Akın Olgun
Yenilgi, zafer, kanlı yastık (1)
Yenilgi de, kazanmak da sancılıdır. Kaotik dönemlerde yenilenler, nedenleri düşünür, kazananlar, gerçekte ne kazandığını. Kazanan da, yenilen de sorumluluğu omuzlarında hisseder.
Yenilenden hesabını sorma eğilimi, güce atfedilen büyük payelerin bir sonucudur. Seçimler de böyledir. Gücü elinde bulunduran, rakibini daha da dağıtmak için kışkırtır, yenilginin öfkesini yönlendirir ve böylece rakibi kendisine gelmeden tamamen yere sermeyi hedefler.
Buna teşne olanları arkadan besler, o teşneliğe gönüllü olanların yazısını, sözünü, cümlesini farklı kanallardan yayar. Çünkü bilir; “şüphe korkudan kuvvetlidir” Rakibiyle ilgili şüpheyi ne kadar yayar, yenilgiye duyulan öfkeyi ne kadar yönetebilirse, rakibinin siyasetini de o kadar kuşatmış olur.
Bu nedenle bir soruna nereden baktığımız, nasıl yorumladığımız, nasıl temellendirdiğimiz önemlidir.
Oysa küçük gördüğümüz kazanımlara, yetersiz saydığımız zaferlere borçluyuz aslında nefes alışverişimizi, her şeye rağmen gücü rahatsız edebilmemizi, her türlü baskıya rağmen bir arada durabilmemizi.
Eşitsiz bir savaşın ve orantısız bir şiddetin karşısında, ayakta kalabilmenin inadı hiç de az şey değil aslında. Kendimize haksızlık etmeyelim. Biz, devleti ele geçirmiş bir çeteyle ve tüm baskı araçlarını üzerimizde kullanan bir iktidarla kavga ediyoruz.
Kendimize dönüp bakmayalım, her şeyi bahanelerin arkasına atıp hiçbir şey yokmuş gibi davranalım demek değil elbette. Kaldı ki her yenilgide kendisine en acımasız, hatta en abartılı eleştirileri yapan bir siyasi kültürün içinden geliyoruz çoğumuz.
Oysa hepimizin ayağa kalkmak için ihtiyaç duyduğu dinamikler vardır. Ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır bu. İşte onu elimizden almalarına izin vermeden yapabilmeliyiz muhasebeyi. Mücadele bir ders çıkarma ve ilerleme sanatıysa, elbette iğneyi önce kendimize batırmak zorundayız.
Her yenilginin kurdu, çakalı, uluyanı, arkanızdan paçanıza yapışanı, çekiştireni, en zayıf anınızı kollayıp, kendi istediği siyasi pozisyona sürüklemek için kırk takla atanı, attıranı olur. Beladır hepsi ve elbette önce hep ayağınıza bakanlardır.
Bu nedenle biz yüz yüze olmayı, yüzleşmeyi dert ediniyoruz. “Dost acı söyler” sözünün “acı” kısmını, acıyı doğru tarif edip, hafifletmek için ifade ediyoruz.
İşte tam bu noktada 25 milyon insanın oyu çok ama çok kıymetlidir. İktidarı değiştirmeye yetmemiş olabilir lakin 25 milyon insan bir değişim talebinin en somut karşılığıdır. İktidarın elindeki tüm güce ve sınırsız olanaklara rağmen, iradesini ve inadını sandığa taşıyan bu 25 milyon, bir değişim isteğinin gücünü göstermektedir.
“Altı partinin birlikte kurduğu ittifakın oyu bu kadar mı olur kardeşim” diyen seslere, Cumhur İttifakı’nın kaç parçadan oluştuğunu işaret etmek ve neden buna ihtiyaç duyduğunu sormak hiç de yanlış olmayacaktır.
Erdoğan çok mu seviyor MHP’yi, Hüda-Par’ı, YRP’yi, BBP’yi, DSP’yi, Oğan’ı? İktidarını onlarla paylaşmak zorunda kalmasının Erdoğan için nasıl bir ağrı ve nasıl bir pranga olduğunu unutuyoruz sanki. Gücünü dağıttıkça güçlenmiyor Erdoğan, aksine ne kadar zayıf ve ne kadar kırılgan bir zeminde olduğunu gösteriyor bize.
