Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Yumuşama CHP'nin fıtratındadır!

Özgür Özel ilk değil, CHP'nin tarihi tüm liderlerinin yumuşama ya da aslını teyid etme şaheserleriyle doludur. Diyeceğim o ki, başında kim olursa olsun, yumuşama CHP'nin fıtratındadır. Unutulmaz... Unutulmaz...

Gazetecilik mesleğinin örnek simalarından Celal Başlangıç dün sürgün bulunduğu Köln'de sonsuzluğa uğurlandı. Celal'in doğup büyüdüğü, 1975'ten 2016'ya tam 41 yıl halklarımızın özgürlüğü ve demokratik hakları için mücadele verdiği ülkesinden binlerce kilometre uzakta toprağa verilmesinin acısını, daha önce bizim sürgün kuşağımızdan Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya gibi onlarca yoldaşımızı ve dostumuzu kaybettiğimizde de yaşamıştık.

Köln'deki cenaze töreninde Avrupa Sürgünler Meclisi sözcüsü Enver Toksoy arkadaşımız. sürgünler olarak Celal'in kaybı karşısındaki ortak duygularımızı çok güzel ifade etti:

"Yıllarca basın özgürlüğü için mücadele eden Celal Başlangıç’ı Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde sürgünde kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Faşizmin en karanlık döneminde, Kürdistan'da, zulmün ve zorbalığın kol gezdiği, muhalif seslerin susturulduğu, öldürüldüğü, zindanlara atıldığı zamanda boyun eğmemiş, onurlu duruşuyla risk ve cesaret olarak gerçek haberden vazgeçmemiş, ezberleri bozarak, kalemini iyiden, doğrudan, adaletten, insan hak ve özgürlüklerinden yana kullanmıştır. Gazeteciliğin yüz akı olmuştur. Türkiye halkları, devrimcileri ve sürgünler onu dik duruşuyla, iz bırakan mücadelesiyle hatırlayacaktır. Avrupa Sürgünler Meclisi onun baş eğmez mücadelesini sürgünde yaşatacaktır. Güle güle sevgili Celal."

Celal'in tam da Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde vefat ettiği haberi, İnci ile birlikte, bizim yarım yüzyılı aşkın sürgün yaşamımız üzerine yeni bir kitabın yayın hazırlığına başladığımız gün gelmişti... Şimdiye kadar altı cildi yayınlanmış olan Sürgün Yazıları'nın 7. cildini de dün tamamlayarak sürgünümüzün 53. yıldönümünde basılmak üzere matbaaya ilettik.

Bu yeni kitabımızda, Artı Gerçek'teki son bir yıllık yazılarımın yanı sıra bizimle yapılmış söyleşiler ve daha önce yayınlanmış olan kitaplarımız hakkındaki yazılar yer alıyor.

Bittabi, kitapta yer alan son yazım bir hafta önce Artı Gerçek'te yayımlanmış olan "Gerçek gazeteci Celal Başlangıç'ın ardından".

53 YILLIK SÜRGÜNÜMÜZÜN İLK GÜNÜ: 11 MAYIS

Bugün, 11 Mayıs 2024, İnci’nin ve benim yaşamımızı, yazgımızı kökten değiştiren, yarım yüzyılı çoktan aşan sürgünümüzün başlangıcının 53. yıldönümü…

Ant’ın sıkıyönetimce kapatılmasından sonra ismimiz radyoda, gazetelerde ve duvar afişlerinde arananlar listesinde tekrar tekrar duyurulduğu, anti-militarist yayınlarımızdan dolayı zaten askeriyenin sürekli tehdidi altında bulunduğumuz için 11 Mayıs 1971 sabahı sahte bir aile pasaportuyla Ankara'dan Lufthansa uçağına binerek Türkiye’den ayrılmıştık...

Belçika ilk duraktı... Orada ilk ilişkileri kurduktan sonra aynı sahte pasaportla Fransa, Almanya, Hollanda ve Skandinav ülkelerine geçip direniş örgütlenmesini sağlamak için Ant'ın o ülkelerdeki yazarları ve okurlarıyla ilişkiye geçecektik.

Türkiye'de yapmış olduğumuz yayınlardan dolayı hakkımızda yüzlerce yıl hapis istenen davalardan ve ölüm tehditlerinden dolayı Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmışken, 15 Mayıs’ta Antwerp Garı’nda satın aldığımız Avrupa baskısı Türk gazeteleri bizim için yeni bir tehdidi anons ediyordu.

12 Mart Cuntası sıkıyönetim terörünü en azından ABD ve NATO üyesi ülkelerin yönetimleri nezdinde klasik "komünizm tehlikesine karşı mücadele" gibi göstererek göz boyamak için İstanbul askeri savcılığını bir "TKP davası" açmakla görevlendirmişti. Savcılık da derhal harekete geçerek Türkiye Komünist Partisi'ni Türkiye'de örgütleme girişiminde bulundukları iddiasıyla yurt dışından TKP genel sekreteri Zeki Baştımar (Yakup Demir), Türkiye’den Şadi Alkılıç, Çetin Özek, Şiar Yalçın, Harun Karadeniz, Nihat Sargın, Erdöl Boratap, Masis Kürkçügil ve Süleyman Balkan ile birlikte benim hakkımda da kovuşturma açmıştı.

Yine Cunta’nın siparişiyle Milliyet gazetesinde "Solda ve sağda vuruşanlar" başlıklı bir yazı dizisi yayınlanan damat Metin Toker de, 16 Mayıs 1971 tarihli sayıda devrimci örgütlerin tanıtımını yaparken Doğan Özgüden yönetimindeki Ant çevresinin "bilhassa Kürtçü" olduğunu vurguluyordu.

İki hafta sonra da Fransa'daki Le Monde gazetesi, 2 Haziran 1971 tarihli sayısında, yakalandığım takdirde, benim hem yayın hem de örgütlenme sorumlusu olarak idam talebiyle yargılanacağımı duyuruyordu.

Türkiye'de hapsedilmekten ya da yargısız infaz edilmekten kurtulmuştuk ama, devlet terörü sürgünde de peşimizi bırakmayacaktı.

Yanıtımız, 12 Mart döneminde Demokratik Direniş Hareketi'nin, 12 Eylül döneminde ise Demokrasi İçin Birlik'in kuruluşunda ve mücadelelerinde sorumluluk üstlenmek, onların yanı sıra Brüksel'de 1974'ten beri çeşitli dillerde yayın yapan İnfo-Türk'ü ve çok uluslu sosyo-kültürel Güneş Atölyeleri'ni hayata geçirmek oldu.

Sürgündeki mücadelelerimize ilişkin özel ve örgütsel yazışmalar, fotoğraflar, film ve videolar, ses kayıtları, afiş, bildiri gibi belgelerin büyük bölümü esasen 2013 yılından beri Amsterdam'daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (IISG)'de, gazete kupürleri arşivimiz Belçika Demokrat Ermeniler Derneği'nde, şahsi kitaplarımızın büyük bölümü de Brüksel'deki Belçika Kraliyet Kütüphanesi'nde bulunuyor.

Gerek Türkiye'de, gerekse sürgünde yayınladığımız kitap ve broşürler ile haber bültenlerinin dijitallerine İnfo-Türk Sitesi'nde erişilebiliyor.

Tüm bu çalışmaları yaparken fark ettik ki, 11 Mayıs 1971'de sürgüne çıkışımızdan bugüne kadar çeşitli dillerde yazdığımız ve yayınladığımız kitap, dergi, broşür, haber bülteni ve bildirilerin sayfa sayısı 15 bini aşıyor.

Benim iki ciltlik "Vatansız" Gazeteci anılarımdan sonra, sürgüne çıktığım ilk günden beri yazmış olduğum, hem yurt dışında hem de Türkiye'de yayınlanmış olan tüm yazılarım, benimle ve İnci'yle yapılmış olan söyleşiler Sürgün Yazıları adlı kitaplarımın ilk 6 cildinde yer almıştı.

Sürgünümüzün bugünkü 53. yıldönümünde ise okurlarımıza Sürgün Yazıları'nın 340 sayfalık 7. cildini sunuyoruz.

CHP'NİN YUMUŞAMA VARYASYONLARI ÜZERİNE

CHP'nin yeni genel başkanı Özgür Özel'in "Taksim'i yeniden fethedeceğiz" diye meydan okuduktan sonra 1 Mayıs sabahı hiçbir direniş göstermeden Bozdoğan Kemeri'nin önünden ricat edişinin ertesi günü AKP genel merkezinde Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etmesi, beşuş çehrelerle yapılan görüşmeden sonra Türk siyasal yaşamında "yumuşama" çığırı açması kafaları iyiden iyiye karıştırmış bulunuyor.

Ali Duran Topuz, Artı Gerçek'te 9 Mayıs 2024 tarihli yazısında teşhisi çok iyi koydu: "Siyasette muhalefeti yumuşatarak yeme yöntemi"...

Aynı gün Baskın Oran da, yine Artı Gerçek'teki yazısında, haklı olarak soruyordu: "Özel-Erdoğan buluşmasından sonra sertleşme devam etti, hattâ arttı. Bu 'yumuşama' nedir, henüz anlayabilmiş değilim."

Hele hele Özel'in MHP lideri Devlet Bahçeli'yle Manisa'nın ünlü Mesir macununu da ikram ederek başlattığı yumuşatma tam evlere şenlikti...

Daha da büyük şenlik, Özel'in yumuşatma sürecini başlatmak üzere Erdoğan'la görüşeceğini açıklamasından sonra CHP'nin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun galeyana gelerek "Bu düzenin kurucusu sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir" diye kükremesi oldu.

Yıllarca tek başına yönettiği CHP'nin lideri olarak, Kürt halkının iradesini temsil eden Yeşil Sol Parti'yi dışlayıp, sağın tüm varyantlarını temsil edilen beş partiyle Millet İttifakı kuran, o da yetmezmiş gibi, cumhurbaşkanı olma hırsını tatmin etmek için ikinci turda, sağcı ortaklarının dahi haberi olmaksızın, aşırı sağcı Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ'a bakanlıklar verme vaadinde bulunacak kadar yumuşayan aynı Kılıçdaroğlu değil miydi?

Kaldı ki, CHP'nin geçmişi, zaman zaman sertleşmeler gösterse de, genellikle "yumuşama"larla dolu değil midir?

Benim 40'lı kuşağımın hatırladığı ilk yumuşamalar, CHP'nin daha 40'lı yıllarda ABD emperyalizmine Türkiye'yi askeri, siyasi, ideolojik ve ekonomik açıdan peşkeş çekerken onun Türkiye'deki aşırı sağcı, ırkçı uşaklarını tatmin etmek için İstanbul'da Tan gazetesini, İzmir'de Zincirli Hürriyet gazetesini tarümar ettirmesi, Bayar ve Menderes'in Demokrat Partisi'ne iktidar yolunu açarken sol partileri ve sendikaları yasaklaması, imam hatip yetiştirme kursları açarken köy enstitülerini tasfiye sürecine girmesi, Sabahattin Ali'yi alçakça katlettirmesiydi...

50'li yıllarda ana muhalefet partisi olmasına rağmen, yine ABD emperyalizmine yaranmak için Kore'ye 4500 kişilik tugay gönderilmesini, ardından NATO'ya girilmesini, Nazım Hikmet'in vatandaşlıktan atılmasını, ünlü 1951 Komünist tevkifatını destekleyecek kadar yumuşamış olan CHP değil miydi?

60'lı yıllarda işçi sınıfının kurduğu Türkiye İşçi Partisi'nin gelişimini engelleme konusunda, Meclis'te ve ülke sathında Demirel'in AP'siyle işbirliği yapması, üstelik sol akımı dejenere etmek için "Ortanın Solu" adı altında göz boyacılığına başlaması da CHP'nin yumuşakça operasyonlarındandı....

Ya 12 Mart darbesinden sonra militaristlerin emriyle kurulan hükümete başbakan ve bakanlar veren, dahası Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmelerine Millet Meclisi'nde ve Cumhuriyet Senatosu'nda tam kadro karşı çıkmayacak kadar yumuşayan yine CHP değil miydi?

Hele hele Karaoğlan Ecevit'in 70'lerde MSP ile ya da transfer milletvekilleriyle hükümet kurabilmek için yaptığı spektaküler yumuşamalar, hatta siyasal ikbalinin son döneminde yumuşamayı faşist MHP ile koalisyon hükümeti kurmaya kadar vardırması, Kürt direnişini ezmek için Abdullah Öcalan'ı Afrika'da tutuklattırıp zindana koyması...

Yine aynı CHP'nin 90'lı yıllarda 3'e bölünecek kadar yumuşayıp Erdoğan'a İstanbul belediye başkanlığını altın tabakta hediye etmesi, 2000'li yıllarda da CHP lideri Deniz Baykal'ın iyiden iyiye yumuşamayı iyice artırarak aynı Erdoğan'ın Meclis'e girmesini, ardından da başbakanlık koltuğuna oturmasını sağlaması...

Ya bugün koltuğu yitirmenin hıncıyla "müzakere edilmez, mücadele edilir" nutukları çeken Kılıçdaroğlu'nun çakma darbe girişiminden sonra Erdoğan'ın "Yenikapı Ruhu" operasyonunda yumuş yumuş yer alması, Güney Kürdistan'da ve Kafkasya'daki tüm operasyonlara can u gönülden destek vermesi...

Unutulmaz... Unutulmaz...

Diyeceğim o ki, başında kim olursa olsun, yumuşama CHP'nin fıtratındadır...


Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi