Yoksulun yüzü soğuk olur

Daha fazla barış demek ve onu inatla savunmak belki ölümleri engelleyemeyebilir, gözyaşlarını dindiremeyebilir ama insan kalma onurumuzu kurtarabileceğimiz tek yegâne şeydir.

Ölenle ölünür mü?

Evet ölünür.

Bu topraklar adaletsizce ve hakkın helali verilemeden, vedalaşamadan gömülen insanlarla dolu.

Bu ülke bedeni kurşunla, bombalarla paramparça olmuş, uzuvlarını savaşa kaptırmış ve ardından yakasına bir madalya, hesabına bir küçük maaş bağlanmış, kırk yıldır süren bir savaşın gazisi haline getirilmiş binlerce insanla dolu.

Giden göz yerine gelmiyor, giden kol, bacak bir daha yerine konulamıyor ama ayağı, kolu, gözü, eli hep sağlam kalacak olanlar, kol kanat gerdikleri çocuklarını yanlarına alıp, yoksulun sırtına “vatan sağ olsun” pışpışını bırakıp, arkalarına bakmadan hızla uzaklaşıyorlar.

“Vatan sağ olsun” diyerek ölüme gönderilen yoksul çocuklara bahşedilen şehadet mevkiine zenginlerin, paşaların, cemiyetimizin seçkin simalarının çocukları sahip olmak istemiyor her nedense!

Bunu konuşmayı vatan hainliği söylemiyle püskürten, “Halkı askerlikten soğutma suçu” buluşuyla mahkeme önüne dikenlerin en büyük manipülasyonu, sağ olacak vatanın tüm yükünü yoksulların sırtına yüklemesi.

“Her Türk asker doğar” diyerek, doğmamış çocuklara bile asker kıyafeti biçen o şoven propaganda, yoksul olana şehadet onuru bahşeden o milliyetçilik müteahhitliği, elbette ülkenin en büyük zenginlerini yaratıyor ve o zenginler “bu milletin a..na koyacağız” diyerek önündekini sallıyor halka.

Yan yana dizilen tabutların, doğası, ırmağı, deresi yağmalanan, ağacı, kurdu kuşu, börtü böceği yok edilen, vatan sağ olsun diye ölüme gönderilen bu çocukların hakkına çöken bir avuç para babasına bir ülkenin neden peşkeş çektirildiğini hiç ama hiç kimse sormuyor. Soranlar “vatan haini” olarak işaretleniyor ve ah ne yazık ki aynı halk tarafından linç ediliyor. İşte bizim büyük çaresizliğimiz bu.

Bu ülke gencecik insanları bir inat uğruna yok etti. Bu devlet anneleri, babaları, kardeşleri, dostları, eşleri, aşkları defalarca kıyımdan geçirdi. Geride acılardan oluşmuş devasa enkazlar kaldı. Evet ölenle ölünür ve en çok da gerçeği bilip, derdinizi anlatamamanız, susmak zorunda bırakılmanız, konuşursanız şehidinizin kemiklerinin sızlayacağına inanmanız mahveder sizi. Utanırsınız “boşuna öldü” denmesinden, size acıyan gözlerle bakanların bakışlarına düşmemek için kafanızı öne eğersiniz ve bir avuç siyasetçinin dilinde propagandaya dönüşen şehidinizin dili olamadığınız için yıkılırsınız.

Söyleyemedikleriniz kahrınıza kahır indirir ve bir an önce ölmeyi dilersiniz. Size bir tabutla teslim edilen çocuğunuzun ağrısından daha çok resmi yalan dolanların, riyakarlıkların karşısında boynunuzu devlete bükmek zorunda kalışınız yıkar onurunuzu ve onurunuzu bir kere yıktığınızda “vatan sağ olsun” diyen sesiniz daha fazla yükselir gökyüzüne. Tutunacak başka bir şeyiniz kalmamıştır çünkü.

ÜLKENİN BİR MEZARLIĞA DÖNMESİYLE İLGİLENMİYORLAR

Diğerinin çocuğunun kemiklerini bir kutuya koyup ailesine teslim eden de ötekinin çocuğunu bir tabuta koyup “vatan sağ olsun” diyerek yoksul ailesinin omuzlarına veren de aynı devlettir. Anneleri bile birbirine düşman etmek için “asker anası”, “terörist anası” diye bölen o korkunç kötülüğün sahiplerinin elinde daha kaç bin genç can verecek kim bilir.

Yollara, köprülere, sokaklara hayatını kaybeden askerlerin isimlerini vermekten gururlanıyorlar. Oysa bu kadar genci kırk yıldır toprağa vermekten utanç duymak gerekiyordu. Utanmıyorlar. Ülkenin bir mezarlığa dönüşmesiyle hiç ilgilenmiyorlar. Çünkü ne kadar insan toprağa gömülürse, gerçeği gizleyecek milliyetçi hamasetleri o kadar baskın çıkacak.

Bu yüzden barış diyenlerden nefret ediyorlar. Barışı tecrit ederek, sesini kısarak, mahkûm ederek kurdukları hamaset düzenini ayakta tutuyor ve gencecik çocukların ölü bedenleri üzerinde yükseliyor, yükseliyor, yükseliyorlar.

Bizim çocuklarımız ölüyor, onlar yaşıyorlar.

Hep birlikte barış içinde yaşayabileceğimiz bir ülke hayalimiz bu yüzden çok kıymetli.

Daha fazla barış demek ve onu inatla savunmak belki ölümleri engelleyemeyebilir, gözyaşlarını dindiremeyebilir ama insan kalma onurumuzu kurtarabileceğimiz tek yegâne şeydir.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi