Celal Başlangıç
‘Büyük ustalık’ bitti; Erdoğan’ın ‘tökezleme’ dönemi başladı
Hızla 24 Haziran seçimlerine doğru gidiliyordu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk cumhurbaşkanı da seçilecekti.
Yarış AKP’li Erdoğan ile CHP’li İnce arasında geçiyordu.
Çıktığı bir canlı yayında rakibi İnce’yi "Bunlar bu işi bilmez" diye eleştiriyordu Erdoğan:
"Bunlar daha çırak bile değil. Biz çıraklık dönemimizi, kalfalığı geride bıraktık. Şu anda ustalık dönemini yaşıyoruz, inşallah ‘büyük ustalık’ dönemine geçeceğiz."
Belli ki 24 Haziran seçimleriyle birlikte Erdoğan kendi hesabına göre "büyük ustalık" dönemine geçti. Anlaşılan o ki, Erdoğan’ın bu yeni dönemi ancak dokuz ay sürdü ve 31 Mart’ta Erdoğan "büyük ustalık"tan terhis oldu.
Şimdi kendisi için başlayan yeni dönemi bizzat Erdoğan adlandırmış.
"Hep kazandığı" günlerin getirdiği kibirle hiç kaybetmeyeceğini sandığı İstanbul’u bir ölçü olarak koymuş önüne:
"İstanbul’da teklersek, Türkiye’de tökezleriz."
Değil "tekleme", İstanbul’da resmen "tökezlediler".
Erdoğan’ın bu sözünü yeni duruma uyarlamak gerekiyor:
"İstanbul’da tökezleyen, Türkiye’de çöker."
Üzerinden onca gün geçmesine rağmen hâlâ daha hazmedebilmiş değiller özellikle İstanbul’u kaybetmeyi.
İzmir’de ve Ankara’da iki bakanını belediye başkan adayı olarak göstermişti Erdoğan. İstanbul’a gelince elini daha da büyüttü ve şu andaki yönetim biçimi açısından Türkiye Cumhuriyeti’nin son başbakanını, görevdeki TBMM başkanını aday göstermişti.
CHP’nin adayları ise aday oldukları kentlerin herhangi bir ilçesinde başarılı belediye başkanlığı yapmış kişilerdi ve genel merkez tarafından büyükşehirlere terfi ettirilmişlerdi.
Erdoğan, her biri başarılı birer ilçe belediye başkanı olan muhaliflerin büyükşehir belediye başkanlığına aday olmasını küçümsüyordu.
Oysa kendisi de 1989’da Beyoğlu Belediye Başkanlığına aday olmuş ve SHP’li rakibine yenildikten sonra 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Yani Erdoğan, İBB Başkanı olmadan önce ilçe belediye başkanlığı yüzü bile görmemişti.
Erdoğan ve İstanbul adayı Yıldırım’ın seçimden önceki ve sonraki iki konuşmasını örnek olarak gösterirsek, İstanbul’u kaybetmenin sinirlerini ne kadar bozduğunu net biçimde gözler önüne serer.
31 Mart seçimlerinin son iki gününü İstanbul’da geçirdi Erdoğan. 29 ve 30 Mart günleri kentin toplam 14 ayrı ilçesinde, seçim yasaklarının başlayacağı son dakikaya kadar mitingler yaptı.
29 Mart’ta Tuzla’dan Pendik’e geçmişti Erdoğan, büyük bir kibirle konuşuyordu:
"Binali Bey gel, İstanbul’a seni büyükşehir belediye başkanı yapacağız. İstanbul’a bu yakışır. Rastgele kişilerle bu iş yürütülemez. Burada kalite, vasıf önemli, dünyayı tanımak önemli. Binali kardeşimizin dünyada elhamdülillah birçok liderle münasebeti oldu. Dünyayı tanıyor, biliyor. Bay Ekrem, sen nereyi tanıyorsun ya, dur bakalım."
Erdoğan’a göre "rastgele bir kişiyi"ydi İmamoğlu ve rakibi Binali Yıldırım kadar dünyayı tanımıyordu.
Seçimden iki gün sonra, Sosyalist Parti’den Paris’in ilk kadın belediye başkanı seçilen Anne Hidalgo kazanan CHP’li Ankara, İstanbul ve İzmir belediye başkanlarına dönük bir mesaj yayınladı kendi sosyal medya hesabından:
"Türkiye’nin ve özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir’in çoğulcu demokrasiye, adalete, temel hak ve özgürlüklerle inanan yeni belediye başkanlarını kutluyoruz. Paris’in dostluğundan şüpheniz olmasın."
"Dünyada birçok liderle münasebeti" olan AKP’nin İstanbul adayı Yıldırım çok kızdı bu mesaja:
"Dışarıdaki belediye başkanlarını aratmak, dış ülkelerden destek mesajları almak, Türk milletinin sinirini bozmaktadır. Buna hakkınız yok."
Aslında siniri bozulan "Türk milleti" değildi, liderinden, kadrolarından, medyasından, tabandaki militanına kadar siniri bozulan sadece AKP’liler ve MHP’lilerdi.
Hatta dün katıldığı canlı yayında MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Yıldırım, Cumhur İttifakı cephesinde sinirlerin ne kadar bozuk olduğunu adeta itiraf etti:
"CHP’nin amacı belediye alıp da hizmet etmek değil. ‘Demokrasiye geçeceğiz, tek adam rejimini yıkacağız’ diyen bir genel başkanı var. Hedef budur. Bu olur mu olur. Bunları yapmaya çalışırlar mı çalışırlar, buna müsaade etmememiz gerekir."
Evet, 31 Mart’ta hazmedemeyeceği bir yenilgi alan Cumhur İttifakı’nın AKP’siyle, MHP’siyle tek hedefi vardır artık; tek adam rejimini yıktırmamak, demokrasiye geçişi engellemek.
Gerek "iktidar ittifakı" gerekse de muhalefet partileri açısından 31 Mart seçimlerinin netleşen çok belirgin sonuçları var.
Birincisi, Erdoğan yenilmiştir.
İkincisi AKP lideri, partisi ve ittifakları psikolojik üstünlüklerini kaybetmişlerdir.
Üçüncüsü, 7 Haziran’da bomba patlamalarıyla, kan gölüyle gizlemeye çalıştığı yenilgisini bu kez artık kesin olarak gizleyemeyecek durumdadır. Erdoğan ve partisi "yenilmezlik" unvanını İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da, Mersin’de, Antalya’da kesin olarak yitirmiştir.
CHP ve destekçileri açısından durum tam tersidir.
Birincisi, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun en başarılı, hatta tek başarılı olduğu seçim 31 Mart olmuştur.
İkincisi, aday seçiminde ön seçim olmaması büyük bir zafiyettir CHP açısından ama bu seçimde CHP lideri en isabetli aday seçimini gerçekleştirmiştir.
Üçüncüsü, CHP son seçimlerde ilk kez oylarına sahip çıkmış, yeniden parti olma hüviyetine geri dönmüştür.
Dördüncüsü, oy torbalarının üzerinde yatan, oyunun son damlasına kadar sahip çıkan kadrolarıyla CHP geleceğe dönük umut ışıklarına yeniden kavuşmuştur.
Beşincisi, bu seçimle ilk kez CHP’nin AKP seçmenine ulaşmak için sağdan aday devşirmek zorunda olmadığı, kendi kadrolarının içersinde bu yeteneğe sahip lider adayları olduğu İmamoğlu’nun kişiliğinde kesin olarak ortaya konulmuştur.
Altıncısı, eğer çok büyük yol kazaları geçirmezse CHP’nin geleceğe dönük lider ihtiyacı şimdiden karşılanmıştır.
Yedincisi, CHP Mustafa Sarıgül’den kurtulmuştur.
Sekizincisi, İmamoğlu’nun performansı Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı hayallerini seçim sandığına gömmüştür.
İYİ Parti ve Saadet Partisi kendi ideolojik anlayışlarını da zaman zaman zorlayarak muhalefet görevlerini önemli ölçüde yerine getirmişlerdir.
HDP’ye gelince…
Birincisi, çok akıllı ve soğukkanlı bir stratejiyle, illere göre uyguladığı taktiklerle hem kendi kazanacağı yerlerde aday göstermiş, hem de kazanamayacağı yerlerde kimin kazanacağını belirleme gibi bir üstünlük elde etmiştir.
İkincisi, HDP bu seçimde geliştirdiği yöntemle Kürt sorununun gerek CHP gerekse de toplumun diğer kesimleri arasında daha da içselleştirilmesine büyük katkı sunmuştur. İnanmayan, mazbatayı alan İmamoğlu’nun Saraçhane’deki konuşmasında "HDP" deyince miting alanında kopan büyük alkışa ve çığlığa baksın.
Üçüncüsü, HDP bölgede kayyım politikasını teşhir edecek, var olan iktidar anlayışının Kürtlere ait belediyelerde nasıl talancı, yağmacı bir yöntem izlediğini gözler önüne serecek çok önemli kozlar elde etmiştir.
Dördüncüsü de HDP’nin bu seçimdeki başarısı, bundan sonraki seçimlerde iktidar anahtarının Kürt seçmenlerin ve bileşenlerinin elinde olduğunu göstermiştir.
Sonuç olarak Erdoğan’ın çıraklık, kalfalık, ustalık döneminden sonra gelen "büyük ustalık" dönemi çok uzun sürmemiş ve Erdoğan için "büyük tökezlenme" dönemi başlamıştır.