O minik ellerin arkasına gizlenemezsiniz

Maaş ve tazminat gibi halen yasal olan haklarını alamayan madenciler, yaşam kurtarma mücadelesinden hak mücadelesine yalnız gittiler.

Çok üzgünüm, çok öfkeliyim.

Bir katliamın, silsile halinde işlenmiş ağır bir suçun, taammüden insan öldürmenin adına "Allah’tan gelmiş afet" deyip geçtiler.

Yıkımdan üç gün sonra enkazdan çıkarılmış minik bedenleri, son bir gayretle hayata tutunmuş minik parmakları, ölümcül gerçekleri gizlemek uğruna vitrine koyup, travmalarının üstünde tepindiler.

Ayda’yla yaşıttım. Teyzemlere gitmiştik. Orada hastalanmış ve ateşim çıkmıştı. Annemle teyzem, o soğuk kış gününde beni dışarı çıkarmayı doğru bulmamışlardı. Ben uyurken annem beni teyzemlerde bırakıp eve dönmüştü. Her zaman kalmak için can attığım bir yerdi. Ama uyandığımda annemi göremeyince feryat figan ağlamaya başlamıştım. Ne canım kadar sevdiğim teyzem, ne kuzenlerim beni teselli edebiliyordu. Hepsi birden benle birlikte ağlamaya başlamıştı. 

Sadece bir gün "anne" seslenişime yanıt alamadığım için cehenneme çevirmiştim ortalığı. Hiç unutmadım o duyguyu.

Ayda artık hiç yanıt alamayacak. Kimse ona annesi gibi sarılamayacak, kimse onu annesi gibi sevemeyecek. Ve o bir daha kimseye "anne" diyemeyecek. Enkaz altında bıraktığı annesinin son anlarını, son sözlerini, son sarılışını asla unutmayacak. O minik kalbinde açılan boşluğu hayatı boyunca dolduramayacak. 

Annesi Fidan Gezgin’in ölümünü, betonların altında son bulan  yüzlerce hayatı, Ayda Gezgin’in kurtuluşuna duyduğumuz sevinç unutturabilir mi?

Ayda’nın "köfte-ayran"ının, Elif’in minik parmağının arkasına saklananlar bir kere daha aynı klişe cümlelerle açıklamalar yaptılar, aynı vaatlerde bulundular, enkaz üstünde poz verdiler, sonra da "bunlar" diye başlayıp, kaldıkları yerden devam ettiler.

AKP Genel Başkanı Erdoğan depremden iki gün sonra, yani her an kayıp sayısı yükselirken "Her nefis ölümü tadacaktır. İşte son İzmir’de yaşanan hadise ortada. Bakın 80’e yakın vefat var ve 1000’e yakın yaralı var. Bunların hiçbirisinin böyle bir akıbetle imtihan olacakları akıllarından belki de geçmiyordu ama işte geldi ve yakaladı" dedi. Evet böyle dedi.

Diyelim ölenler, yaralananlar, canını zor kurtaranlar, sokakta kalanlar cahildi. Akıllarına o apartmanlarda ölmek gelmemişti. Normali de bu değil mi? O binalar gecekondu değil, kaçak değildi. Sözüm ona ruhsatlı, denetimli, izinli binalardı.

Ya da diyelim akıllarına gelmişti, diyelim "bunlar"  tam da cumhurbaşkanının "Rabbim bizlere iman, Kur’an, İslam üzere ölmeyi nasip etsin" dediği gibi imanlıydı. İmanlı öldükleri için mi şükredeceğiz?

"Bunlar"a yani ölenlerin yakınlarına, sakat kalanlara, hayatı darmaduman olanlara sorun bakalım, şükrediyorlar mı?

Bir ‘imtihan’ var idiyse, bilmek zorunda olanların değil bilmesi gerekenlerin  her defasında çaktığı, her seferinde binlerce insanın hayatına mal olan bir imtihan değil mi?

Onlarca kez değiştirilen imar yasaları, belediye, çeşitli bakanlıklar, müdürlüklerden alınan farklı imar ruhsatları, farklı yerlere bağlı arama-kurtarma ekipleri, riskli bölgelerde değil rantı yüksek yerlerde yapılan kentsel dönüşümler, inşaat sahiplerinden para alan denetim firmaları, müteahhitlere aktarılan kaynaklar…

Hepsinden iktidar değil "ölmeyi akıllarına getirmeyen ama ölenlerle", "Birkaç metrekare fazla pay alma uğruna riskli binalarda oturanlar" sorumlu.

Ne güzel iktidarların hiç sorumluluğu yok.

Peki haksızlar mı?

Çuvaldızı bir de kendimize batıralım. Yurttaşların da sorumluluğu var elbet.

Bu iktidarları seçen biziz, imar affı için, kaçak binalara ruhsat için oy veren de biziz. Hasarlı binaları cilalayıp satan da biziz. Ağır hasarlı binaları, rüşvetle hafif hasara çevirtip yıkılmasını önleyenler de biziz. 1999 depremini merkez üssünde, Gölcük Değirmendere’de yaşadığım için biliyorum olanları. "İmanlısı", "imansızı" gözlerini kırpmamışlardı bunları yaparken. Yan yatmış binanın hasar raporunu hafif hasara çevirenleri gördük.

Çünkü vatandaş neredeyse bir ömür harcayarak satın aldığı, hayattaki tek garantisi olarak gördüğü evlerinin yerine, yıkılmasından sorumlu olan yetkililerin yenisini vermeyeceğini biliyor. Kira verirse emekli maaşıyla aç kalacağını biliyor. Böyle böyle halk da iktidarın suç ortağı yapılıyor işte. Depremin ilk travması geçtikten sonra maddi gerçekler ağır basmaya başlıyor ama ortada ne yetkili kalıyor, ne kökten çözüm. Yani en ihtiyaç olan günlerde yapayalnız bırakılıyor. Yeni bir depreme kadar!

İzmir’de de öyle olacak, hiç kuşkum yok. Oysa henüz en kötüsü yaşanmadı. İzmir’in içinden geçen 18 fay hattı var. Prof. Naci Görür, "İzmir Yarımadasında KD-GB uzanımlı faylara (ör: Gülbahçe, Seferihisar ve Tuzla) stres transfer ederek bu fayları yüklemiş olabilir. Bölgeden aldığım haberlere göre bu fayların yakındaki jeotermal kuyularının sıcaklık ve debilerinde farklılık var" diyor.

Artık enkaz altındakilere değil, enkaz üstünde poz verenlere seslenelim: Sesimizi duyan var mı?!

BİZ DUYUYOR MUYUZ?

Deprem haberini alır almaz İzmir’e hareket eden Somalı madencilere övgüler dizildi, yere göğe koyamadılar. Medyada röportajlar, duygu dolu paylaşımlar yapıldı, çeşitli anekdotlar paylaşıldı.

Örneğin metroda koltukları kirletmemek için oturmayan madencilere destek için herkesin ayağa kalktığı, İzmirlilerin evlerini, kafelerini açtıkları falan…

Hepsi iyi, güzel de şimdi nerede o İzmirliler? Günlerdir göklere çıkarılan "kahramanlar"ın yanında kimler var?

Somalı madenciler ve diğer kurtarma ekipleri enkazdan hayat çıkarmaya çalışırken, iktidar onları  esnek çalışma ile güvencesizliğe mahkum etmeye, 25 altı ve 50 yaş üstü çalışanların kıdem tazminatlarını gasp etmeye çalışıyordu.

Maaş ve tazminat gibi halen yasal olan haklarını alamayan madenciler, yaşam kurtarma mücadelesinden hak mücadelesine yalnız gittiler.   

Yalnızca bir gün sonra "kahramanlıktan", "teröristliğe" geçiş yaptılar. Ben bu yazıyı yazarken Ankara’ya yürüyüşe geçen Somalı madenciler dayak yiyor, jandarma tarafından yaka paça yol kenarlarına fırlatılıyordu.

Meclis’te görüşülmeye başlanan yasanın geri çekilmesi için Ankara’ya Meclis önüne giden DİSK yöneticilerine çevik kuvvet müdahale ediyor, Birleşik Metal-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı Hami Baltacı ters kelepçeyle gözaltına alınıyordu.

Biz birbirimizin sesini duymadığımız sürece iktidar hiçbirimizin sesini duymayacak.

Evet, biz birbirimize yeteriz. Yeter ki, seslerimizi birleştirmenin yolunu bulalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi