Ragıp Duran
Zengin olduğunuz kadar küstahsınız da üstelik korkak ve dangalak!
Eski Türk filmlerinin bir repliğini değiştirip biraz uzattım. Zengin yerine belki de ''muktedir'' diyebilirdim.
Perşembe günü İsviçre'nin Nyon kentindeki UEFA merkezinde 2024 Avrupa Futbol Şampiyonasının ev sahibi belirlendi. 2 aday vardı: Almanya ve Türkiye. Türkiye ve Türklerin büyük bir kısmı hariç, herkesin beklediği üzere oylamada Almanya'ya 12, Türkiye'ye ise 4 oy çıktı ve böylece altı yıl sonra yapılacak turnuvanın ev sahibi Almanya oldu. Türkiye kaybetti.
UEFA yetkililerinin oylama öncesinde, ''İnsan Hakları kriterlerini de hesaba katıyoruz'' mealindeki açıklaması, aslında oylamanın sonucunu çoktan ilan etmişti. Ne var ki, oylama öncesi ve sonrasında Türk resmi ve sportif yetkilileri ile spor yazarlarının açıklamaları vahim bir halet-i ruhiyeyi yansıtıyor: Türkiye, Türklük, milli çıkarlar, devletin bekası, milletimiz, ay yıldız... gibi sözcük ve kavramlar gündeme gelince, bu memlekette bilgi, akıl, izan, insaf, vicdan gibi temel nitelikler tamamen devre dışı kalıyor. Fanatizm, dogmatizm, müptezel inanç ve koyu bir partizanlık egemenlik kazanıyor.
Rasyonel akımın öncüleri, Fransız hocalarımız, bize henüz ortaokul sıralarındayken, Mekteb-i Sultani'de, kıyaslamanın önemli bir tahlil yöntemi olduğunu öğretmişlerdi. Bir şeyi anlamak/kavramak için, benzerleri ya da zıtlarıyla karşılaştırmak, farklı ya da benzer yanlarını ayrıştırmak, o şeyi daha iyi öğrenmemizi sağlar: Tez/Antitez/Sentez!
Ben uzun yıllar yurtdışında yaşadığım, yabancı basına çalıştığım ayrıca da sözlü çevirmenlik yaptığım için, yabancılarla sık sık bir arada bulundum. Bu temaslarda benim söylediklerimle onların söylediklerinin farkları dikkatimi çekerdi. Kültürlerimiz, söylemlerimiz, geleneklerimiz de farklıydı. Önemli bir zenginlik ve çoğulculuk için müsait bir zemin. Ama Türkiye hakkında söylediğim bazı şeyleri, herhangi bir anlatım ya da dil engeli olmamasına rağmen, onların anlaması çoğu zaman zordu. Onlar da kıyaslama yapıyordu ama tutmuyordu. Benim söylediğim bazı bilgi, olgu, eylem ya da fikir ve tutumların onlarda herhangi bir karşılığı yoktu. Böyle durumlarda tepkileri ''Yok canım olmaz öyle bir şey!'' ya da ''Doğru anladımsa imkansız bu dediğin. Bizde katiyen olmaz!'' şeklindeydi. Son zamanlarda, bu durum zirve yaptı.
Benim, bir Fransız meslektaşıma Türkiye ya da Türklükle ilgili olarak aktardığım bir olgu, bir eylem ya da bir fikir onun zihninde somutlaşmıyorsa, yaptığı kıyaslama/tahlil çıkmaza giriyorsa, sorun bende ya da onda değil, aktarılan olguda olsa gerek. Değil mi?
Somuta geçelim hemen: Gençlik ve Spor Bakanı oylama öncesinde demişti ki : "Almamız lazım, vermeleri lazım, Anlatabiliyor muyum? Çünkü bizim hakkımız''
Neresinden tutsanız kopuyor. Hadi oylama öncesi jüriye baskı, ajit-prop, reklam yapıyor diyelim. Ama hedef yanlış. Ev sahibini Türkiye kamuoyu belirlemiyor.
Hak diyor ama bu hakkı teslim edecek olan kendisi değil ki!
Aynı zat oylama sonrasında da şunları buyurdu: ''Bu, UEFA ve EURO 2024 açısından üzücü bir durumdur. Organizasyon anlamında gücümüz, kalitemiz bellidir. Tesislerimizin, statlarımızın yeniliği ortadadır. Ülke olarak kaybettiğimiz hiçbir şey yoktur.''
Oylama sonrası şok şok şok... UEFA ve EURO 2024'de herhangi bir üzüntü saptanmadı. Kendi üzüntünü başkasına yansıtma durumu mevcut. Durum patolojik. Belki burada Post-Truth ya da Alternative Facts kavramları devreye giriyor. Cazip olsun diye yabancı kelimeler kullandım! Tükçesi Yalan.
Mesele çok basit, tartışılacak bir yanı yok: Açık seçik, dünyanın gözü önünde kaybetmişsin, hala hiçbir şey kaybetmedikdiyorsan, UEFA'nın akıl sağlığının yerinde olduğunu da görüyorsak, derhal bir hekime müracaat etmesi lazım bu bakanın. Hoş böyle konuşmasının arkasında yatan bir başka sebep de olabilir: Bir zamanlar bir ülkede bir Başbakan'ın, yine bu tür bir oylamada ülkesi ev sahipliğini kaybedince heyet başkanı olan Bakanı tekme tokat dövdüğü söylenir. Acaba bizim bakan da bu tatsız vakayı hatırladığı için mi böyle konuştu?
