Ragıp Duran
Zordur Türkiye'de akademisyen olmak
Son KHK ile yine onlarca akademisyen görevinden alındı. Bu bilim insanlarının ne ‘FETÖ’ ne de PKK ile ilişkisi var. Ama benim tanıdıklarımın hepsi de konularının gerçek uzmanı ayrıca sağlam demokrat, özgürlükçü bilim insanları. Egemenlerin bu tasfiyesi, bilim karşıtlığı ile korkunun sentezi…
Her sabah kötü haberlerle uyanıyoruz: Ya bir milletvekili, bir gazeteci gözaltına alınıyor ya da bir grup akademisyeni, kamu görevlisini görevinden uzaklaştırıyorlar. Sorgusuz sualsiz, somut suçlama olmadan, mağdurların savunması alınmadan… ‘FETÖ’cü ya da PKKli oldukları zannıyla.
Savcı, ifade vermek için çağırsa, gidip hukuk’un gereğini yerine getirecek insanlar, sabahın köründe, eşlerinin çocuklarının gözleri önünde evlerinden alınıp karakollara, emniyet müdürlüklerine götürülüyor. Hukuk… Pardon!
Söz konusu akademisyenler, yıllardır çalıştılar, öğrenci yetiştirdiler, bilimsel faaliyet yürüttüler, kitaplar, makaleler yazıp, konferanslara katıldılar… İşte bu hocalar, ya bir dost telefonundan ya da bir meslekdaş mailinden öğreniyor fakülteyle ilişkisinin kesildiğini. Resmi Gazete’nin mükerrer nüshasında yayınlanan listede kendi adını kuşkuyla ve sinirli bir halet-i ruhiye içinde arayan insanlar…
Son KHK’da yine onlarca üniversite mensubu görevinden alındı. Aralarında tanıdıklarım var. İbrahim Hoca, Ankara’dan Murat Hoca, Marmara İletişim’den Uraz… Terörizmle en küçük ilişkileri olmayan parlak akademisyenler. Yalnız kabul edelim, birkaç defoları var:
- Çoğu Barış Akademisyenleri. Devletin Kürtlere reva gördüğü baskı, zulüm ve katliam suçlarına ortak olmayacaklarını haykırmışlardı.
- Bir de bu arkadaşlar, pek öyle fırıldak familyasından değil. Özü sözü bir, boyun eğmeyen, dik duran, inandığını savunan, savunduğuna inanan ciddi bilim insanları.
- Şan şöhret, para pul, iktidar ya da mevki makam peşinde koşan insanlar değil. Öyle olsalardı zaten görevden alınmaz tam aksine dekan, rektör filan olurlardı.
Halen yaşadığımız dönem, etliye sütlüye karışmayan, iktidarı tartışmasız onaylayıp destekleyen, cübbesinde ilik olmasa bile egemenler karşısında ceket ilikleyenlerin dönemi. Eskiden Gülen Cemaati üyesi ya da taraftarı olsa bile, hemen dönüp yeni Hoca efendiye biat edenlerin resmi geçit yaptığı günleri yaşıyoruz.
İşten el çektirilenlerin bir başka özelliği de şu: Hiçbiri imzasını geri çekmedi, pişman olmadı, nedamet getirmedi, yanlış bir şey yapmamış olduğu için özür filan dilemedi. Heykel gibi dimdik durdular ayakta. Öğrencileri onları zaten omuzlarında yolcu etti. Kocaeli’ndekiler mesela hemen alternatif akademilerini kurup eğitime, yazmaya devam ettiler. ‘Kovulma kararını onur madalyası gibi göğsümde taşırım’ dediler. İşsiz güçsüz belki de parasız pulsuz kaldılar ama onur ve vicdanlarından milim taviz vermediler. Aydın olmak kolay değil bu memlekette.
Beni rahatsız eden bir nokta, – Prof. Mine Gencel Bek, istifa gerekçesinde belirtti- geride kalanlar, yani atılmayanlar, eski meslekdaşları nasıl oluyor da susup, atılan arkadaşlarının yerine onların derslerine girip hiçbir şey olmamış gibi eğitime devam edebiliyor. Çünkü Doç. Dr. Esra Arsan’ın istifa gerekçesinde belirttiği üzere, mevcut ortamda, akademide artık bilim üretmek olanaksız.
Türkiye’de üniversite tarihi, aslında büyük ölçüde tasfiyeler tarihidir. Kürt mücadele tarihinin de ihanet tarihine çok benzemesi gibi…
Darülfunun’da 1933 ‘Reformu’, 1947-48 Tasfiyesi, 27 Mayıs’tan sonra 147’ler, 1980’den sonra 1402’likler… Ne zengin bir bilim insanı kaynağıymış ki, neredeyse 85 yıldır profesörleri, doçentleri, asistanları kes biç at yolla yine de bitmiyor. Bilimin, gerçeğin kökü sağlam demek ki. Bir şekilde yeniden filizleniyor. 48’de tasfiye edilenlerden Boratav, Boran, Berkes ve Şerif gibi dünyaca ünlü isimler çıktı. 147’lerin arasında da Tunaya, Abadan, Mengüşoğlu, Çambel, Giritli, Benk, Duru, Taner, Ozankaya gibi konusunun uzmanı değerli akademisyenler vardı.
48 mağdurları haklarını mahkemelerde arayabildi. 147 meslekdaşlarının ihracı karşısında dört büyük üniversitenin (Istanbul, Ankara, İTÜ ve ODTÜ) rektörleri ve bazı fakültelerin dekanları istifa etmişlerdi. O dönem dayanışma bugünkünden daha güçlüymüş demek ki… 147lerin önemli bir kesimi bir süre sonra görevlerine geri döndü. 1402likler de sıkı mücadele ettiler. Tarih, tasfiye edenleri değil, haksızlığa uğrayıp boyun eğmeyenleri kaale alır.
Üniversitenin her bakımdan özerk olması lüks bir talep değil. Bilimin bağımsızlığı, yapısı ve doğası gereği bir zorunluluk. Üniversite yönetimlerinin dışarıdan herhangi siyasi bir makam tarafından değil, bizatihi akademisyenler ve çalışanlar tarafından seçilmesi söz konusu olsaydı, öyle gelişigüzel, hukuk ve akıl dışı bir şekilde, isteyen istediğini üniversiteden atamayacaktı. Üniversitelerde bilimin nasıl yapılacağına da, Latin Amerika’nın faşist dönemlerinin ürünü YÖK benzeri kurumlar değil, bizzat akademisyenler karar verseydi, bu aralar medyada rastladığımız garip ilahiyat, sosyoloji ya da siyasal bilgiler profesörlerini tanımayacaktık.
İktidar, referandum kampanyasında evet’i savunamayacak durumda olduğu için, sadece hayır’a karşı çıkmaya çalışırken, aslında inisyatifi muhaliflerine kaptırdığını itiraf etmiş oluyor. Bu akademisyen kıyımı konusunda da, öyle bir duruma düştü ki iktidar, gazeteci kılıklı yandaş tetikçi bir kalem bile ‘Bu işte bir provokasyon var’ diye yazdı. Birkaç AKPli yazar da kıyıma karşı çıktı.
İhraç edilen akademisyenler arasında özel olarak hukukçuların ve iletişim bilimcilerinin yer alması da manidar. İktidar, meydanın sadece Kuzu’ya kalmasını istediği için İbrahim Hoca ve Murat Hocayı uzaklaştırıyor. Tek Adam, Tek Hukukçu istiyor. Yalnız burada bir sorun var: İkisi de Tek olmasına Tek de…
Son dönemde istifa eden ya da KHK ile görevlerine son verilen İletişim hocalarını ya şahsen tanıyorum ya da yazdıklarını okudum. Hiç biri yandaş medyayı savunmaz, hepsi de bağımsız, özgür gazetecilikten yana öğrenci yetiştirmiş, kitap, makale yazmış insanlardır. Bu durum da, iktidar için bir engel. Egemenlere, Kaplan, Küçük, Selvi gibi ‘gazeteci’ yetiştirecek hoca lazım. Bu iş, iletişim akademilerinde olmuyor zaten…
Olağanüstü Hal, resmi gerekçe olarak ‘FETÖcü darbe girişimine’ karşı ilan edilmişti değil mi? Bu hocaları akademiden ihraç ederek ‘FETÖ’ye karşı nasıl mücadele edilebilir ki? ‘Darbe başarılı olsaydı bunlar olurdu’ diyoruz hep… aslında darbe başarılı oldu da resmi olarak hala açıklamadılar galiba…