Muhalefetin de kırılganlıkları var elbette ama böylesi bir sorunu yok. Daha en başından itibaren Millet ittifakı bir mutabakat etrafında toplanan, tek adam sistemine karşı parlamenter sistemi ve kuvvetler ayrılığı ilkesini temel alan bir ittifak olarak çıktı toplumun karşısına çünkü.
Kılıçdaroğlu bu anlayışın temsilcisi olarak 25 milyon seçmenin oyunu aldı. İttifak mutabakatına iktidarı baz alarak söylersek “ilerici”, sol muhalefetten bakarsak “geri”, Kürt siyaseti cephesinden bakarsak “yetersiz ve tutucu” görünmesine rağmen, değişim ve dönüşüm dinamiğinin sağlayacağı toplumsal etki hesaba katılarak desteklendi.
Değişim talebinin aktörü olmak, gelecek içinde var olmanın ötesinde, siyaset yapma kabiliyetinin de ortaya konulması demekti. İttifak bileşenlerinden çok, Kürt siyaseti, sol, sosyalistler ve demokrasi güçlerinin enerjisi sokaktaydı diyebiliriz ayrıca. İttifak bileşenlerinin her birinin oynadığı rol, etkileşimleri, sahada var olma biçimlerini küçümsemek için söylemiyorum bunu lakin sahada olmak ile değişim ruhunu yansıtmak arasında çok fak vardır ve tam olarak bu noktaya parmak basmak için kuruluyor bu cümle.
KILIÇDAROĞLU HAK ETTİĞİ ÖVGÜYÜ ALMALI
Kılıçdaroğlu’nun performansı bu yanıyla hak ettiği övgüyü almalı diye de düşünüyorum. Hem ittifakı bir arada tutma siyaseti, hem ittifak içi ayak oyunları, hem CHP’nin yerleşik statükoları, hem de sesini, soluğunu kesmek için iktidarın devlet eliyle yaptığı tüm yalan, dolan saldırılarına karşı dik durmayı elinden geldiğince başarmaya çalıştı. Klasik şekilde söylersek başını öne eğmemek için çok çaba harcadı.
Olmazları olur kılmanın zorluklarına göğüs gerdi. Tüm kötülük propagandalarına rağmen, temiz alanda kendini tutmaya, korumaya çalıştı. İktidarın psikolojik harp yöntemlerinin karşısında ne kadar durulabilecekse, o kadar durdu. Her türlü ahlaksızlığın ve kirliliğin mubah görüldüğü bir yerde, yeni ve ilkeli bir siyaseti inatla savunmasının kıymeti belki yenilgi duygusunun arkasında kalmış olabilir ama yarın mutlaka değeri anlaşılacaktır.
Seçimin ertesi sabahında Hakkari’de evler basıldı yine. Kürt gençlerini ailelerin evlerinden alıp götürmek için yapılan baskınların ardından bir anne elinde tuttuğu kanlı yastığı gösteriyordu hepimize.
Baskına gelen özel timlerin Arapça konuştuğunu ve “çocuğunu öldüreceğiz” diyerek oğlunun kaldığı odaya girdiklerini ve işkence yapıp, alıp götürdüklerini söylüyordu.
“Ana” muhalif kanallarda “bakın Kürtler sandığa gitmemiş” diyenlerin resmi şerbete batırılmış sözleri, Kürtlerin oylarını “sözde” saymaya devam etmekte ve yenilginin faturasını Kürde çıkarmakta hiç bahis görmemekte. Yine muhteşem bir resmi refleks performansı sergiliyorlar!
Elbette bizler onların ne dediğine ne söylediğine bakarak bu süreci değerlendirecek değiliz.
Emek Özgürlük İttifakı, Kürt siyaseti, sosyalistlerin seçime etkisi ve sonuçlarına dair haftaya buluşacağız.
Ve,
O annenin elinde tuttuğu kanlı yastık aklımızda mutlaka dursun.
Başardıklarımızın ve başaramadıklarımızın da bir sembolü çünkü o kanlı yastık.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.