Yoktur muktedirin çaresi gülen insana karşı…

Umberto Eco, Gülün Adı’nda çok güzel anlatmıştı: İktidarlar,  güleni ve gülmeyi sevmez. Kendi de zaten abuk suratlıdır, gülmez, güldürmez ve eğlenmez, eğlendirmez. Oysa ki bir gülüşle muktediri bağlarsın olduğu yere, hatta yıkar geçersin. Gülmek ve güldürmek siyasi bir araç aslında…

Ragıp DURAN

Cuma akşamüstü, Selanik Belgesel Filmler Festivalinde Stelios Kuloğlu’nun ‘Ölümüne Kahkaha’ (Laughing  to Death) başlıklı 90 dakikalık belgeselini seyrettik.

Stelios, benim 35 yıllık Yunanistanlı gazeteci arkadaşım. Hem yazılı basında köşe yazarlığı yaptı hem de TV’de yıllarca belgeseller yayınladı. Haftalık ‘Sınır Tanımayan Röportajlar’ dizisinde, Yunanistan’ın iç politikası ve uluslararası politika hakkında yüzlerce belgesel ve program yaptı. Stelios, Türkiye’yi de iyi tanır. Her yıl en az bir kere gelir, ya bir röportaj kaleme alır ya da belgeseli için sahneler çeker. Kardak/İmea krizi sırasında ATV’de Siyaset Meydanı programına katılarak iki ülke arasındaki gerginliğin nedenlerini anlatıp, dostluk ve barış mesajları vermişti. 2015 yılından bu yana Syriza listesinden Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yapıyor. Avrupa Birleşik Sol grubun üyesi.

‘İfade özgürlüğü, siyasi bir araç olarak mizah ve Charlie Hebdo’ alt başlıklı belgeselde Stelios, Amerikalı ‘Yes Men’ aktivistlerinin etkinliklerini de ekrana taşıyor. Kısaca ‘Aldatarak mesaj vermek’ diyerek aktarabileceğimiz bu teknikle, Yes Men grubu sahte isimler/sahte kurumlar yaratarak Bhopal felaketi, Çevre trajedisi ya da Terörizme Karşı Mücadele gibi konularda mevcut sistemin çıkmazlarını, gülerek, alay ederek teşhir ediyor.

Gazetecileri, gazeteci uyanıklığını gündeme getiren iki sahneden söz etmem gerekiyor: Yes Men’ciler, 1984 Aralık ayında Hindistan’da Bhopal’de böcek ilacı üreten bir fabrikada zehirli gaz sızıntısı nedeniyle 18 bin kişinin ölüp 150 binden fazla insanın yaralanıp sakat kaldığı felaket konusuna eğilmiş. Fabrikanın sahibi Amerikan Union Carbide şirketi, ticari sır adı altında kaçak gazın muhteviyatını bile açıklamamış, bu nedenle de çok sayıda hastanın tedavisini engelleyip onların da ölümüne yol açmıştı. Bhopal halkı ve mağdurlar adına dava açan avukatlar, uzun hukuki mücadeleden sonra Union Carbide’ı sadece 470 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum ettirmişti. Ne var ki bu tutar Hindistan hükümetine ödendiği için mağdur ve yaralılar pek yararlanamamıştı, zaten yararlansaydı bile kişi başına ancak 500 dolar gibi cüzi bir miktar düşecekti. Benim favori şarkıcım Renaud, ‘Morts Les Enfants’ (Ölen Çocuklar) şarkısında Bhopal’e bir dörtlük ayırmıştı:

(Morts les enfants de Bhophal

D'industrie occidentale

Partis dans les eaux du Gange

Les avocats s'arrangent)

