analık hakkı

annelerin hakkını verelim, annelerin emeğini görelim ama çocukları üzerindeki haklarını da sorgulayalım.

geçen yıl, cezamın son kısmını, eskişehir çifteler kadın kapalı cezaevi’nde geçirdim. açık cezaevinin kapalı cezaevinden birkaç farkı var. bunlardan birincisi mahkumların belli aralıklarda dışarıya izinli çıkmaları; erkeklerin daha önce sadece yaralayabildikleri kadınları öldürmeleri, o sayede oluyor. ikinci fark, gündüz saatlerini bahçede geçirme imkânı. (başka açık cezaevlerinde zorunlu çalışma olduğunu biliyorum ama bizimkinde yoktu.) üçüncüsü ve belki de en önemlisi, avlu kapıları kapanana kadar dışarıyla telefonla görüşme imkânı. bahçede ve avluların açıldığı maltada ankesörlü telefonlar var ve kantinde kontür satılıyor. nikâhlı eşi başka cezaevinde olanlar, konferans denen bir yöntemle onunla da görüşebiliyor. (cezaevindeki eşiyle resmi nikâhı olmayanlar için de çeşitli yöntemler var.)

izinden kaçtığı için hücre cezasını çekmek üzere kapalı’ya gelen bir kadın, "o telefon işi çok kötü," demişti, "hep o evin içindesin, bütün sorunları yaşıyorsun." bu da doğru aslında ama çifteler’de telefon en büyük tesellilerden biriydi. özellikle bahçe zamanıysa, çoğunlukla telefondan bir gülümsemeyle dönülür, haberler arkadaş grubuna aktarılırdı; her şey iyiye yorulurdu; şükür, hiç olmazsa "evdekiler" iyi! ama bazen de bir kadın, telefonla konuşurken hüngür hüngür ağlamaya başlardı. başka zamanlarda, kendisinden başkasıyla birlikte olmayacağına, eskisi gibi kendisini üzmeyeceğine, kendisini eskisi gibi mutlu etmeye devam edeceğine inanmaya çalıştığı erkeği, ne yapar eder, ağlatırdı onu.

kadınlar sadece acıyla ağlamazdı, örneğin telefonun diğer ucunda olan bebeklik çağındaki çocuğunun "anne" demesi sevinç gözyaşlarına boğabiliyordu insanı. ama bir kadın acıyla ağlıyorsa ve konuştuğu sevdiği değilse şundan emin olabilirdiniz: çok çok büyük bir ihtimalle annesiyle konuşuyordur.  ciddi suçlara bulaşmış, feleğin çemberinden geçmek ne kelime, feleğe takla attırmış, koskoca kadınlar küçük kızlar gibi gözyaşı dökerdi. sert bir mafya avukatının "anne, yeter artık dayanamıyorum!" diye ağlaması aklımdan gitmiyor. 

anneler zaman zaman, kızlarının –hele de düşmüş kızlarının- canını yakmaktan çekinmez.

anneyi bir şefkat otomatına indirgemek onu insanlıktan çıkartıyor ve ama aynı zamanda bir kurum, bir statü olarak anneliği sorgulamamızı engelliyor. anneler şefkat vermeyi sürdürebilmek (evladı için yemek pişirmek, evladı için fedakârlıkta bulunmak, evladı için…) ister çünkü ona hayatta başka bir anlam tanınmamıştır ve "annemi arayacaktım, unuttum"dan sonra yapılan telefon görüşmelerinde, o unutuşu hisseder. ama annelerin, sadece çocuklarının iyiliğini istediği doğru değil. anneler çocuklarıyla övünmek de ister, mesela. zaten her zaman çocukları için neyin iyi olduğunu bilmeleri imkânsız. anneler, zaman zaman patriarka, aile kurumu ya da babanın otoritesi adına, çocuklarının hayatına el koymaya çalışır. kadınların toplumsal haklılığını görmemiz, bunu görmezden gelmemize yol açmasın.

dünya tarihi, annelerin çocuklarıyla ilgili sebeplerle örgütlenip çok önemli politik yapılar oluşturduğuna şahit. anneler, çocuklarının canı, güvenliği ve sanırım en çok da akıbetlerini öğrenmek için politize oldu. ama buradaki gücün annelik kadar, kendisini ve en yakınlarını doğrudan etkileyen bir mesele için harekete geçmekle ilgili olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek. ayrıca bunun, zaman zaman çocuğu olan ya da olmayan, belli yaşın üzerindeki bütün kadınları "analık"a hapsetme ve bütün politik faaliyetlerini şefkat ve vicdana bağlama yanlışını doğurduğunu unutmayalım. oysa anneler, -şu satırları okurken de gördüğünüz gibi-  okur, düşünür, öfkelenir, çocuğuna veya başka çocuklara duyduğu şefkat dışında saiklerle de politize olur.  

şunu da hatırlatmak istiyorum: anne, çocuğuna yönelik dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı kaplan kesilir ama işte evin içindeki tehlikeler –baba şiddeti, akraba istismarı vb.- karşısında suskun kaldığı da olur. böyle olaylardan haberdar olduğumuzda lanetleyip unutmayı tercih ediyoruz. ama yaşı küçük ve çaresiz bir insanı, yetişkinler karşısında sadece ona duyulan sevginin koruyabileceğine inanmak mümkün mü? çocuğun hak ettiği düşünülen disiplin ve onun aileden aileye değişebilen uygulanma yöntemleri, hep sevgi dolu, adil ve insaflı mı?

toplum ve devlet çocuğu aileye, o berbat deyişte olduğu gibi, eti senin, kemiği benim dercesine, teslim ediyor. ailedeki ebeveynlerin çocuğa nasıl davrandığı yeni yeni sorgulanır oldu. feministler erkek şiddetini gündeme getirmeseydi o da olmazdı. ama annelik de masum değil, "böyle gelmiş böyle gider, başkası mümkün değil" diye kabullendiğimiz hiçbir şey masum değil ve aile, insanların birbirine sadece ekonomik sebeplerle ya da şiddetle değil, duygusal sarmallar, suçluluk hissi veya çaresizlikle bağlandığı karmaşık bir yapı; bir sığınak gibi gösterilse de aslında bir hapishane ve anne, annelik zaman zaman onun başgardiyanı.

annelerin hakkını verelim, annelerin emeğini görelim ama çocukları üzerindeki haklarını da sorgulayalım. şefkat ve sevgi alışverişinin aile dışında da mümkün olduğunu, evlatların ebeveynlerine borçlu olmadığını unutmayalım. anneleri, evlatları, annelikten kurtaralım. çünkü o zaman hepimiz daha mutlu olacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi