik örneğidir.
Yakından tanık olduğumuz bir başka olay da Filistin'le her daim dayanışmada olan ünlü film rejisörü Ken Loach'a Brüksel Özgür Üniversitesi (ULB) tarafından 26 Nisan'da onur nişanı verilmesiydi… İsrail Devleti'ni destekleyen birçok Yahudi kuruluşu üniversite yönetiminin bu kararını şiddetle protesto ederken, Yahudi kökenli birçok saygıdeğer üniversite hocası ve de Belçika İlerici Yahudiler Birliği (UPJB) Loach'ın ödüllendirilmesine bildirilerle ve açık mektuplarla destek verdiler.
Bundan 26 yıl önce, Yahudi'lerin 1992'de İspanya'dan kovulmasının ve bir bölümünün beyin göçüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti'ne sığınmasının 500. yıldönümünü nedeniyle birçok ülkede olduğu gibi Belçika'da da Türk Devleti lehinde propaganda amaçlı bir dizi etkinlik düzenlemişti.
O yıl İnfo-Türk olarak Belçika İnsan Hakları Birliği (LDH), Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Karşıtı Hareket (MRAX), Belçika Laik Yahudiler Topluluğu Merkezi (CCLJ) ve Belçika İlerici Yahudiler Birliği (UPJB) ile birlikte Türkiye'den Jak ve Janet Esim'in Sefarad müzik grubunun da katıldığı, Türkiye'de etnik ve dinsel azınlıklara uygulanan baskıları ortaya koyan iki gece düzenlemiştik.
ULB direnişi de gösteriyor ki o damar hâlâ canlıdır, etkindir, sonuç alıcıdır.
İsrail Devleti'nin ırkçı ve katliamcı uygulamalarına karşı mücadelede belirleyici olan, HDP'nin vurguladığı gibi, bu olayları sırf seçim hesapları uğruna istismar edip el altından her türlü kirli ilişkiyi sürdüren Tayyip ve benzeri islamcı despotların göstermelik nutukları ve show'ları değil, Filistin-İsrail coğrafyasındaki ve de tüm dünyadaki demokrat, barışever insanların birlikte ardıcıl direnişidir, Deniz'ler enternasyonalizmidir.