Bhopal’da ölen çocuklar

Batı sanayiinin kurbanları

Cesetleri Ganj nehrine sürüklenmiş

İki tarafın avukatları anlaşmış

Union Carbide, felaketten sonra Bhopal’daki meşum fabrikayı Dow Chemical Company adındaki bir başka Amerikan şirketine sattı. Dow, sanki hiç olmamış gibi kaza sözcüğünü ağzına bile almadı, tazminat taleplerini de es geçti. Ama Yes Men’ciler, hızlı bir organizasyonla, BBC’nin Paris bürosunu amiyene deyimle keleğe getirip ‘Dow firması bu sabah Yönetim Kurulu toplantısında Bhopal fabrikasından bu yıl elde ettiği X milyar doların Y milyarını mağdurlara bağışlamayı kararlaştırdı’ önermesini kabul ettirdi. Canlı yayına çıkan Dow şirketinin sözcüsü konumundaki Yes Men’ci, olağanüstü trajik bir tonda konuşarak, insancıllık gösterisi yaptı ve ‘O kadar çok kâr ettik ki bunun bir kısmını kazazedelere vermemek olmazdı. İnsanlığımıza vicdanımıza yakışmazdı’ mealinde bir şeyler söyledi. Ve canlı yayınlanan bu açıklama Bhopal’de sevinç, Dow genel merkezinde ise şaşkınlıkla karşılandı. 2 saat içinde tekzip geldi. Sonra BBC, Yes Men’cileri tekrar ekrana çıkarıp, sunucu sert ve ithamkâr bir tonda ‘Bizi neden işlettiniz? Bu yaptığınız ayıp değil mi? Bu bir sahtekarlık!’ dedi. Yes Men’in yanıtları basit idi: ‘18 bin insan ölürken bunu kaza diye sunarak siz kimi işlettiniz? Tazminat ödemeyen Union Carbide’ı savunmak ayıp değil mi? Sahtekarlığı ortaya çıkarmak bizim değil BBC’nin işi değil mi?’ Koca BBC tuzağa düşmüştü. Çünkü haber güzeldi, cazipti, kamu çıkarı bile vardı ama doğru değildi.

Yes Men’cilerin ikinci çıkarması Brüksel’deki Avrupa Parlamentosuna. Global Security Response adında sahte bir danışmanlık firması kurmuşlar. Terörizme karşı, savaşla ya da şiddetle, demokrasiyi kısıtlayarak mücadele edilemeyeceğini açıklıyor Yes Men’ci ve çözüm olarak önerdikleri formülü canlı olarak sunuyor. Kocaman bir şişme pakete konmuş bir adam. Üzerinde bir takım düğmeler, aletler filan var. Avrupa Parlamentosunun Basın Konferansı salonunda düzenlenen bu gösteriye 27 üye ülkenin AB’nin Yasama Organını izleyip aktaran muhabirleri (Radyo, TV, Yazılı basın ve İnternet siteleri) katılıyor. Sunum bittikten sonra sorulan sorulardan bir demet:

  • Kaç para bu koruyucu?
  • Bununla yüzmek mümkün mü?
  • Bununla koşarak kaçmak gerektiğinde ne yapıyorsunuz?
  • Bunu bir drone’a bağlayıp uçmak mümkün mü?
  • Gazetecilere eşantiyon verecek misiniz bunlardan?

Ertesi gün başta Belçika basını olmak üzere Avrupa medyası basın toplantısını ciddi ve doğruymuş gibi yansıttı. Kimse haberin aslını denetlememiş, gazeteciliğin esası olan ‘sunulan bilgiden kuşku duymak, başka kaynaklardan araştırmak, en az iki ayrı kaynaktan doğrulamak’ gibi yapılması zorunlu denetlemeleri hiç yapmamış.

Anlayacağınız, hiçbir gazeteci, show’un bir medyatik(!) gösteri olduğunu, işin esasının terörizme karşı mücadeledeki olumsuzlukları ve çıkmazları sergilemek olduğunu hiç mi hiç anlamamış. Saçma sapan, anlamsız, kıyıdan kenardan sorular soruyorlar. Meraklılar ya…

Belgeselde, öne çıkan aktör aslında Charlie Hebdo dergisi. Stelios, derginin mevcut yöneticileri ile ayrıca katliamdan önceki idarecileriyle yaptığı söyleşileri aralara serpiştirerek, anlamsız polemiklere girmeden, Charlie Hebdo’nun amacını, başına gelenleri anlatıyor. Bir yanda kahkaha, bir yanda kan revan içindeki Charlie Hebdo bürosu… ‘Bu sahnelerde biraz zorlandım. Bilhassa bu sekansları birleştirirken zorlandım. Hem acaip bir gırgır var işin içinde ama aynı zamanda da vahşice katledilmiş ondan fazla dünya çapında karikatürist ve yazar…’ dedi.

Siyaset ve mizah deyince, Erdoğan da kaçınılmaz olarak sahneye çıktı bir ara. Türkiye Cumhurbaşkanının bir Alman mizahçısıyla olan ihtilafına kısaca değindi geçti belgesel.

Yes Men’cilerin yaptığını 80li yıllarda Anglo-sakson dünyada Adbusters gibi gruplar da yapmıştı. Fransa’da da, sahte bir Le Monde gazetesi (Le Monstre-Canavar) yayınlayıp okurları keleğe getirip güldürmüştü.

Kuşkusuz bu da bir mizah türü. Ve Stelios’un dediği gibi, ‘Mizah, siyasette yenilmesi güç bir kozdur bizim elimizde!’.

Türkiye’deki muktedirler Gezi’den neden bu kadar korktu ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi