Fadıl Öztürk
Yok başka çaresi...
Aldırma, geçer bütün bunlar. O kitabı da alırsın, imzalayanı da olur. Oturduğun yerde kahven de masana gelir. Sen kahveni içerken zaman durur mu o da karşı kaldırımdan geçer. Aranızda üç beş metre, çağırsan dönüp bakacak, ardına düşünce yakalayacak kadar yakın.
Zaman geçecek karşı kaldırımdan, kadın cesetlerine yüzünü dönüp bakmadan zamandan insanlar geçecek. Böyle bir günde hayata ne kadar yaklaşmışsak bir o kadar da uzaklaşmışızdır kendimizden. Dalıp uzaklara gittiğimiz anlarda yanı başımızda bitene aldırıp başımızı kaldırıp bakarız da, taciz ve tecavüze uğrayan çocuklara, Kürt kentlerinde belediyelere atanan kayyumlara aldırmadan yaşarız. Biz her durumda yaşarız, o kadar işte...
Birbirimizi dert etmeyelim biz. Ezileni, sömürüleni, hakkı yeneni hatırladığımızda yeniden doğduğumuzu, unuttuğumuzda ise öldüğümüzü hatırlatmayalım birbirimize. Üzülüp gözyaşı dökmemiş oluruz bu durumda. Çevremizde olan bitene duyarsız kaldıkça hiç yaşanmamış sayacak kadar ‘iyi’ hissederiz kendimizi. KHK ile işten atılmaları, ailelerin topluca açlığa mahkûm edilmesini, siyanürle toplu intiharları dert etmeden yaşarız. Kötülüğü görmemek için kendimize yaptığımız bir ‘iyilik’ işte...
Elbet bu böyle gitmez. Önce kadınıyla erkeğiyle, işçisiyle işsiziyle, okuyanı okumayanıyla elimizden geldikçe iyi biri olalım. Bildiğimiz iyilerden biri, sıradan, diğer bir iyi ile karıştırılmayacak bir iyi olalım. Hayatı çıkarımız için eğip bükmeyen, yerçekimine karşı koyan bir iyi. Mevsimleri uğurlayıp karşılayacak, soğukta üşüyecek, sıcakta terleyecek kadar yaşayan bir iyi olalım. Gül rengini bizden alsın. Bulutlar bizim için yağmuru ceplerinde taşısın. Sabahlar gönül rahatlığıyla gece söksün, aydınlık diksin. Haberleri suç aleti sayılan cesur gazeteciler kadar iyi. Barış bildirilerinin altına çekinmeden imza koydukları için yargılanan aydınlar, akademisyenler kadar iyi. Sabahın köründe evleri basılıp sorgulara, cezaevlerine yollanan siyasilerin duruşu kadar bir iyi. Bu kadar iyi işte...
Kötülüğün kol gezdiği hayatın içinde yaşarken her sabah eşikten dışarı adım attığımızda insan kalabalığına karışmanın verdiği yalnız olmadığımızın sokaklara serpilmiş hali gibi kalabalık bir iyinin yolunu bulmalıyız. Akşam tekrar evlerimizin kapısına kadar gelmemiz, evden içeri girerek dünyayı dışarıda bırakmamız kadar iyi. Aynadan kendimizi görüp üstümüzü başımızı düzeltmemiz kadar bir iyi. Böyle gelmiş böyle gitmeyecek, bizi kendine borçlu kılmayacak bir iyi. Bir yerde devrim olmuş, göğsünden bedenine sıcaklık yayılmış gibi bir iyi. İktidarı değiştirmiş ama memleketini değişmemiş coşkulu bir iyi. Çocukların panzer altında kalmadığı, cesetlerin buz dolaplarında saklanmadığı, kurşunlanmış anaların cesedinin günlerce güneş altında kalmadığı bir iyiden bahsediyorum. Basit, yalın ve herkesin rahatlıkla anlayacağı bir iyi, hepsi bu...
Çocuk gülüşlerine sabah, ağlamalarına bitmeyen gece diyen anne ve babaların omuzladıkları yükü omuzlamak gibi iyi. Hiç derdi yokken derdi olanın kapısına varıp ‘senin derdini kendime dert ediyorum’ deyip onun kapısından ayrılmamak gibi kötülüğü azalttığı yerde kendini insanca çoğaltan bir iyilik. Kendimize yaşamak gerekçesi yaptığımız sokağa çıkma halimiz gibi riskli bir iyi. Bizi soysalar, çırılçıplak ateşin göğsüne gerseler bile ‘yandım’ demeyecek kadar iyi. Kimsenin zulümle göçüp şehirlerin varoşlarında yaşamaya mecbur bırakılmadığı, çocuklarına anadilinin ışıklı sözleriyle konuştuğu, utanmayan ve utandırmayan bir halden söz ediyorum. Bizi bir bedene mecbur kılan hayatı yük etmeyerek yeni bir bedende var olmuş gibi iyi olacağız...
İyi olacağız elbet, başka binlerce halimiz varken iyi olacağız. Düştüğümüz yerden kendimizi ayağa kaldırmış gibi, üstümüzdeki tozu silkeler gibi, utanıp sağa sola bakmadan ayağa kalkacak kadar iyi olacağız. Hem de kimse bunu bizden beklemezken acımızı yerin yedi kat dibine gömerek, hayatımızdan başka mülkümüzün olmadığının bilgeliğiyle bu iyiliği yapacağız kendimize. Hayatın içinde kendimizi, kendimizin içinde yeni bir dünya yaratır gibi ağır bir sancıyla yapacağız tüm bunları...
Sabahında dil öğreneceğiz, öğlene kardeşlerimiz olacak, öğlen sonunda dinleneceğiz. Bir su kıyısına iner gibi ineceğiz dünyanın bütün akşamlarına. Kalabalık dünya ailesiyle hep beraber oturacağız sofraya. Yıldızlı gecelerin sonunda sabahın gelip bizi bulacağından hiç kaygı duymayacağız. Yok başka çaresi iyi olacağız...