Gün Zileli
Yunanistan Meselesi… Tuhaf…
Yakın zamanlara kadar Tuhaf adlı bir dergi çıkardı. Herhalde ülkedeki tuhaflıklara dikkat çekmek için bu adı benimsediklerini düşünmüştüm o zaman. Şimdi çıkıyor mu bilmiyorum ama çıksaydı herhalde bugün yaşamakta olduğumuz tuhaflıklar sayesinde epey malzemeye sahip olurdu.
Örneğin, AKP iktidarının dış politikası, tuhaf kelimesini fazlasıyla hak etmektedir. Bu yazıda, iktidarın Ukrayna veya Suriye politikalarındaki tuhaflıklarına değinecek değilim. Dış politikadaki en büyük tuhaflık Yunanistan’a karşı izlenen politikada ortaya çıkmaktadır.
Bir yandan, neredeyse her gün “bir gece ansızın gelebilirim” diye tehditler savuracaksınız, bir yandan da Yunanistan adalara silah yığıyor diye bu ülkeyi, Yunanistan’a destek vermekle suçladığınız NATO’ya ya da ABD’ye şikâyet edeceksiniz. Bu, ölümle tehdit ettiğiniz birinin silah taşıdığını polise bildirmeye benziyor. Gerçekten tuhaf!
Çok özel özsavunma durumlarının dışında devletlerin silahlanmasına karşı olduğumu, bu karşıtlığın, “savunma” gibi gerekçeleri dikkate almaksızın, adalara silah yığılmasını da kapsadığını söylememe bilmem gerek var mı? Silahlanmak, gerekçesi ne olursa olsun savaş yanlısı bir tutumdur. Ne var ki, devletlerin hepsi genelde savaş yanlılığı ile maluldür. Devletler eskiden daha açık sözlüydü. Örneğin, savaş işlerini yürüten bakanlıklarına “Savaş Bakanlığı” adını verirlerdi. Bugün neredeyse hepsi bu açık sözlülüğün zararlarına olduğunu ya da gerçek niyetlerini açığa vurduğunu düşünmüş olacaklar ki, “Savunma Bakanlığı” adını benimsemişlerdir. Yani bütün savaş hazırlıkları ve faaliyetlerinden sorumlu olan devlet organları, bunu “savunma” adıyla yürütürler. Devletlerin sahtekârlığını ve saptırmalarına iyi bir örnektir bu.
Şimdi, Türkiye hükümeti de Yunanistan’a karşı savaş faaliyetini yürütür ve Yunanistan’ın savaş faaliyetlerine dikkat çekerken, bir yandan da kabadayılığı bir yana bırakmadan “ansızın gelecekleri geceler”den söz etmeyi sürdürmektedir. AKP iktidarının mızrak uçları Vatan Partisi ve MHP’dir. “Dünyaya ilan ediyorum, hakkımızı yedirmeyiz, hakkımızı çiğnetmeyiz, hakkımıza ve hukukumuza göz koyanların gözünü oyarız” diyen Bahçeli, “ansızın geldiklerinde” yapmayı düşündüklerini şimdiden açıkça ilan etmiş oluyor.
Milliyetçi önyargılarından sıyrılarak Yunanistan’ın adalara silah yığmasının somut durumda ne anlama geldiğine bir bakalım.
Peşinen söyleyeyim. Televizyonlardaki emekli paşalar gibi “savaş uzmanı” olmaya gerek yok, akıl var izan var, bir ülke “kendine ait” olduğunu düşündüğü adalara silah yığıyorsa bunun tek nedeni, bu adalara bir saldırı olacağını düşünmesidir. Çünkü adalardan komşu bir ülkeye saldırılamaz. Hiçbir savaş yanlısı hükümet bunu yapmaz. Saldırı yapacak ülke, bunu anakaradaki üslerinden yapar. Neden? Çünkü sularla çevrili bir kara parçası olan adalardaki üslerin ve silahlanmanın, burnunun dibindeki komşusunun açık hedefi olacağını bilir. Buna rağmen, adaları ilk elde yapılacak bir saldırıya karşı savunmak için silah yığmaya mecbur hisseder kendini. Belli ki Yunanistan, Türkiye’nin de tahrikiyle bir “savunma savaşı” ruh haline girmiştir ve Türkiye’nin ilk elde hedefi olacağını düşündüğü adalara bu nedenle silah yığmaktadır. Burada herhangi bir silah yığmanın “haklılığını” ya da “haksızlığını” tartışmıyorum; tartıştığım, adalara silah yığmanın mantığıdır.
Aslında Yunan egemenleri de saldırgan milliyetçilikte Türkiye egemenlerinden geri kalmazlar. Özellikle kendi içlerindeki söylemlerinde bu “megalo idea” milliyetçiliğinin neredeyse Türkiye’yi bile yaya bıraktığını söyleyebiliriz. Fakat bugün dışa yönelik söylemlerde, Türkiye iyice “eli maşalı” bir görüntü vermektedir. Yunan politikacıları bu noktada akıllıca davranıp, daha “sağduyulu” görünmeye özen gösteriyorlar. En azından görünürde uzlaşmacı bir profil vermeye gayret ediyorlar. Türkiye ise saldırgan söylemiyle onlara epeyce malzeme sağlıyor. Tehdit üzerine tehdit. Bunu hiçbir devlet kolay kolay yapmaz. Bu, açıktan açığa rakiplerine gözdağı vermeye çalışan korsan veya haydut devletlerin özelliğidir. “Düşmanını” saldırgan bir üslupla korkutmak ve sindirmek!
Evet ama bu sizi uluslararası planda tecrit eder, bunu da mı düşünmüyorsunuz? Hayır, düşünmüyorlar. Çünkü Türkiye’deki hükümet, aslında dış politikadan çok iç politikaya oynuyor. Ülke içinde, “milli davalarda” ne kadar “hassas” ve ne kadar “taviz vermez” olduğunu göstererek takdir toplama ve yakın gelecekte iç politikada aleyhine ortaya çıkacak durumları savaş tamtamlarıyla ve gerekirse bazı fiili saldırılarla lehine çevirme peşinde.
İktidar böyle de “ana muhalefet” çok mu farklı sanki? Hükümetin en ufak açığını kollamaktan geri durmayan “ana muhalefetin”, iktidarın “gece gelme” ya da “gözlerini oyma” söylemini eleştiri tahtasına yatırdığını göreniniz var mı? Yok. Bu konuda son derece uslu ve terbiyeliler. İktidar da bunun böyle olduğunu bildiği için saldırgan üslubunu gemlemeye gerek bile duymuyor. “Ana muhalefet” “milli davalarda” ne kadar “sorumlu”, ne kadar “milli birlikten” yana olduğunu gösterme sevdasıyla iktidara karşı çıt çıkarmıyor bu konularda. İktidar da “tek kale” oynamanın rahatlığıyla “top sürmeye” devam ediyor. Her iki anlamda da!
Bu konuda sol muhalefet de bir hayli etkisiz. Evet, örneğin HDP’nin yaptığı gibi, AKP iktidarının saldırgan salvolarını onaylamıyorlar ve zaman zaman bunu açıklıyorlar ama Yunanistan’a karşı saldırgan dış politikaya karşı çıkmayı güçlü bir kampanya haline getirmiyorlar. Solun bir bölümü, böyle bir kampanyanın, halktaki milliyetçi önyargılar duvarına çarpacağını ve tecrit olacaklarını düşünüyor olmalı. Evet ama sol olmak, biraz da ilk başta gelip size çarpacak tecrit duvarını göze almak değil midir? I. Dünya savaşında bir avuç Zimmerwaldcı, halkların milliyetçi önyargılarıyla tecrit edilmeyi göze alarak savaş karşıtı tutumlarını ilan etmiş ve savaşın sonuna doğru halkların nezdinde de ne kadar haklı oldukları bütün açıklığı ile ortaya çıkmıştı. Bugünkü solda bu cesaret ve ilkelilik, en azından şimdilik diyeyim, pek göze çarpmıyor ne yazık ki…