Akın Olgun
Yoksullarla yürümek
Umutlar geleceğe dairdir. Müjdeler de öyle ve hatta bana sorarsanız özlemek bile yarına dairdir. Düne özlem duymakla, yarına özlem duymak arasında bir köprü vardır ve o köprü hepimizi geçmişle bugüne, bugün ile yarına bağlar.
Bu yüzden umut etmek; harekete geçmemizi ve “başkası” diye baktığımız insanlarla yan yana gelmemizi tetikler.
Umut etme halimizin ete kemiğe bürünmesi, vaatler siyaseti yapanlar için de tehlikeli bir haldir. Çünkü siyasetin öznesi olma arzusu, vaatler sunanın sorgulanmasını da beraberinde getirir.
Bu nedenle;
Gücü elinde tutan ve kendisine tam teslimiyet isteyen için itiraz eden ne kadar tehlikeli ise, onun karşısında olduğunu iddia eden ve kendi güç alanına umudu akıtmaya çalışan için de bir o kadar “sakıncalı” olarak işaretlenebilir (Millet İttifakı’nın sokak yaklaşımı)
Bu yüzden;
Mecburiyetlere, kötünün iyisine sıkıştırılan ve vaatlerle gazı alınmaya çalışılan kitlelerin umutlarını statükonun parantezi içinde tutmak, gücün sahibi olanlar kadar, o gücü ele geçirmek isteyenlerin de ortak sancısı haline gelir kimi zaman.
Daha net ifade etmek gerekirse, “her ağza bir parmak bal” çalmanın işe yaramadığı an’lar vardır. Hayatın anlamının daraltıldığı, köşeye sıkışmışlık duygusunun yükseldiği, taleplerin, özlemlerin dibine kadar sömürüldüğü ve “her şey güzel olacak” denilerek, “bekle gör” vasatlığına hapsedildiği yerde, umut farklı tercihler için kendi kapısını zorlamaya başlar.
Che Guevera 28 Ocak 1960’da “Jose Marti’ye saygı” anmasında, Jose Marti’nin, Küba’nın bağımsızlık mücadelesi için “ülkenin yoksullarıyla şansımı denemek istiyorum” dediğini aktarır. (Keskin bir tercihtir bu ama aynı zamanda iddiasını somut bir gerçeklik üzerine kurduğunu da gösterir bize. Ardılları ise o yürüyüşü kazanırlar)
“Aynı yalınlıkta ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi sakin gösterişsiz
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımdan sessiz” şiirinin sahibidir Jose Marti.
Yoksulların iktidar mücadelesinden, siyasetten, kendi kaderini tayin etme eyleminden düşürülüp, vaat bekleyen, vaat edilene “onay” veren hale sokularak, siyasetin zenginlerin malı haline getirilmesi ve bunun hem iktidarın hem Millet İttifakı’nın ortak paydası olması elbette “kim için siyaset” sorusunun da cevabıdır.
ÖKÜZ ÖLMEDİ, ORTAKLIK BOZULMADI.
6’li ittifak bileşenlerinin vaatlerini “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” başlığında kamuoyuna sunmasıyla başlayan tartışmaları tam da bu noktadan okuyorum. “O yoktu, bu yoktu, şu eksikti” eleştirilerini anlamsız bulduğumdan söylemiyorum bunu. Temsil ettikleri kesimlerin ruhuna uygun ve olabilecek en “makul”ü yansıttığını düşünüyorum. Çoklu bir ittifak kuruyorsanız, her partinin hassasiyetlerini bir potada tutmak mecburiyeti oluşur ve sizi dağıtmak isteyenlere öküzün ölmediği, ortaklığın bozulmadığı birlik mesajı da ancak bu yolla gösterilebilir. Bu yanıyla başarılı.
Alevi demeden Alevileri, Kürt demeden Kürtleri, LGBTİ+ demeden LGBTİ+’ları, savaş demeden savaşı, İstanbul Sözleşmesi demeden İstanbul sözleşmesini, barış demeden barışı bu kadar profesyonelce arka yollardan dolanarak ucu açık bir kıvraklıkla “ortak mutabakat” içinde paketlemek, siyasetin tüm ince kıvrımlarını bu derece dantellemek hakikaten göz yaşartıcı bir ustalık!
Belki de bu “ustalık” gibi gözüken şey bir illüzyondan ibarettir.
Belki de solun etkisinin henüz istenen noktada olmayışının sonuçlarından biridir bu. Belki de bu eksikliğin yerini doldurmak için çabalayanın horlanması, o çabaya karşı kibirlenen dillerin iktidarla benzeşmesi ve kendi eksiklerimizin, çıkmazlarımızın görünür olmasından doğan “küçümseme” halinin, asıl derdin önüne geçmesindendir. Hepsi ve daha fazlası da mümkün.
“Belki’ler” önemlidir ve kendimize de bakmayı sağlar bu yanıyla.
İşte bu nedenle asıl konuşmamız gereken şey, Jose Marti’nin “yoksullarla şansımı denemek istiyorum” diyerek ortaya koyduğu o iddianın, Türkiye açısından nasıl daha elle tutulur hale getirilebileceği ve ilk defa bu kadar keskin hissedilir olan yoksulluğun, Türkiye’nin 2. Yüzyıl siyasetinde kendisini nasıl temsil edeceğidir.
Birinin açık, diğerinin gizli şekilde elinde tuttuğu sopaya karşı kalkan işlevi görecek bir siyaset ihtiyacı, kendini her zamankinden daha çok hissettiriyor çünkü.
Şu an görünen o ki, Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin omuzunda duruyor bu sorumluluk.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.