Kaybetmişsin ama kaybetmedim diyorsun. Oysa ki bal gibi kaybettin. Ve sen hiçbir şey kaybetmedik diyerek aslında ne kadar çok şey kaybettiğini itiraf ediyorsun. Çünkü sadece ev sahipliğini kaçırmadın, gerçeği algılama yeteneğini de kaybettin. Farkında mısın? ''Anlatabiliyor muyum?''
Spor medyası da Bakanın peşinden koşuyor. Mağlubiyete bahane üretmekle meşgul. Neymiş efendim, UEFA Başkanı çok mahcupmuş, yüz ifadesinden anlaşılıyormuş, aslında 5 üyenin oy tercihini baskıyla son anda değiştirmiş, yoksa biz kazanmışızdık(?). Zaten Habertürk kanalı, kendinden o kadar emin ki, daha sonuç açıklanırken, ''Euro 2024 Türkiye'de'' diye altyazı geçti!
Anlarlarmış gibi bu spor yazarları itiraz etti: Almanya'nın Mesut Özil ile İlkay Gündoğan'a yaptığı ırkçı muamele neden göz önünde bulundurulmamış! Bir kere Özil ile Gündoğan'a yönelik protestonun ırkçılıkla ilgisi yok çünkü bu iki futbolcu Tek Adam Erdoğan'a destek verdikleri fotoğraf karesi nedeniyle kınandı. Erdoğan da zaten, Cumartesi günü Köln Merkez Camii açılış töreninde söyledi: ''Bizimle bir kare fotograf çektirdikleri için...'' dedi. (Gerçi konuştukça batan bir lider kendisi. Cuma günü de ‚''Can Dündar ajandır. Devletin sırlarını ifşa etmiştir'' derken, Türk devletinin Suriye'deki Cihadçılara silah gönderdiğini de itiraf etmiş oldu).
İki yüzlü spor yazarları, Türkiye'de Deniz Naki'ye ve Amedspor'a yapılan hakiki ırkçı girişimleri görmezden gelip Özil ve Gündoğan'dan medet ummasın.
Resmi zevat ile spor yazarlarının bir başka gerekçesi de ''Türk devleti bu organizasyonu sonuna kadar destekliyormuş ama Alman devleti desteklemiyormuş''. Bunlar sanıyor ki UEFA jürisi de tercih yaparken devletçi reflekslerle hareket ediyor. Oysa ki Batı'da özerklik, bağımsızlık, ferdi girişim devletçilikten çok daha muteber. (Varsa) düzgün bir liberal-kapitalist zihniyet, devletin hiçbir şekilde hiçbir ticari/sinai/sportif/kültürel faaliyete müdahale etmesini istemez.
Futbol Federasyonu Başkanının aynı zamanda Türkiye'nin en büyük 2. medya patronu olduğunu da hesaba katarsak, egemen medyada Euro 2024 yenilgisini aklı selimle, nesnel bir şekilde değerlendirebilecek kalem zaten kalmadı. Demirören'in yenilgisini Demirören medyasında yazıp işşiz kalmayı göze alacak gazeteci de yok.
Nyon giden Türk heyetinde bir tane futbolcu yok. Resmi zevatı doldurmuşlar heyete. Alman heyetinde Teknik Direktör var, takımın eski kaptanı var. Ankara'nın tanıtım filminde Türkiye'de top oynamış yabancı yıldızlar ön planda.
Bu kadar olumsuzluk varken işin içine bir de aynı filme Kasap Nusret'in sokulması işin magazin detayı. Bu arada Nusret mi Türkiye'nin reklamını yapıyor, yoksa Türkiye Futbol Federasyonu Nusret'in reklamını mı yapıyor, orası müphem.
''Adam gelecek turnuvaya, para transferi yapacak, Pay Pal yasak; bir şey araştıracak Wikipedia'ya giremeyecek. Otel bakacak Booking kapalı; Uber çağıracak taksici saldırısı riski yüksek; Konya'da meydanlarda elinde bira çoşacak, tak, kafaya sopa ama...bizimkiler stad yaptık bize nasıl vermezler diyor''
Bu tweet aslında bir çok şeyi açık bir şekilde anlatıyor. Yazanın aklına sağlık. Galatasaray'a gitse Cumartesi Annelerini görecek yabancı seyirciler, Ankara'ya gitse hapsedilmiş İnsan Hakları anıtını, cezaevleri önündeki kalabalık ziyaretçi kitlelerini... gibi daha eklenecek yüz bir örnek de cabası.
Toplumun bütün cıvataları yalama olmuş, çivileri sökülmüş, iktidar ve yandaşları akli dengesini kaybetmiş... Kazanmasını bilmiyor. Kaybetmeyi kabullenemiyor. Bu yüzden başarıdan da yenilgiden de ders çıkaramıyor. Kör topal aksak gıcırtlı eksik dişli çark dönmeye devam ediyor.
Kıyaslama meselesine dönüp bitiriyorum: Ben bu bakanın açıklamalarını Batılı bir meslektaşıma aktarsam anlamaz, inanmaz. Sözkonusu demeci bir Avrupa gazetesine haber olarak yazsam, editör, ''Kaynağını gözden geçir, tercüme hatası olmasın?'' der. Ya da ''Bizim gazete ciddi bir gazete, sen bu haberini mizah gazetesine gönder!'' der.